Paylaş
Bu görüntüyü izleyince kritik bir soruya yanıt bulmamız gerekiyor. Meşru bir Meclis Başkanı’nın kendi görev mekânına girmesine Cumhurbaşkanı’ndan talimat almış askerler tarafından izin verilmezse, bu fiil bir darbe midir, değil midir?
Gannuşi, kendi cephesinde yanıtı “darbe” olarak veriyor, “Tunus halkının özgürlükleri elinden alınarak saldırıya maruz kaldığını” söylüyor. Ve ekliyor: “Tunus halkı tiranlık dönemlerine dönmeyi kabul etmeyecektir. Özgürlük tehlike altında olduğu müddetçe yaşamanın bir değeri yoktur.”
BEYAZ SARAY HUKUKİ MÜTALAA BEKLİYOR
Meclis Başkanı’nın engellenmesinin gerisinde, Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in geçen pazar gecesi ülke yönetimine el koyması yatıyor. Said, ülkede olağanüstü hal ilan ederek, Meclis’in faaliyetlerini askıya almış, milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmış, ayrıca Başbakan Hişam el Meşişi’yi de görevden almıştır. Gerekçeleri, ülkenin içine girdiği ekonomik ve siyasi krizin yanı sıra COVID-19 salgınının kontrolden çıkmış olmasıdır.
Ve geçen pazar gününden bu yana Tunus Cumhurbaşkanı’nın attığı bu adımın darbe olup olmadığı, anayasanın kendisine bu yetkileri tanıyıp tanımadığı soruları uluslararası alanda da hararetli bir tartışmanın konusudur.
Örneğin ABD cephesinde Beyaz Saray, pazartesi günü Tunus’taki hadisenin bir darbe olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği hususunda henüz bir tespit yapmadıklarını, önce Dışişleri Bakanlığı’nın hukuki açıdan bir analiz hazırlamasını beklediklerini açıklamıştır.
CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI OKTAY: ‘ENDİŞE VERİCİ’
Müdahalenin Türkiye cephesinde nasıl karşılandığı sorusuna gelirsek... Resmi düzeyde yapılan bütün açıklamalar yan yana konduğunda ilginç bir tablo karşımıza çıkıyor.
Önce Cumhurbaşkanlığı cephesine bakalım. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, yaptığı sosyal medya paylaşımında Tunus’taki durumu “endişe verici” olarak nitelendirerek, “Her zaman dost ve kardeş Tunus’un demokratik kazanımlarının destekçisi olduk, bundan sonra da desteğimiz demokratik Tunus için olacaktır” diyor.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “demokrasi ve milli irade” vurgusuyla “demokrasinin bir an önce yeniden tesis edilmesi gerektiğini” belirtiyor. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ise “halkın demokratik iradesinin yok sayılmasını reddettiklerini” kaydediyor, “anayasal meşruiyeti ve halk desteği olmayan girişimleri kınadıklarını” söylüyor.
AK PARTİ SÖZCÜLERİNDEN VE TBMM BAŞKANI’NDAN“DARBE” NİTELEMESİ
AK Parti adına yapılan beyanlarda ise açıkça “darbe” nitelemesi yer alıyor. Örneğin AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Tunus’ta yaşananları “Siyasi meşruiyete yönelik bir darbe” olarak nitelendiriyor, Cumhurbaşkanı’nın girişiminin “anayasal zemininin bulunmadığını, meşru olmadığını” söylüyor.
AK Parti Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş da “Türkiye’nin duruşu bellidir. Türkiye her zaman darbelere karşıdır” diyor.
En sert açıklama TBMM Başkanı Prof. Mustafa Şentop’tan geliyor. “Tunus’ta yaşananlar endişe verici. Seçilmiş parlamentoyu ve milletvekillerini görev yapmaktan men eden kararlar anayasal düzene karşı darbedir. Askeri-bürokratik darbe her yerde gayrimeşrudur, Tunus’ta da gayrimeşrudur” diye konuşuyor Şentop.
Bu yönüyle, parlamento kapısından geri çevirilen Tunuslu mevkidaşı Gannuşi ile tam bir dayanışma içinde görünüyor.
Bu noktada Tunus’ta siyasi İslamcı çizginin en kuvvetli temsilcisi olan Nahda Hareketi’nin lideri Raşid el Gannuşi’nin AK Parti ile eskiden beri yakın ilişkisi olduğunu, birçok kez Türkiye’yi ziyaret ettiğini hatırlayalım. Gannuşi’nin soyağacı olarak Müslüman Kardeşler akımından gelmekle birlikte, son zamanlarda daha mutedil bir söyleme yöneldiği biliniyor.
DIŞİŞLERİ’NDEN “İSTİKRAR” VURGUSU
Peki Dışişleri Bakanlığı nasıl bir tutum aldı? Dışişleri, yaptığı açıklamada “derin endişe” belirtiyor, demokratik süreç açısından “Tunus’un müstesna konumunun ve demokratik kazanımlarının korunmasının Tunus için olduğu kadar, bölge için de büyük önem taşıdığını” vurguluyor.
Metinde “Tunus’ta anayasanın hükümleri çerçevesinde demokratik meşruiyetin en kısa sürede yeniden tesis edilmesini temenni ediyoruz” beklentisi ifade ediliyor.
Dikkat çeken bir gelişme, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun geçen salı günü Tunuslu mevkidaşı Osman el-Cerendi ile yaptığı görüşmedir. AA’da yer alan kısa habere göre, Çavuşoğlu bu görüşmede muhatabına “Türkiye’nin Tunus’un istikrarı ile huzuruna verdiği önemi ve Tunus halkına olan desteğini” bildirmiş.
Tunus Dışişleri Bakanlığı’nın Facebook sayfasına konan açıklama biraz daha ayrıntılı. Tunus tarafının açıklamasında, el-Cerendi’nin Cumhurbaşkanı Said’in neden bu kararı aldığı konusunda Türk bakanı bilgilendirdiği belirtilerek, Çavuşoğlu’nun da Tunus’un güvenliği ve istikrarına verdiği önemi vurguladığı” duyuruluyor.
Buna göre, Çavuşoğlu, “mevcut nazik durumun aşılması açısından Tunus’a ve halkına duyduğu güveni” ifade ederek, “Tunus’un devlet kurumlarının üzerine inşa edildikleri sağlam temelleri de dikkate aldığını” eklemiş.
Görüleceği gibi, Çavuşoğlu’nun Tunuslu meslektaşı ile diyalogunda istikrar faktörü kuvvetli bir vurgu alıyor.
Dışişleri’nin bir bütün olarak sergilediği tutumun Batılı çevrelerde şekillenmekte olan çizgiyle de önemli ölçüde örtüştüğünü söylemek mümkün. Örneğin AB, “demokrasi” vurgusuyla birlikte, “Tunus’ta kurumsal istikrarın en kısa zamanda sağlanması ve Meclis’in faaliyete geçmesi” beklentisini kayda geçirmiştir.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, pazartesi günü Cumhurbaşkanı Said ile bizzat görüşmüş ve demokrasiye bağlı kalınması beklentisini iletmiştir. Blinken’ın Said’e “bütün siyasi aktörlerle açık diyaloğu sürdürmesi” çağrısında bulunmuş olması da önemlidir. Bu, ifade Raşid el Gannuşi’nin normalleşmeye geçiş sürecinde dışlanmaması beklentisini de içeriyor.
ANKARA’NIN TUTUMUNUN GERİSİNDEKİ FAKTÖRLER?
Yeniden Ankara’ya dönersek, TBMM Başkanı ve parti düzeyinde kullanılan “darbe” söylemine karşılık, yine de resmi düzeyde verilen tepkinin, özellikle Dışişleri’nin çizgisinin oldukça dikkatli bir dille formüle edildiğini belirtmemiz gerekir. Bu dengeli tutumun, yakın geçmişte Ortadoğu’da demokrasiden uzaklaşan gelişmeler karşısında başvurulmuş olan sert üsluptan farklı olduğu aşikâr.
Nedenlerden biri, muhtemeldir ki, Arap Baharı ile birlikte Suriye ve Libya’da patlak veren ve Türkiye’yi de zora sokan büyük istikrarsızlık üzerinden edinilen tecrübeyle ilgilidir. Ankara’nın bu tecrübe ışığında istikrar faktörünü gözeterek, daha temkinli bir dil kullanma ihtiyacı duyduğu anlaşılıyor.
Ayrıca, Türkiye’nin bugün Libya’daki duruma sahada askeri anlamda ciddi derecede angaje olduğunu hesaba katarsak, bu ülkeye komşu Tunus’ta da karışıklıkların ortaya çıkması Ankara açısından arzu edilen bir gelişme olmayacaktır.
Bir bu kadar önemli bir faktör, Türkiye’nin son dönemde Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki politikasında yeniden fabrika ayarlarına dönme arayışlarıyla ilgili olabilir. Türkiye’nin Mısır, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerle ilişkilerini normalleştirme yolunda adımlar attığı bir sırada, Tunus’ta yeni bir cephe açılması bu çabaları da sekteye uğratabilecektir.
Özetle, Tunus’taki gelişmeler karşısında sergilenen tutumla Türkiye’nin geleneksel bölge politikasına dönme işaretleri verildiğini söyleyebiliriz. Cumhurbaşkanı Said’in kısa zamanda demokrasiye dönüş takvimi açıklaması, kuşkusuz bu politikanın yürütebilmesini de kolaylaştıracaktır.
Paylaş