Paylaş
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulamasını gözden geçiren Bakanlar Komitesi, “Opuz Grubu/Türkiye” dosyasında Türk makamlarına bir dizi çağrıda bulunan yeni bir kararı kabul etti.
“Opuz Grubu” nedir? Bu, öncelikle Türkiye’de şiddete maruz kalmış Nahide Opuz adındaki bir vatandaşımızın başına gelenler üzerine 2002 yılında AİHM’ye başvurup 2009’da kazandığı davadan çıkan hak ihlali kararını konu alıyor. AİHM’de Türkiye’de kadına şiddet başvurularında çıkan benzer içerikteki ihlal kararları “Opuz Grubu” altında toplanıp Bakanlar Komitesi’nde birlikte değerlendiriliyor.
Bakanlar Komitesi, Konsey’in AİHM kararlarının uygulamasını denetlemekle sorumlu olan organıdır. Komite, değerlendirmesinde kararın uygulandığına kanaat getirdiği takdirde ihlalle ilgili dosya kapatılmakta, aksi yönde değerlendirme yaparsa dosya açık kalmaktadır.
Geçen haftaki toplantıdan sonra alınan karara bakılırsa, aradan 13 yıl geçtiği halde özellikle “Opuz Kararı” ve ayrıca bu başlık altındaki diğer benzer kararların önemli bir bölümü yine açık kalmıştır.
AİHM YENİ İÇTİHAT GETİRİYOR
Meseleyi değerlendirebilmek için spesifik olarak Nahide Opuz kararının içeriğine bakalım. Açık kaynaklarda bu kararın içeriğiyle ilgili ayrıntılı bilgi bulmak mümkündür. Çok özet aktarmak gerekirse, bu dosya Diyarbakır’da yaşayan Nahide Opuz’un sistematik bir şekilde eşi Hüseyin Kopuz’un ağır şiddetine maruz kalmasıyla ilgilidir. Resmi makamlara tam 36 kez şikâyette bulunmuştur kocası hakkında.
Başvuruya konu olan olaylar kocasının 2002 yılında kendisiyle birlikte hareket eden annesini öldürmesine kadar varmıştır. Eşi yakalandıktan sonra yargılanıp cinayetten mahkûm olduğu halde, bir dizi indirimden yararlanarak altı yıl kadar hapis yatmış ve 2008 yılında serbest kalıp yeniden eşini tehdide başlamıştır.
AİHM, 2009 yılında Nahide Opuz’la ilgili verdiği kararda, aile içi şiddeti engelleyip kendisini koruyamadığı, aynı zamanda kadına karşı ayrımcılığı ortadan kaldırmak için gerekli önlemleri almadığı gerekçesiyle Türkiye’yi mahkûm etmiştir.
Bu karar, mahkemenin tarihinde kadına şiddet konusundaki önemli bir içtihadı da beraberinde getirmiştir. AİHM, kadına şiddet başlığı altındaki şikâyetlerde ihlal kararlarını daha önce Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz” şeklindeki üçüncü maddesinden vermekteydi. Mahkeme, bu kararında ise AİHS’nin üçüncü maddesine ek olarak aynı zamanda “Cinsiyete dayalı ayrımcılık yapılamayacağını” da öngören 14’üncü maddesinden de ihlal vermiştir.
Böylelikle, kadına dönük şiddet AİHM içtihatlarında bir ayrımcılık kategorisi olarak kayda geçmiştir.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ HAZIRLANIYOR
Önemli bir sonucu daha olmuştur bu kararın. Bu alandaki benzer şikâyetlerle de birleşince Avrupa Konseyi’nde kadınlara yönelen şiddet ve ayrımcılıkla daha kuvvetli mücadele edilebilmesi için kapsamlı bir çözüm bulunması, bu çerçevede bir uluslararası sözleşme hazırlanması arayışı başlamıştır.
Bu konuda başlatılan çalışmalar kadına şiddet üzerinde en kapsamlı hukuki metin olarak hazırlanan bir sözleşmenin 2011 yılında İstanbul’da imzaya açılması ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmesiyle sonuçlanmıştır. İlk imzalar İstanbul’da atıldığı için “İstanbul Sözleşmesi” adı verilmiştir bu sözleşmeye.
Ancak 20 Mart 2021 tarihinde yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararı ile Türkiye İstanbul Sözleşmesi’den çekilmiştir.
BAKANLAR KOMİTESİ HANGİ ÇAĞRIDA BULUNDU?
Geçen hafta Bakanlar Komitesi’nde “Opuz Grubu” ile ilgili alınan kararın “Genel Önlemler” bölümüne baktığımızda, önce Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinden “üzüntü” duyulduğu ifade ediliyor. Ardından, Türk makamlarına kadına dönük ve aile içi şiddete son verme taahhütlerini göstermeleri açısından bu kararı gözden geçirmeleri çağrısı yapılıyor.
Kararda son dönemde aile içi şiddet konusundaki üst düzey resmi açıklamalar ve Türk Ceza Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yapılan değişikliklerin olumlu karşılandığı vurgulanmakla birlikte, bütün bunlara rağmen aile içi şiddete maruz kalan mağdurların sayısının devamlılık içinde “yüksek” bir şekilde seyrettiği belirtiliyor.
Burada olumlu gelişme ile kastedilen özellikle 2020 yılında Türk Ceza Kanunu’nda getirilen bir değişiklikle eşe ve eski eşe karşı kasten yaralama suçlarında da “şikâyet aranmaksızın” ceza verilmesinin hükme bağlanmasıdır.
Bununla birlikte Bakanlar Komitesi, yasal ve diğer alanlarda atılması gereken başka adımlara da ihtiyaç bulunduğunu vurguluyor. Aile içi şiddet sorununa kurumsal olarak verilecek karşılıktaki boşlukların giderilmesi, yargı ve kolluk tarafından bu sorunla ilgili veri toplamanın iyileştirilmesi beklentiler arasındadır. Bu başlıktaki en önemli beklentilerden biri uygulamaya ilişkindir. Kararda yürürlükteki mevzuatın bütün makamlar tarafından gerektiği gibi uygulanmasının sağlanması isteniyor.
KARARI ALAN AİHM YARGICI NE DİYOR?
2009 yılında “Nahide Opuz” kararını alan AİHM Üçüncü Daire yargıçlarından biri, bugün Kadir Has Üniversitesi İnsan Hakları Merkezi’nin başında bulunan Prof. Işıl Ergüvenç Karakaş’tı. Dün kendisiyle yaptığımız sohbette, Prof. Karakaş, Bakanlar Komitesi’nden geçen hafta çıkan “Opuz Grubu” kararının kendisini şaşırtmadığını söyledi, “Evet, bazı alanlarda ilerlemeler sağlanmış olsa da bu karar bize yapılanların yetersiz olduğunu söylüyor” diye konuştu.
Prof. Karakaş, Opuz kararıyla AİHM’in kadına şiddeti “ayrımcılık” olarak nitelendirerek önemli bir içtihat ortaya koyduğunu, bu kararın Türkiye’den sonra özellikle Rusya, Romanya, Moldova gibi ülkelerden yapılan bu konudaki şikâyetlerde de mahkemenin dayandığı temel bir referans haline geldiğini hatırlattı.
Peki 2009’da alınan bu kararın hayata geçirilebilmesi için bundan sonra yapılması gerekenler neler? Prof. Karakaş, şu gözlemleri belirtiyor:
“Sorunun pek çok boyutu var. Bir kere, buradaki en önemli meselelerden biri, yargının yapılan şikâyetlerin sonuçlandırılmasında pasif kalmasıdır. Yargının şikâyetler karşısında ağır bir şekilde işlemesi şiddeti doğuran bir ortamın yaratılmasına katkıda bulunuyor. Bu arada, şiddet gören kadınlar şikâyet etseler de, çevre baskısıyla ya da kocalarından korktukları için şikâyetlerini geri çekmek durumunda kalabiliyorlar. Ama mevzuatta yapılan iyileştirme ile şikâyet geri çekilse bile adli makamların soruşturmaya devam etmeleri gerekiyor.”
UZAKLAŞTIRMA KARARLARI DAHA SIK VERİLMELİ
Yine Karakaş’a göre, bir diğer sorun şikâyetler yapıldığında güvenlik güçlerinin eşler arasında arabuluculuk rolüne soyunabilmeleridir. Daha önemlisi, koruma tedbirleri istendiğinde devletin bu tedbirlerini yeterince etkili bir şekilde uygulayamamasıdır. Prof. Karakaş, “Devletin bu kararları layıkıyla uygulaması gerekiyor. Uzaklaştırma kararlarının hem daha sık verilmesi ve hem de daha etkili uygulanması gerekiyor” diye konuşuyor.
Eski AİHM yargıcı, “Cezalandırma da çok önemli” diyerek meselenin cezasızlık boyutuyla ilgili şu çarpıcı örneği veriyor: “Opuz davasının önemi burada karşımıza çıkıyor. Kocası eşine şiddet uyguluyor, eşinin annesini öldürüyor ve buna rağmen çok az ceza alıyor ve kısa zamanda hapisten çıkıyor. Şiddete uğrayan kadın adını değiştirdi ve hâlâ saklanıyor. Çünkü kendisine şiddet uygulayan, annesini öldüren kişi dışarıda dolaşıyor.”
Prof. Karakaş’ı iyimserliğe sevk eden başlıklardan biri, kadına şiddet konusunda toplumdaki farkındalığın artmakta oluşu. Eski AİHM yargıcı, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinin de büyük önem taşıdığını ifade ederek, “Bu da kadınların bilinçlenmesine yardım ediyor, kadınlar susmamaya başlıyorlar” ekliyor.
Ve nihayet İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının da Türkiye’yi sözleşme çerçevesindeki denetim mekanizmalarının dışında tuttuğu için kadına şiddetle mücadelenin gerilemesine yol açacağını belirtiyor Prof. Karakaş.
Kendisinin açıklamalarından anladığımız, Bakanlar Komitesi’nde “Opuz Kararı”nın kapatılabilmesi için Türkiye’nin daha kat etmesi gereken uzun bir yol var.
DÜZELTME: Dünkü yazımızda Medeni Kanun’un evlenme yaşıyla ilgili hükmünde geçen yaş sınırları konusunda bir karışıklık olmuştur. Kanunun 124’üncü maddesine göre, erkek veya kadının evlenebilmeleri için “onyedi yaşını doldurmaları” gerekmektedir. Maddenin ikinci fıkrasında “Ancak, hâkim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple onaltı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Olanak bulundukça karardan önce ana ve baba veya vasi dinlenir” deniliyor.
Paylaş