Paylaş
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın her yıl hazırladığı dünyadaki insan hakları ihlallerine ilişkin raporun 2012 yılını konu alan sonuncusu 10 gün önce açıklandı. Raporun 48 sayfa tutan Türkiye ile ilgili bölümündeki “otosansür” vurgusunun sıklığı, ifade ve basın özgürlüğüne ilişkin saptamalarındaki en sorunlu alanlardan birine işaret ediyor.
* * *
Aslında genel bir gözlem olarak ABD’nin 2012 Türkiye raporunun bu alanlarda, bir önceki 2011 raporundaki eleştirel havayı aynen koruduğunu söyleyebiliriz. Bu eleştirel bakışın sınırlı istisnaları arasında geçen yaz çıkarılan üçüncü yargı paketi çerçevesinde atılan adımlar gösterilebilir.
İlginç bir nokta, geçen yılki raporda “Gazetecilerin, yazarların, Kürt aydınların ve aktivistlerin tutuklanması ve soruşturmaya uğramaları ve bunlara ek olarak siyasi liderler tarafından yapılan suçlayıcı konuşmalar ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı bir etki (chilling effect) yaratıyor” şeklindeki değerlendirmeye bu yıl yer verilmemiş olması.
Ancak “caydırıcı etki”den söz edilmemesini ABD’nin hükümete dönük bir jesti gibi görmek yanıltıcı olabilir. Çünkü, söz konusu kavrama gönderme olmasa da bu yılki rapora eklenen bir dizi yeni ifadeyle buradaki açık fazlasıyla kapatılmış gibi gözüküyor. Aslında otosansüre bu kadar çok atıf yapılmış olması bile başlı başına caydırıcı bir iklimin yansıması olarak görülebilir.
Bu bağlamda çarpıcı bir başka nokta daha var. O da, raporun daha girişinde “bireylerin devleti ya da hükümeti açıkça eleştirmekten korktukları”nın (afraid) belirtilmiş olması. Geçen yılki raporda böyle bir ifade yer almıyordu.
* * *
Bu bağlamda dikkat çeken bir husus “hükümet-devlet” ayrımının yapılması. Daha önceki raporlarda eleştirilerin adresi olarak “government” sözcüğü kullanılırdı. İngilizcedeki bu sözcük Türkçede hem işbaşındaki hükümet hem de devlet/idare anlamlarını karşıladığı için, rapordaki eleştirilerin muhatabının kim olduğu konusunda belirsizlik yaşanabiliyordu. Oysa bu yıl “state and government” (devlet ve hükümet) ayrımı yapılarak, her ikisine de sorumluluk atfedilmiş.
Altını çizmemiz gereken bir diğer farklılık da şurada: Geçen yılki raporda basın özgürlüğü alanındaki bütün eleştirilerin sıralanmasından sonra “Bununla birlikte, medya hükümeti ve politikalarını eleştirmeye devam etti ve pek çok olayda hükümete karşı muhalif bir tutum aldı” denilerek, basının her şeye rağmen eleştiri hakkını kullanabildiği belirtiliyordu. ABD Dışişleri Bakanlığı, bu yıl medyayla ilgili bu tespiti yapmaktan kaçınmış.
* * *
ABD Dışişleri, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da medyadaki mülkiyet yapısının yarattığı sorunlarla ifade özgürlüğü arasında doğrudan bir ilişki kuruyor. Örneğin, “medyada mülkiyetin başka ticari alanlarda da işi olan sınırlı sayıda holdingin elinde yoğunlaştığını” (geçen yıldan tekrar) ve “hükümetin çeşitli medya gruplarıyla yakın iş ilişkilerinin medya özgürlüğünü sınırladığını ve otosansür iklimini teşvik ettiğini” (yeni) belirtiyor.
Bu çerçevede geçen yıldan tekrarlanan bir eleştiri de, “Medyada hükümete muhalif ya da -fazla takışan- bazı isimlerin, ticari işlerin etkilenmemesi için kovuldukları”nın kayda geçirilmesidir.
Öte yandan, Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’ndaki ifade özgürlüğünü sınırlayan hükümlerin varlığına bir kez daha dikkat çekiliyor, bu iki yasanın gazetecilere ve yazarlara karşı “orantısız” bir şekilde kullanıldığı vurgulanıyor. Tutuklu gazetecilerin sayısı konusunda basın örgütlerinin açıklamalarıyla, hükümetin karşı görüşlerine de yer veriyor ABD’nin raporu.
Keza, Ahmet Altan’ın Başbakan’a 15 bin lira tazminat ödemeye mahkûm olması, piyanist Fazıl Say’ın “retweet”ler için yargılanması, yazar Ragıp Zarakolu ve akademisyen Prof. Büşra Ersanlı’nın tutuklanmaları da ABD’nin insan hakları raporundan çıkan konular arasında göze çarpıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yaklaşık 2 hafta sonra Washington’da yüz yüze geleceği Obama yönetiminin Türkiye’nin ifade ve basın özgürlüğü alanındaki sorunlarına bakışını bu şekilde özetleyebiliriz.
Paylaş