Paylaş
Ancak 17 Aralık tarihinde şiddetle vuran ve ardından artçı dalgalarıyla ülkeyi sarsmaya devam eden yolsuzluk soruşturmasıyla birlikte bütün temel kabuller tersyüz olurken, öncesinde yürütülen tahminlerin çoğu da geçersiz kalmış bulunuyor.
Türkiye 2014’e, ülkenin başlıca kurumlarının, toplumun bütün kesimlerinin ya doğrudan içinde yer aldığı ya da sonuçlarından majör bir şekilde etkileneceği büyük güç kavgasının yol açtığı bir savrulma hali içinde giriyor.
Bu savaşın henüz başlangıç evresinde olduğumuz ve ayrıca süreç yeni sürprizlere açık olduğu için muhtemel sonuçlarla ilgili bir öngörüde bulunabilmek zor. Türkiye’deki öykünün akışı, ortalığı kaplamış olan toz dumanın altında şimdilik belirsizlik içinde seyrediyor.
* * *
Oysa iki hafta öncesinde önümüzü bir nebze görebildiğimizi zannediyorduk. AK Parti 30 Mart’taki yerel seçimlerden -belli bir oranda oy kaybı ihtimaline rağmen- muhtemelen yine birinci parti çıkacak, ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ağustos ayında cumhurbaşkanı seçilecek ve AK Parti’nin geleceği de Erdoğan ile cumhurbaşkanlığından ayrılacak Abdullah Gül arasındaki bilek güreşinin ya da ikisi arasında varılacak bir uzlaşının sonucunda belli olacaktı.
Bu, AK Parti’nin “düzen kurucu” olarak ipleri tek başına elinde tuttuğu bir senaryoydu. İçte kamuoyunun geniş bir kesimi, dış dünya ve piyasalar büyük ölçüde bu senaryoyu satın almıştı.
Galiba 17 Aralık depreminin ilk sonuçlarından biri, herkes açısından bu senaryoyu gözden geçirme ihtiyacını yaratmış olmasıdır. AK Parti’nin Türk siyaseti üzerindeki mutlak hâkimiyetinin artık kırılamayacağı, bir anlamda bir “değişmezliğin” kökleştiği şeklindeki anlatı sarsılmıştır.
* * *
Son iki haftanın tetiklediği ana yöneliş, geçen 11 yıl içinde Türkiye’nin yönetimine damgasını vuran, AK Parti ile Gülen Cemaati arasındaki ittifakın oluşturduğu iktidar bloğunun tam anlamıyla dağılmakta oluşudur. Taraflar arasında patlak veren çekişmede parantezin nasıl kapanacağı sorusu kritik önem taşıyor. Bu sorunun yanıtı, 2014’te yerel ve cumhurbaşkanlığı olmak üzere iki seçimin sonuçlarına etki edecek, sonrasında 2015 genel seçimine nasıl bir güç dengesi üzerinden gidileceğini de formatlayacaktır belli ölçülerde.
Erdoğan ile Cemaat arasındaki kavganın sert bir şekilde seyretmesinin ana nedenlerinden biri, soruşturma sürecinin doğrudan Başbakan Erdoğan’ın şahsına da yönelmiş olmasıdır. Kendisini kuşatılmış bir durumda bulan, şahsı ve hükümeti üzerindeki yolsuzluk iddialarını dağıtmak, üzerinden atmak için mücadele veren, bunu yaparken komplo teorilerine sarılan, mücadelesini kitlelere taşıyan, bir anlamda bekası için savaşan bir Erdoğan portresi görüyoruz 2013’ün son haftasında.
Aleyhine sıralanmış bütün koşullara rağmen Erdoğan’ın muharebe yeteneğini yabana atmamak gerekiyor. Ancak girdiği bu savaştan sonunda galip çıksa bile, bütün büyük meydan muharebelerinde olduğu gibi kendi cephesinde önemli bir zayiatın tahakkuk etmemesi mümkün değildir.
* * *
Kavgada hamlelerin karşılıklı olarak yargı ve polis üzerinden yapılmakta oluşu Türkiye açısından meselenin en talihsiz boyutunu oluşturuyor. Yargının bu şiddette bir çekişmenin ana çatışma alanı olması, kaçınılmaz bir şekilde toplumda hukukun üstünlüğüne duyulan inancın daha da zayıflamasına yol açıyor.
Ayrıca, kendimizi bir açmazın içinde buluyoruz. Bir tarafta ciddiyet arz eden, aydınlatılmaya muhtaç yolsuzluk dosyaları var; diğer tarafta ise Erdoğan’ın devlet içinde paralel bir yapılanmanın varlığına ilişkin tespiti...
Gelgelelim Başbakan’ın bu alanda başlattığı mücadeleyi yolsuzluk dosyalarının üstünün kapatılması için bir örtü olarak kullandığı yolundaki kanaat, işi daha da karmaşık bir hale getiriyor. Erdoğan, suçlamaları savuşturmaya çalışırken yargıya açıkça müdahale etmekte, hukukun sınırlarını zorlamakta, otoriterliğini yerleştirmekte bir beis görmemektedir.
* * *
Buradaki açmazdan çıkışın yolu, demokrasi ve hukuk ilkelerinden ödün vermeden, hem yolsuzluk iddialarının üzerine gidilebildiği hem de devletin paralel yapılardan arındırılabildiği bir çerçevenin oluşturulmasıdır. Bugün bu hedeften çok uzakta olduğumuz bir gerçektir.
Yine de iyimser yaklaştığımızda, içinden geçmekte olduğumuz büyük çalkantı, gerçekten bağımsız ve tarafsız bir yargıya ulaşmamıza kapıyı aralayabilir. Dürüst ve objektif çalıştığı hususunda toplumun çatışan kesimlerinin de mutabık olduğu, herkesin güven duyduğu bir yargı özleminden söz ediyoruz.
Son gelişmelerin bu ihtiyaca dönük bir büyük toplumsal uzlaşının ilk kıvılcımını çakması bile mütevazı ama hayırlı bir sonuç yaratabilir. Türkiye bu noktaya gelmek zorundadır. Başka bir seçeneğimiz yok.
Paylaş