Paylaş
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Günü dolayısıyla dün yayımladığı mesajda, “Tarihi, coğrafi ve kültürel olarak yüzyıllardır Avrupa’nın bir parçası olan ülkemiz...” diye cümleye girdi ve ekledi: “Stratejik hedef olarak gördüğü AB üyelik sürecini karşılıklı saygı, eşitlik ve kazan-kazan anlayışı çerçevesinde devam ettirmek arzusundadır...”
TAM ÜYELİK KÂĞIT ÜSTÜNDE, ANCAK...
AB’ye tam üyeliğin stratejik bir hedef olarak korunduğu, uzun bir zamandır ilk kez Erdoğan’ın ağzından kayda geçiriliyor bu mesajla birlikte.
Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri, AB ile ilişkileri kontrol altına alarak, referandum döneminde birikmiş olan yüksek basıncı aşağı çekme arzusunun bir ifadesi olarak görülebilir.
Ancak tam üyelik hedefinden söz etmiş olması, üyelik perspektifinin artık sadece kâğıt üstünde kaldığı, bu hedefe dönük müzakerelerin fiilen durduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Bu noktada iki taraf da kendisini bir açmazın içinde buluyor. Bir yanda resmen telaffuz edilmese de fiilen askıya alınmış bir katılım süreci var. Gelgelelim iki taraf da boşanma yanlısı değil. Çünkü aynı denklemin içinde masaya oturup konuşmalarını gerektiren, çözüm bekleyen, çözüm olmazsa en azından yönetmeleri gereken bir sorunlar manzumesi var.
Avrupa’nın da kendi iç güvenliği açısından da ciddi bir tehdit oluşturan DEAŞ terörü ile mücadele edebilmek için Türkiye ile yakın bir şekilde çalışmaya devam etmek dışında ikinci bir seçeneği yok.
AB, kendisine doğru her an yeniden alevlenebilecek bir mülteci akımının caydırılabilmesi, kontrol altında tutulabilmesi için de Türkiye’nin işbirliğine ihtiyaç duyuyor. Bunun için de 2016 Mart ayında yapılan mülteci mutabakatının sürmesi gerekiyor.
İHRACATIN YARISI AB’YE GİDİYOR
Ankara açısından da bakıldığında, AB, ekonomide sorunların arttığı, dış pazarların daraldığı bir dönemde, Türkiye’nin en hayati dış ticaret ortağı olmaya devam ediyor. Türkiye’nin geçen yıl 142 milyar dolar dolayında gerçekleşen ihracatının 68 milyar doları AB ülkelerine yönelmiş. Yani, ihracatımızın neredeyse yarısı (yüzde 47.9) AB pazarına gitmiş.
Özellikle iki tarafın gündeminde olan gümrük birliği anlaşmasının güncellenmesi Türkiye’nin ekonomik çıkarlarının daha da genişlemesinin önünü açacaktır.
Sonuçta, karşılıklı olarak birbirlerine hangi hisleri besliyorlarsa beslesinler, bu ilişkinin iki tarafı da yakın bir mesaiye mecbur olduğunu biliyor. AB’nin yeni Ankara Temsilcisi Christian Berger’in arkadaşımız İpek Yezdani’ye mülakatında söylediği gibi “Birlikte çalışmak, birlikte ilerleme yolu bulmak Türkiye ve AB’nin ortak kaderidir”.
Bu açıklamanın da gösterdiği gibi, son dönemdeki işaretler ilişkilerin artık yeni bir çerçeveye oturmakta olduğunu gösteriyor. Bu, tam üye adayı olan ülkeyle tam üyelik müzakeresi yapılmadığı ama bunun dışında mülteciler gibi siyasi konuların, terör gibi başlıkların, muhtelif ekonomik çıkarların gerektirdiği işlerin bu durumdan çok da fazla etkilenmeden yürütülmeye çalışılacağı bir ilişki yapısıdır.
Kuşkusuz, 2000’li yılların başında öngörülen, hukuki ve siyasi zeminde kurumsal olarak tanımlanmış olan ilişki yapısından farklılaşan bir düzenden bahsediyoruz.
EYLÜLDEKİ ALMAN SEÇİMLERİNE DİKKAT
Bu ilişki yapısının tam olarak nasıl şekilleneceğini görmek bakımından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu ayın sonunda Nato Zirvesi için Brüksel’e yapacağı ziyaret sırasında AB Konseyi Başkanı Donald Tusk ve AB Komisyon Başkanı Jean-Claude Juncker ile bir araya geleceği görüşme önem taşıyor. Yeni döneme ilişkin yol haritasının ana hatları bu görüşmede şekillenebilir.
Ancak takvimdeki asıl kritik kavşak noktası Almanya’da eylül sonunda yapılacak genel seçimdir. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in bu seçimi kampanya döneminde bir mülteci krizine muhatap olmadan sakin sularda gerçekleştirmek istemesi anlaşılabilir. Merkel, Türkiye ile ilişkileri eylül ayına kadar gerilimden uzak bir şekilde, kontrol altında götürmek isteyecektir.
AB ile ilişkinin yeni çerçevesi Almanya’da seçimlerde ortaya çıkacak tablonun ışığında daha net görülecektir. Bu noktada sevindirici olan bir gelişme, Fransa’daki seçimleri AB projesine kuvvetli taahhüdü olan Emmanuel Macron’un kazanmış olmasıdır. Sandıktan Fransa’yı AB’den uzaklaştıracak bir siyasi iradenin çıkması Avrupa’da yaşanan sıkıntıları arttıracağı için, bu durum Türkiye ile zaten zorlukla yürütülen ilişkiyi daha da içinden çıkılmaz bir seyre sokabilirdi.
Sonuçta ilişkiler yeni bir zemine otururken, tam üyelik sürecinin ikinci plana düşmesi nedeniyle demokrasi, basın özgürlüğü ve hukuk gibi konuların Türkiye-AB diyaloğundaki yer ve ağırlığının ne olacağı en önemli sorulardan birini oluşturuyor.
Paylaş