Paylaş
Mahkemenin bu kararı, Türkiye’de hak ihlalleri söz konusu olduğunda sıkça devlet görevlilerinin sorumluluklarının üzerini örtmeye dönük yaygın “cezasızlık kültürü”nün gerisindeki zihniyeti sergileyen, bu zihniyetin pratiklerinin nasıl işlediğini belgeleyen bir referans metin olarak görülebilir.
Aslında devletin muhtelif birimlerinin, bir vatandaşın ölümüyle sonuçlanan bir hadise karşısında izledikleri hareket tarzının bir MR’ını çekiyor AYM kararı. Baktığımızda, kesitler halinde bu soruşturmaya dahil olan bütün devlet kademelerinin sorumluluklarını tek tek görebiliyoruz.
Viranşehir Cumhuriyet Başsavcılığı, Viranşehir Emniyet Müdürlüğü, Şanlıurfa Adli Tıp Şube Müdürlüğü, daha sonraki aşamada ikinci bir otopsi raporu yazan İstanbul’daki Adli Tıp Kurumu, Şanlıurfa Birinci Sulh Ceza Hâkimliği, AYM’ye Başsavcılığın “olayı aydınlatan bir soruşturma yürüttüğünü” belirten Adalet Bakanlığı...
Hepsi, evinin önünde yoğun biber gazına maruz kaldıktan sonra şuuru kapalı bir şekilde hastaneye kaldırılıp yoğun bakıma alınan ve burada hayatını kaybeden Aynur Kudin’in ölümünde devlet görevlilerinin herhangi bir kusurlarının olmadığı tezinde pay sahibidir elbirliği içinde. Özetle, cezasızlık kültürü bir kez daha kendisini göstermiştir.
KAMU GÖREVLİLERİ HESAP VERMEK ZORUNDA
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, ikinci maddesinde “Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur” diye başlıyor. Anayasa’nın 17’nci maddesi “Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” diyerek yaşam hakkını güvence altına alıyor. Bu da vatandaşların Anayasal bir hak olarak yaşam hakkının getirdiği güvencelere sahip olmalarını zorunlu kılıyor.
Bu güvencelerin işlemediği ve ihlallerin meydana geldiği durumlarda devlet bu olayları soruşturmak yükümlülüğü altında. AYM kararında Anayasa’nın 17’nci maddesine atıf yapılıyor ve, “Ölümle sonuçlanan bir sürecin gerçekleşme koşullarının ortaya çıkartılmasının açık bir gereklilik olduğu” hatırlatılıyor.
Bu çerçevede, “Kamu görevlilerinin adli merciler dahil, hiçbir merciye eylemleri ile ilgili olarak hesap vermedikleri bir ortamın oluştuğu veya oluşturulduğu izleniminin ortaya çıktığı hallerde hukuk devletine olan inanç ve adalete olan güvenin zedeleneceği” uyarısı yapılıyor.
AYM, bu görüşleri vurguladıktan sonra dosyada şu sonuca varıyor: “Tüm bu belirlemeler ışığında A.K.’nın şüpheli ölümünü tüm yönleriyle aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit eden, yaşam hakkının sağladığı güvencelerin gerektirdiği derinlik ve ciddiyette bir soruşturmanın yürütüldüğünü söylemek mümkün görünmemektedir.”
Özetlersek, devlet, ölümle sonuçlanan bu hadisede “yaşam hakkı” kapsamında etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğünü yerine getirmemiştir.
AYM’NİN OYBİRLİĞİ İLE HAREKET ETMESİ ÖNEMLİ
Raportörlüğünü Volkan Çakmak’ın yaptığı bu kararın önem taşıyan bir yönü, Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü’nün beş üyesinin oybirliği ile alınmış olmasıdır. Kararın altında Başkanvekili Kadir Özkaya ile üyeler Engin Yıldırım, Celal Mümtaz Akıncı, Emin Kuz ve Basri Bağcı’nın imzaları var. Bu isimlerin bazıları Abdullah Gül, bazıları ise Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlıkları dönemlerinde AYM’ye gelmiş üyeler.
Daha ilginç bir nokta, bu kararda oybirliği ile hareket eden üyelerin geçmişte “Barış Akademisyenleri” ya da Osman Kavala başvurusu gibi AYM’de bölünmeye yol açan bazı kritik kararlarda farklı yönlerde oy kullanmış olmaları.
Örneğin, 2020 yılında Kavala hakkında oy çokluğuyla verilen ve kendisinin tutukluluğunda ihlal görmeyen kararda, Başkan Vekili Özkaya bu karara katılırken, Yıldırım, Akıncı ve Kuz ihlal olduğunu belirterek muhalefet şerhi yazmışlar.
Ancak son İkinci Daire kararında, bu üyeler Aynur Kudin’in ölümünde etkili bir soruşturma yürütülmediği tespiti üzerinde görüş birliği içinde davranmışlar.
Bu yönüyle bakıldığında, bireysel başvurular karşısında, özellikle kötü muamele ve etkili soruşturma eksikliği gibi başlıklarda AYM’de oybirliği kalıbının -istisnalarla birlikte- belli ölçülerde tekrarlandığı söylenebilir. Buna karşılık, farklı başlıklarda oybirliğinin sağlanamadığı pek çok karar da söz konusu olabiliyor. Dolayısıyla, AYM kararlarıyla ilgili genelleme yaparken belli bir ihtiyat payı bırakmak gerekiyor.
İHLALE YOL AÇAN NEDENLER GİDERİLMELİ
Tabii bu dosyada mahkemeden ihlal kararının çıkmış olması tek başına yeterli değildir. Asıl önem taşıyan nokta, ihlal tespitinden sonra bu kararın uygulanması, yani ihlali yaratan durumun düzeltilmesi, ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasıdır.
AYM, bu çerçevede bundan sonra ne yapılacağını da kayda geçiriyor kararında. İhlal yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğü bakımından verildiğine göre, yapılması gereken yeniden soruşturma açılmasıdır. Bu soruşturmanın AYM’yi ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gidermesi, ayrıca kararda belirtilen ilkelere uygun bir şekilde yürütülmesi gerekiyor.
AYM, yeniden soruşturma yapılmak üzere kararın bir örneğinin Viranşehir Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine de karar vermiştir.
Bu soruşturmada dikkate alınması gereken noktalardan biri, ölüme neden olan hadisede polisin biber gazı kullanırken İçişleri Bakanlığı’nın bu konudaki genelgelerine uygun bir şekilde davranıp davranmadığının da tespit edilmesi gereğidir.
Hatırlamalıyız ki, AİHM’nin biber gazı kullanımı konusundaki içtihatları, büyük ölçüde geçmişte Türkiye’ye bu alandaki kuralsız uygulamalar nedeniyle verilen ihlaller üzerinden şekillenmiştir. Bu çerçevede İçişleri Bakanlığı tarafından biber gazının kullanımını kesin kurallara bağlayan genelgeler yayımlanmıştır. Ancak uygulama hâlâ sıkça sorunlara yol açmaktadır. AYM de aldığı bir dizi kararda -insan sağlığına dönük tehlikeleri nedeniyle- uygulamada bu önleme başvurulurken dikkat edilmesi gereken ilkeleri vurgulamıştır.
AYM’NİN TUTUMU CESARETLENDİRİCİ
Aynur Kudin artık aramızda değil. Hiç olmazsa bundan sonraki aşamada en azından etkili bir soruşturma yürütülüp bu vatandaşımızın ölümüne neden olan sorumluların hesap vermelerinin sağlanması gerekiyor. Vatandaşların yaşam hakkına saygı gösteren bir hukuk devletinde olması gereken budur. Bu açıdan soruşturmanın bundan sonraki seyrinin kamuoyu tarafından yakından izlenmesi önem taşıyor.
Son bir noktanın altını çizelim. Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı konularındaki bütün kuvvetli tartışmalar ve bu tartışmalara, eleştirilere yol açan ciddi sorunların sürdüğü bir dönemde, Anayasa Mahkemesi’nden son örnekte görüldüğü gibi hak eksenli kararların çıkmakta oluşu her şeye rağmen cesaretlendirici bir durumdur.
Paylaş