Başbakanlık Müsteşarı siyasal İslamcı olunca

BUGÜN Başbakanlık Müsteşarlığı makamında oturmakta olan Prof. Ömer Dinçer, 1995 yılında bir sempozyuma sunduğu bilimsel bildiride, ‘‘21. yüzyıla girerken dünya ve Türkiye'nin gündemindeki İslam’’ın durumunu irdeliyor.

Bu metindeki tezleri çözümleyebilmek için önce Dinçer'in kullandığı bazı temel kavramları ve bu kavramlara yüklediği anlamları açıklayarak işe başlayalım.

Dinçer, İslam'ı ‘‘bir hayat tarzı ve hayatın bütün yönlerini kapsayan bir sistem’’ olarak tanımlıyor. Bu, son derece kapsayıcı bir tanımlama.

Kapsama alanının genişliği, İslam'ın karar alma erkini, yani iktidarı hedeflemesi, devlet düzeninde nazım bir rol oynamasına kadar varıyor.

Örnek: ‘‘İslam'ı öğrendikçe göreceğimiz şey şuydu: İslam bir bütündür ve hayat tarzıdır. Siyaseten de karar gücüne yönelik hareketler yapmak zorundaydı.’’

Dinçer,
bir başka bölümde, İslam'ın ‘‘karar verme hakkını talep etmesi’’ni öneriyor.

SİYASET TARİKATLARLA KAYNAŞMALI

Dinçer'
ın bakışında ‘‘üst kavram’’ olan İslam'ın iki ‘‘alt öğesi’’ var.

Bunlardan birincisi, ‘‘Kültürel öncelikli İslami hareketler’’. Dinçer, bu alt öğeyi, ‘‘İslam'ın yüceliğini vurgulayan, ancak siyasi yönleri olmayan hareketler’’ şeklinde tarif ediyor ve örnek olarak Fethullah Gülen'i, Nurculuk hareketini, Süleymancılık ve diğer tarikatları sıralıyor.

İkinci alt öğe ise ‘‘Siyasi öncelikli İslami hareketler’’. Bunlar, ‘‘devlet yönetimini ve karar merkezini ele geçirerek, toplumda değişiklik sağlamaya yönelen hareketler.’’ Örnek olarak Refah Partisi veriliyor.

Dinçer, çizdiği stratejide, ‘‘Türkiye'deki İslami hareketlerin toplumsal bir değişimi sağlayabilmeleri için’’ ilk koşul olarak ‘‘nasıl bir devlet ve toplum istediklerini tanımlamalarını’’ öneriyor.

Diğer öneri, yukarıdaki iki alt öğenin ortak sinerjisinin yaratılması:

‘‘İkincisi, Türkiye'de kültürel öncelikli İslami hareketler ile siyasi öncelikli İslami hareketlerin karşılıklı ilişki ve etkileşimlerinin yeniden tanzim edilmesidir. Eğer bu iki hareket bütünleşmiş bir halde devam ettirilebilirse, Türkiye'de İslam'ın hiçbir ülkede görülmemiş bir şekilde sağlam bir temel üzerinde gelecek vaat ettiğini söyleyebiliriz.’’

CUMHURİYET İLKELERİ MÜSLÜMAN YAPIYA DÖNÜŞMELİ

Dinçer,
bildirisinde, modern devleti eleştiriyor, cumhuriyetin ilkelerini, ulus devlet ve milliyetçilik esasına dayalı devlet anlayışını sorguluyor, hatta bu ilkelerin değiştirilmesini savunuyor.

Bu çerçevede, Dinçer, ‘‘laiklik ilkesinin yerini İslam'la bütünleşme’’ modeline bırakmasının ‘‘gerekli olduğunu’’ söylüyor.

Bildirideki en kritik cümlelerden biri, Dinçer'in cumhuriyetin ‘‘Müslüman bir yapıya devredilmesini’’ önerdiği şu bölüm:

‘‘Türkiye Cumhuriyeti'nin başlangıçta ortaya koyduğu laiklik, cumhuriyet ve milliyetçilik gibi birçok temel ilkenin yerini daha çok katılımcı, daha adem-i merkezi, daha Müslüman bir yapıya devretmesi zorunluluğunun ve artık bunun zamanının geldiği düşüncesini taşıyorum.’’

İSLAMİ HAREKETLER PATLAMA YAPACAK

Dikkat çekici bir başka bölümde, diğer İslam ülkelerinin durumunu değerlendirirken, Dinçer, ‘‘İran, Malezya ve Sudan'ın umutla beklediğimiz ama belirsizlik ifade eden bir yapısı vardır’’ diyor.

Daha az düşündürücü olmayan, Dinçer'in Pakistan'daki dini hareketlerin başarısızlığı konusundaki gözlemleridir.

Pakistan'daki Tebliğ Cemaati ile Cemaat-i İslami hareketlerinin ‘‘aralarındaki inanılmaz kopukluk nedeniyle sonuç alamamalarını’’ Dinçer, ‘‘bizim için ders alınması gerekli bir gelişme’’ olarak görüyor.

Dinçer, ayrıca ‘‘Türkiye'de İslam adına halkın eski gücünü ve onurunu kazanabilmesi adına büyük bir enerji birikiminin söz konusu olduğunu belirterek’’ şöyle konuşuyor:

‘‘Türkiye'nin değişimi ve dünyada yeni bir güç olarak ortaya çıkabilmesi, bu biriken enerjiyi kullanabilmesine bağlıdır.’’

En çarpıcı bölüm finalde yer alıyor:

‘‘İslam dünyasında bugün gerçekten bir enerji birikmiştir. Buna engel oluşlar devam ettiği müddetçe İslami hareketlerin bir patlama yapacağını söyleyebiliriz. Eğer önü açılmayacak olursa Yeni Dünya düzeni de Türkiye'deki İslami gelişmeler karşısındaki bürokratik mekanizma gibi aynı sonuçlarla karşı karşıya kalacaktır.’’

(Not: Başbakanlık Müsteşarı, 24 Aralık günü yaptığı açıklamada, bu görüşlerinin arkasında durmuş, gelişmelerin kendisini haklı çıkardığını ima etmiştir.)
Yazarın Tüm Yazıları