Paylaş
AİHM, İsviçre’deki bir mahkemenin Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’i “Ermeni soykırımını inkâr ettiği” gerekçesiyle mahkûm etmesini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10’uncu maddesinde tanınan ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirmişti.
AİHM İkinci Dairesi’nin 2013 yılında 2’ye karşı 5 oyla Perinçek’in lehine aldığı bu karar, İsviçre’nin itirazı üzerine bir üst kurul olan Büyük Daire’nin önüne geldi. Toplam 17 yargıçtan oluşan Büyük Daire’nin 2015 yılında 7’ye karşı 10 oyla yine “ihlal” çıkan kararıyla, dosya AİHM’de kesinleşmiş oldu.
Strasbourg’daki mahkeme, ayrıca 2017 yılında benzer doğrultudaki “Merçan ve diğerleri/İsviçre” kararında da Büyük Daire’nin Perinçek kararına dayanarak, bu içtihadı iyice yerleştirmiştir.
DIŞİŞLERİ: ‘AİHM TARTIŞMALI DİYOR’
Burada dikkat çekeceğimiz nokta, değindiğimiz AİHM kararlarının, Biden’ın 24 Nisan tarihli beyanından sonra Ankara’da resmi makamlar tarafından yapılan açıklamalarda, Türkiye’nin hukuki görüşlerinin gerekçelendirilmesindeki önemli dayanaklardan biri olarak vurgulanmasıdır.
Örneğin Dışişleri Bakanlığı, 24 Nisan günü yaptığı ve Biden’ın ifadelerinin “kabul edilmediği ve en şiddetli şekilde telin edildiğini” duyurduğu açıklamasında, “1915 olaylarına ilişkin olarak uluslararası hukukta tanımlanmış olan soykırım ifadesinin kullanılabilmesi için gereken şartların hiçbirinin mevcut olmadığını” bildirdi.
Dışişleri’nin açıklamasında, “1915 olaylarının niteliğinin politikacıların siyasi saiklerine veya iç siyaset mülahazalarına göre değişmeyeceği” belirtilerek, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 1915 olaylarının tartışmalı niteliğini açıkça ifade etmiştir” denildi.
ADALET BAKANLIĞI’ndan AİHM ATIFLARI
Bir diğer çıkış da Adalet Bakanlığı’ndan geldi. Bakanlık, ABD Başkanı Biden’ın “soykırım” nitelemesiyle ilgili olarak 10 maddelik bir hukuki değerlendirme hazırladı. Bakanlığın web sitesinde “Hukuksal Açıdan Soykırım, Yalanlar-Gerçekler” başlığıyla paylaşılan bu değerlendirmede Biden’ın açıklamalarının “hukuki bir karşılığının bulunmadığı” belirtiliyor.
Adalet Bakanlığı, değerlendirmesini en başta 1948 tarihli “Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” olmak üzere bir dizi uluslararası hukuk metnine dayandırıyor. Bu çerçevede AİHM’nin Perinçek ve Merçan kararlarına da referans yapılıyor.
Açıklamanın bu bölümünde, AİHM’nin ilgili metinlerde 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği konusunda bağlayıcı karar alma yetkisinin bulunmadığını ifade ettiği hatırlatılıyor. Kararda, bu çerçevede 1915 olayları ile ilgili herhangi bir hak iddiasının AİHM nezdinde ileri sürülemeyeceği kaydediliyor.
Ayrıca, AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in aynı konuda yaptığı değerlendirmede de Biden’ın “soykırım” açıklamasını eleştirirken referanslarından biri AİHM’nin Perinçek kararı olmuştur.
‘YAHUDİ HOLOKOSTU’NU AYRI TUTUYOR
“İhlal” verilmesinin nedeni, AİHM’nin “soykırım” tezine karşı çıkan Perinçek’in cezalandırılmasını ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirmesidir. Bununla birlikte, Büyük Daire’nin son derece ayrıntılı bir şekilde kaleme aldığı Perinçek kararının gerekçesi, “Ermeni soykırımı” iddialarıyla ilgili tartışmaları yakından ilgilendiren pek çok hukuki değerlendirme ve tespite de yer veriyor.
Mahkeme, kararda Perinçek’in ifadelerinin “kamu yararına ilişkin bir konuda olduğunu, nefret veya hoşgörüsüzlüğe çağrı niteliği taşımadığını” da belirtiyor.
Önemli bir nokta, Büyük Daire’nin İsviçre mahkemelerinin 1915 olaylarının hukuki açıdan nitelendirilmesinde “genel bir konsensüs” bulunduğu tezini “problematik” bulmasıdır.
Kararın çok kritik bir yönü, AİHM’nin kendi içtihadına dayanarak, İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilerin hedef olduğu “Holokost”un inkârının cezalandırılmasını demokratik bir toplum açısından gerekli olduğunu tekrarlamasıdır. Mahkeme Holokost karşısında bu pozisyonu alırken, “Ermeni soykırımı” iddialarını tamamen farklı bir çerçevede değerlendirerek, bu tartışmada “soykırım” görüşünün reddinin cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı buluyor. İkisi arasında kesin bir ayrım yapıyor.
Altı çizilmesi gereken bir başka nokta, kararda “İsviçre’nin, soykırımı inkâr eden bir ifadeyi suç haline getirmesi için uluslararası hukuktan kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunmadığının” belirtilmesidir.
ANKARA: ŞOKE EDİCİ FİKİRLERİFADE ÖZGÜRLÜĞÜDÜR
Kararın dikkat çekici yönlerinden biri de, dosyanın Büyük Daire’de görüşülmesi sırasında davaya müdahil olarak katılan Türk hükümeti tarafından Perinçek’i desteklemek amacıyla iletilen hukuki değerlendirmedir. Bu değerlendirmede, Perinçek’in katliamlar ve sınır dışı etmelerin varlığını sorgulamadığı, sadece bunların soykırım olarak nitelendirilmesine karşı çıktığı belirtilerek, bu yönüyle dosyanın “Holokostun inkârı” davalarından farklı olduğu belirtiliyor.
Bu değerlendirmenin ifade özgürlüğü boyutu oldukça kuvvetlidir. Türk hükümeti, Perinçek’in “provokatif” davrandığını kabul ediyor ama bunu 1915 olaylarının mağdurlarını karalamak değil bir kamuoyu tartışmasını tetiklemek için yaptığını belirtiyor. Kararda, Türk hükümetinin görüşünden yapılan alıntıda “İfade özgürlüğü bir derece provokasyonu kapsar. Bu, düşmanca bir tarz içerse dahi şoke edici ve incitici fikirler ve bunların aktarıldığı biçim için de geçerlidir” deniliyor. Bu tezler büyük ölçüde AİHM içtihatlarına dayanıyor.
Özetle, Türk hükümeti, AİHM’de görülen davada ifade özgürlüğü konusunda mahkemenin özgürlükçü içtihatlarıyla uyumlu oldukça ileri bir çizgide durmuştur.
AİHM KARARLARININ UYGULANMASI TARTIŞMASI
Kuşkusuz, AİHM kararlarının 24 Nisan’dan sonra bu şekilde gündeme gelmesi, Türk kamuoyunda AİHM kararlarıyla ilgili sürmekte olan tartışmalar açısından üzerinde durmamız gereken bir durum yaratıyor.
Son yıllarda AİHM’nin özellikle siyasi nitelikteki davalarla ilgili verdiği ihlal kararlarının uygulanmamasından kaynaklanan yoğun bir tartışma sürüyor. Bu çerçevede en başta Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş dosyaları olmak üzere AİHM’den çıkan ihlal kararlarının uygulanmaması, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği tarafından sürekli bir eleştiri olarak Türkiye’nin önüne konuyor.
AİHM kararları söz konusu olduğunda, Türkiye’nin Ermeni meselesiyle ilgili tezlerinin lehinde olan kararları sahiplenirken, ihlal çıkan kararların gereklerinin yerine getirilmemesi, kuşkusuz tutarlılık bakımından ciddi bir problem oluşturuyor. Türkiye’nin kararlar karşısında seçici, ayrımcı bir şekilde davranması, sahiplendiği kararlardaki haklılığına ve inandırıcılığına kaçınılmaz olarak gölge düşürüyor.
Üstelik burada mesele yalnızca çok güncel olan 24 Nisan tartışması değildir. Örneğin, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun yakın bir tarihte Ankara’da Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’a gazetecilerin önünde -Yunanistan Batı Trakya Türkleriyle ile ilgili AİHM’nin ihlal kararlarını uygulamadığı için- haklı olarak yönelttiği eleştiriyi de bu çerçevede hatırlayabiliriz.
Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46’ncı maddesinin birinci fıkrası “Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler” hükmünü taşıyor. Avrupa ile yeni bir başlangıcın yapılması yolunda kuvvetli mesajların verildiği bir dönemde Türkiye’nin bu sözleşmeyle üstlendiği yükümlülükleri yerine getirmesi, dünya tarafından tutarlı bir ülke olarak görülmenin daha fazla ertelenemeyecek bir gereğidir.
Paylaş