Paylaş
Paris’te yaşanan saldırılarla birlikte, söylemler de dahil artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı çok açık, net!
Şarapları, müziği, tarihi, kültürüyle ünlü aşk ve özgürlükler şehri Paris’te yaşayanlar, “Bu şiddet hep mi devam edecek?” travmasının esiri haline geldiler. Bu bir medeniyetler çatışması mıydı yoksa medeniyete karşı bir savaş mıydı?
Ben de herkes gibi kafamda onlarca soruyla soluğu Güvenlik Stratejileri Uzmanı, dostum Mete Yarar’ın yanında aldım. Ve daha sofra hazırlanmadan, mutfaktan annesinin yaptığı tatlıyı çalmaya çalışan haylaz çocuk misali başladım sorulara, “Neden ikinci kere Paris?” diye...
“Fransa, özellikle Afrika’da emperyal bir ülke. Bu yüzden de IŞİD, Boko Haram ve El Kaide benzeri örgütlerle en sert mücadeleyi, birçok kişi farkında olmasa da orada Fransızlar veriyor. Aynı zamanda kendi sınırları içinde gettolaşmış, büyük bir Afrikalı nüfusa sahipler” dedi ve “Bu ne demektir, biliyor musun?” diye soruma soruyla karşılık verdi.
İçimden “Bilsem sana mı sorarım?” diye geçiriyordum ki, hızını kesmeden konuşmaya devam etti...
“Bir ülkede gettolar oluşmaya başlayınca, istihbarat da zayıflar. Sanılanın aksine, bu olayın habercisi IŞİD’in Charlie Hebdo saldırısı değil, Paris gettolarında uzun zamandır süregelen isyanlardı” oldu Mete Yarar’ın cevabı... Karşımda bu işlerin ehlini bulunca tek soruyla benden kurtulması mümkün değildi elbette. Başladım arka arkaya merak ettiklerimi sıralamaya...
AVRUPA ZAMANINDA YIKTIĞI DEVLETLERİN BEDELİNİ ÖDÜYOR
“Anlattıklarından Suriye’nin bir günah keçisi olduğu ortaya çıkıyor” deyince Avrupa, özellikle de Fransa için asıl tehdidin Suriye değil, Afrika olduğunu altını çize çize tekrarladı ve analize başladı:
“Orada yaşanan sefalet ve devletlerin teker teker örgütler tarafından ele geçirilmesi, Avrupa’ya göçü tetikliyor. Bazı ülkeler adeta devletleşmiş terör örgütleri, yani bir nevi ‘bayraksız devletler’ tarafından yönetilir oldu. IŞİD de onlardan biri... Bunun aksini düşünenler, tehlikenin ve işin vahametinin farkına varamayanlardır! Anlayacağın, Avrupa zamanında birer birer domino taşı gibi yıktığı devletlerin bedelini ödüyor.”
Mete bir yandan sorularımı cevaplıyor, bir yandan da TRT için hazırladığı “Şahit Olun” belgeselinin montajıyla ilgileniyordu.
“Sence” dedim, “Bir gün önce Doğu’nun Paris’i Beyrut’ta 50’ye yakın kişinin ölmesi, neden Fransa’nın kalbindeki facia kadar dünyayı ayağa kaldırmadı?”
Bakın Yarar, bunun üzerine neler anlattı:
“Beyrut yıllardır acısını haykıramıyor, daha doğrusu haykırmıyor! Charlie Hebdo saldırılarında 12 kişi ölünce, 2 milyon Fransız sokaklara dökülüp tepkisini tüm dünyaya gösterdi. Oysa ki Beyrut, herkes tarafından sevilen barış yanlısı Başbakanları Hariri suikastinde bile bütünleşmeyi beceremedi, birlik olamadı. Bir ülkenin vatandaşları ses çıkarmayıp, başkalarının kendileri için ses çıkarmalarını beklerlerse, büyük yanılgıya düşerler!”
Tam o sırada ben sesimi çıkarıp “Sence sıra, IŞİD’e yakın sınırı olan ülkelerde mi?” diye sordum.
REHİNE KURTARMA DEĞİL, NE KADARINI KURTARABİLİRİM OPERASYONU YAPTILAR
“Bu tehdit, globalleşen terörle birlikte dünyanın her yerinde eşit olarak hissediliyor. Geçmiş dönemlerde örgütlerin siyasi ve ideolojik hedefleri vardı. Pazarlık yapabilmek için patlamalardan ziyade rehin almalar önemliydi. Şimdiyse maksimum öldürme, maksimum acı, maksimum travma amaçlı hareket ediyorlar. Bu yüzden de Fransa’daki güvenlik güçlerinin konser salonunda yaptığı, rehine kurtarma değil, ne kadarını kurtarabilirim operasyonuydu” cevabını içim acıyarak dinledim.
Kafa sesimle, “Yeni dünya düzeniyle birlikte terör örgütlerinin taktikleri de değişmiş” dediğimi duymuşçasına devam etti anlatmaya...
“Fransız istihbaratı, ilk saldırıdan sonra gerçek anlamda işi bilen gruplara ‘Biz bu eylemleri neden engelleyemiyoruz?’ diye sorup, gelen cevaplardan şu sonucu çıkardı: Terör terminolojisi değiştiği için eski okumalar tüm önemini yitirdi. İstihbarat birimleri bu eski okumalara göre teşkilatlanmış olduğundan, bu terminolojiyi ancak yeni yeni kavramaya başlıyorlar. Geçmişte hücreler farklı kişilerden oluşurken, günümüzde birer aile şirketi haline geldiler. Bu da içlerine sızmayı imkansızlaştırıyor. Düşünebiliyor musun, bu adamların hepsi birbirleriyle kardeş ya da akraba. 24 saat beraber yaşıyorlar. Aynı çatı altında oldukları için de telefon ya da elektronik posta kullanmıyorlar. Bu durum ön istihbaratın önünü kesiyor. Paris saldırısını gerçekleştiren iki saldırganın kardeş olması, konuya verilebilecek en yeni örnek. Bununla ilgili başka bir şey sorma, zaten bütün dünyadaki istihbarat örgütleri aynı sorunun cevabının peşinde...”
Her ne kadar başka bir şey sorma demiş olsa da, ben sorularıma devam ettim...
* 100’ün üzerinde insanın hayatını kaybettiği Paris saldırısını kısa sürede üstlenen örgüt, parmağı olduğu iddia edilen Ankara katliamını neden üstlenmedi?
- Türkiye’de IŞİD ile bağlantılı çalıştığını ve sosyal medya üzerinden örgütle iletişime geçtiğini zanneden, fakat aslında başka örgütler tarafından tuzağa düşürülen birçok hücre mevcut. “Yalnız Kurt” olarak tanımlananan bu hücrelerin ideolojisi IŞİD ile benzerlik gösterse de, örgüt bu eylemlerden haberdar olmadığı için saldırıyı üstlenmiyor.
* İddia edildiği gibi Türkiye, Suriye’ye karşı bir savaş hazırlığında mı?
- Bu konuda Avrupa ve ABD’nin bize verdiği destek son derece açık ve net. Mülteci krizinin giderek büyümesi, İran ve Rusya’nın bölgede yeni mevziler kazanması, oyunun kurgusunu tamamen değiştirdi. Ancak savaşa girmek gibi ciddi bir karar, seçim hükümetiyle değil yeni bakanlar kurulunun onaylanmasıyla birlikte alınabilir. Hizbullah’la İran milislerini destekleyen Rusya ve PYD’ye destek veren Amerika örneğinde olduğu gibi Türkiye de sınır güvenliğini sağlamak için kendi oyuncusunu sahaya sürecektir. Bu oyuncu ya da oyuncular, Türkiye’ye yakın muhalif gruplar olacaktır. Yani Silahlı Kuvvetler’in fiili anlamda, tankla topla Suriye’ye girmesi söz konusu değildir. Türkiye onlara sadece ateş desteği verecektir.
* Hedef Şam mı peki?
- Türkiye’nin tezi yalnızca 40 kilometrelik derinliği ve 120 kilometrelik bir genişliği kapsıyor. O yüzden bu sorunun cevabı kesinlikle hayır.
Muhabbetimizi şimdilik burada kesiyorum. Biz uzun uzun konuşmaya devam ettik. Yukarıdakiler önümüzdeki Pazar günkü Mete Yarar röportajının kısa bir “ön izlemesi” sadece...
“Kösem Sultan”ın aslanı “Pi’nin Hayatı”ndaki kaplana rakip
Muhteşem Yüzyıl Kösem’in daha ilk bölümü bile yayınlanmadan, dizi hakkında çok şey yazılıp çizildi. Ve sonunda “muhteşem” gün geldi çattı. Geçtiğimiz perşembe sarayın kapıları bir kez daha bize, fani tebaaya açıldı.
Ertesi gün karşılaştığım herkesin iyi ya da kötü, mutlaka bir yorumu vardı Kösem’le ilgili... Dizi adeta bir memleket meselesi haline gelmişti. “Hülya Avşar makyajla mı yaşlandırılmıştı yoksa yaşlanmış mıydı?”, “Ekin Koç’a sultan rolü yakışmış mıydı?”, “Kösem, Hürrem’in pabucunu dama atabilecek miydi?” gibi sorular havalarda uçuşurken, benim aklımdaysa dizinin iki yardımcı oyuncusu vardı.
Kimler mi?
Güzeller güzeli beyaz kedi Elizabeth ve Sultan Ahmet’e hediye edilen görkemli aslan!
Aslan kardeş animasyon olduğundan, En İyi Yardımcı Oyuncu ödülü beyaz pisiciğe giderse hiç şaşırmam! Valla bence Elizabeth’in performansı, kucağına kurulduğu Safiye pardon Hülya Sultan’dan çok daha etkileyiciydi...
Neyse efendim, animasyon deyip geçmeyin, bizim saray aslanı olabildiğince gerçekçiydi doğrusu. Oscar ödüllü “Life of Pi” filmi için tamamen bilgisayar ortamında hazırlanan kaplana rakip, adeta Türkiye’den çıkmıştı.
Peki neydi bu “Aslan Kral”ın sırrı?
Animasyonun gerçeğe yakın olabilmesi için Küba, Moskova ve Kazakistan’a gidilip, oradaki aslanların kemik, kas ve diş örnekleri alınarak birebir bizim animasyon aslana yerleştirilmiş! Aslanın yakın plan görüntüleri de çekildiğinden; ağzının içi, yelesi ve tüyleri de gerçeğinden birebir modellenmiş.
İşte size bu hummalı, ileri teknolojik çalışmanın “matematiği”...
SAYILARLA “SARAY ASLANI”
- İzlediğimiz ilk bölümdeki tüm animasyon ve görsel efektler için DigiFlame, 45 kişilik özel bir ekip kurdu.
- Ön hazırlıklar dahil çalışmalar 6 ay sürdü.
- 450 planda değişik efektler uygulandı.
- Aslan “render’ları” için tam 40 bin saat harcandı. Render’ın ne demek olduğunu benim gibi bilmeyenler varsa; bilgisayarda yapılmış bir modelin işlenip son haline getirilmesi...
- Bu planlar için 1200 işlemcili bir render farm kuruldu. Efendim render farm ise çok sayıda bilgisayarın bir arada oluşturduğu süper güçlü ve hızlı sistemin adıymış.
Uzun lafın kısası dizinin gerek animasyon gerekse gerçek hayvanı 10 numara! Darısı ilk bölümde performansları pek içime sinmeyen diğer oyuncuların başına...
** DİPNOT: Belki Kösem’de bir rol kapamadım ama sağ olsun dizinin aslanı ziyaretime geldi. Konunun yükselen burcumla bir alakası yoktur!
Paylaş