Paylaş
Erdoğan, Batı Trakya’daki Türk azınlığın hak ve özgürlüklerinin iyileştirilmesi gereğini Lozan Antlaşması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları çerçevesinde gerekçelendirdi; bu talebini hem Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopoulos hem de Başbakan Aleksis Çipras’a aktardı.
Geçen cuma günü ziyaretinin Batı Trakya ayağında Gümülcine’de Türklerle buluşmasında yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanı topluluğa şöyle seslendi:
“Sizlerin Lozan Antlaşması, Avrupa Birliği müktesebatı ve evrensel insan hakları anlayışına uygun olarak her türlü imkândan yararlanmanızı istiyoruz. Bu çerçevede Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının uygulanmasını bekliyoruz.”
*
Erdoğan’ın çıtayı Lozan’ın yanı sıra evrensel insan hakları ve AİHM kararları olarak koyması ve bu ölçülerin uygulanmasını talep etmesi önemlidir. Türkiye’nin evrensel hukuk ölçülerine taahhüdünün ülkenin en yüksek makamı tarafından bir kez daha teyit edilmiş olması kuşkusuz sevindirici bir gelişme olarak karşılanmalıdır.
Ayrıca Cumhurbaşkanı’nın Batı Trakya ile ilgili eleştirilerinde her bakımdan haklı olduğunu vurgulamalıyız. Gerçekten de AİHM’nin Batı Trakya’daki azınlık için aldığı bir dizi karar söz konusudur ve Avrupa Birliği üyesi Yunanistan, AB müktesebatının da üstünde olan bu kararların uygulamasında işi yokuşa sürmektedir.
AİHM’nin konuyla ilgili kararlardan biri 17 Ocak 2003 tarihlidir ve doğrudan Batı Trakya’daki müftü seçimleriyle ilgilidir. İskeçe’deki Müslüman azınlığın 1999 yılında yaptığı seçimde müftülüğe Mehmet Emin Aga seçilmiş, ancak Yunan makamları bu seçimi tanımayarak makama bir başka din görevlisini atamıştır. Aga, görevini bırakmayıp müftülük yetkilerini kullanmaya devam edince Yunan mahkemeleri tarafından birçok kez yargılanıp mahkûm edilmiş, verilen hapis cezaları para cezasına çevrilmiştir.
AİHM, oybirliği ile aldığı kararda Yunanistan’ın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Din ve vicdan özgürlüğünü” de düzenleyen dokuzuncu maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir.
*
Bunu farklı bir kategoride iki benzer karar izlemiştir. İlk, İskeçe’de 1983’ten beri süren “İskeçe Türk Birliği” ile ilgili bir anlaşmazlığı konu alıyor. İkincisi ise Gümülcine’de 2001 yılında kurulan “Rodop İli Türk Kadınları Kültür Derneği” hakkındadır. Yunan makamları, her iki derneğin de isimlerinde “Türk” sözcüğünü kullanamayacağına karar vermiş, dernekler kapatılmış, lokallerindeki Türk sözcüğü geçen tabelalar sökülmüştür. AİHM, 27 Mart 2008 tarihinde her iki dosyada da oybirliği ile yasağın Sözleşme’nin “Toplantı ve dernek kurma özgürlüğüne” ilişkin 11’inci maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir.
*
AİHM’de Türk azınlığı ilgilendiren bir diğer başlık, muhtemelen önümüzdeki yıl sonuçlanması beklenen ilginç bir başvuru. Bu dosyada, şeriat hukuku uygulandığı için eşinin mirasından yararlanamayan Hatice Molla Salih adında 67 yaşındaki bir kadının başvurusu karar bekliyor. Kocası, ölümünden önce mirasını eşine bırakan noter onaylı bir vasiyet imzalamış, ancak Hatice Salih’in görümceleri Gülsüm ve Nedime hanımlar, Lozan Antlaşması’nın “Aile statüleri konusundaki sorunların azınlıkların törelerine göre çözümlenmesine” cevaz veren hükmüne dayanarak vasiyete itiraz etmiştir.
Uzun süren anlaşmazlık mahkemenin ve ardından Yargıtay’ın şikâyetin “şeriat hukuku” çerçevesinde çözüme kavuşturulması yolundaki kararıyla sonuçlanmış, bu karar sonucu mirasın büyük bölümü İslam hukukuna göre görümcelere geçince, Hatice Salih konuyu Strasbourg’daki AİHM’ye götürmüştür.
*
Burada önem taşıyan husus, Cumhurbaşkanı’nın Türk azınlığın maruz kaldığı haksızlıklar, ayrımcı uygulamalar söz konusu olduğunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını sahiplenmesi, Yunan hükümetini bu kararları uygulamaya davet etmesidir.
Gelgelelim Türkiye’nin de uygulamadığı pek çok AİHM kararı bulunuyor. Atina ve Gümülcine’de dile getirilen talep, kaçınılmaz olarak Türkiye’nin uygulamadığı AİHM kararlarıyla ilgili yükümlülüklerini projektör altına getirmiyor mu?
Paylaş