Paylaş
Erdoğan’ın imzasını taşıyan bu yazı, Birleşmiş Milletler bünyesindeki “Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı” ile bunun “gerekçesi”ni içeriyordu.
* * *
BM’nin insan hakları alanında bugüne dek oluşturduğu en kapsamlı metin olan bu sözleşme 1966 yılında imzaya açıldıktan sonra 1976 yılında yürürlüğe girmiş, ancak Türkiye özellikle Kürt sorununa dönük endişeleri nedeniyle bu sözleşmeye imza koymaktan uzak durmuştu. Ankara cephesinde sözleşmeye dönük bu mesafeli tutum çeyrek yüzyıl sürdü.
Türkiye’nin bu uluslararası belgeyi imzalaması 1999 yılında AB’ye tam üye adayı ilan edilmesinin hemen ertesine rastlıyor. Koalisyon hükümeti döneminde AB’ye tam üyelik sürecinin bir gereği olarak atılan imzanın tarihi 15 Ağustos 2000. Ancak Türkiye’nin sözleşmeye taraf olabilmesi için gerekli TBMM’deki onay işlemini sonuçlandırmak daha sonra AK Parti hükümetine düştü.
Başbakan Erdoğan imzasıyla TBMM’ye gönderilen gerekçede şöyle deniliyor:
“Son yıllarda insan hakları ile ilgili konuların ülkemizin yasal çalışmaları içinde büyük önem kazanmış olması ışığında, uluslararası insan hakları sistemi içinde özel öneme sahip olan, ancak bugüne kadar taraf olmadığımız temel sözleşmelere katılarak, bu konudaki yasal çerçeveyi tamamlama yönündeki çalışmalar hızlandırılmıştır. Bu çerçevede, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne ülkemizce taraf olunması insan hakları konularına öncelik veren Hükümetimizin bu alanda aldığı kapsamlı önlemlerin yeni bir adımını oluşturacaktır.”
Bu adımın atılması, o tarihte AB müktesebatına uyum için hazırlanan Ulusal Program’ın orta vadeli hedefleri arasında yer alıyordu.
* * *
Yasa tasarısı 4 Haziran 2003 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda AK Parti ve CHP’nin oylarıyla kabul edildi. Böylelikle, BM’nin İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni 1949 yılında kabul eden, daha sonra 1954’te Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan ve 1987’de vatandaşlarına AİHM’ye bireysel başvuru hakkını tanıyan Türkiye, bir ileri adım daha atarak, BM’nin en kapsamlı insan hakları sözleşmesinin hükümlerini uygulama taahhüdü altına giriyordu.
AK Parti hükümeti bu taahhüdü üstlenirken, sözleşmenin bazı hükümlerinin tam 10 yıl sonra darbe iddiasıyla görülen büyük bir davada, BM içindeki bir komitenin sanıklar lehinde vereceği “hak ihlali” görüşünün dayanaklarını oluşturacağı herhalde Ankara’da kimsenin aklının ucundan geçmiyordu.
Bu ihlal raporunu hazırlayan, BM bünyesindeki İnsan Hakları Konseyi’nin bir alt organı olan ve Senegal, Pakistan, Ukrayna, Şili ve Norveç’ten saygınlıklarıyla temayüz etmiş beş önemli hukuk otoritesinden oluşan “Keyfi Tutukluluk Çalışma Grubu”. İşte bu grup, Balyoz davasındaki 250 sanık/hükümlünün 12 Eylül 2012 tarihinde yaptığı şikâyeti Türk hükümetine sorular da yönelterek inceledikten sonra hazırladığı raporda, başvuru sahiplerinin şikâyetlerinde haklı olduğuna kanaat getirdi.
* * *
Buradaki önemli nokta, hukukçuların bu hükmü İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin yanı sıra Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ne de dayandırması.
Bakın BM’nin çalışma grubu, nasıl bir kanaate varmış:
“Balyoz davasında 250 sanığın tutuklanarak özgürlüğünden mahrum bırakılmış olması keyfidir; Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 9 ve 14’üncü maddeleri ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 9, 10, ve 11’inci maddelerinin ihlalini oluşturmaktadır.
Çalışma Grubu, oluşturulan görüş çerçevesinde Türk Hükümeti’nden 250 kişinin durumunun İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin hükümlerine uygun olarak düzeltilmesini talep etmektedir. Davanın tüm koşulları dikkate alındığında, Çalışma Grubu uygun bir çözümün, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 9’uncu madde, 5’inci paragrafı çerçevesinde uygulanabilir bir tazminat hakkı olduğunu değerlendirmektedir.
Çalışma Grubu, Türk Hükümeti’nin ilettiği bilgilerden davanın değişik iç temyiz ve yeniden inceleme süreçlerine tabi olduğunu not etmiştir. Bu Görüş’te saptanan yetersizliklerin söz konusu süreçlerde dikkate alınması gerekmektedir.”
Yarın raporun içeriğine bakarak, çalışma grubunun bu sonuca nasıl vardığını inceleyeceğiz.
Not: Dünkü yazımın beşinci paragrafındaki “AK Parti hükümetinin ikinci şıkkı işaretlediği” ifadesinin “birinci şıkkı işaretlediği” şeklinde düzeltilmesi gerekiyor. Hatayı düzeltir, okurlardan özür dilerim. S.E.
Paylaş