Paylaş
Bu kitabın nasıl bir macerası var?
Küçükken Küçük Prens’i okumuş ve çok etkilenmiştim. Daha sonra aynı kitabı tekrar tekrar okudum. Sanırım yirmi kez… Aslında ben bir şairim ama Küçük Prens’ten çok etkilendiğim için tıpkı öyle etkili bir kitap yazma hayalim vardı. Somon da herkesin bildiği gibi nehirde doğuyor, denizlerde büyüyor, daha sonra da doğduğu yere, nehirlere dönüyor. Onun hayatı da çok etkileyici gelmişti bana. Bu nedenle ben de somon balıklarıyla ilgili böyle bir kitap yazmak istedim.
Peki, bu kitapla ne söylemek istiyorsunuz?
Somonlar nehirden çıkıp, doğdukları yere geri dönebilmek için akıntının tersine doğru yüzerler. Akıntının tersine yüzmek büyük bir mücadele gerektirir. Ben de bu örnekten hareketle hayattaki mücadelenin öneminden bahsetmek istedim. Ayrıca öğretmen ve öğrenci ilişkilerine değinmek, doğa ile insan arasındaki ilişkinin nasıl bir düzende olması gerektiğini anlatmak ve insanların doğayı daha çok koruması gerektiği konusunda mesaj vermek istedim.
Bu kitap Güney Kore’de çok büyük bir ilgiyle karşılanmış. Türkiye’de de kitabın Türk-Kore dostluğunu pekiştireceği düşünülüyor. Siz ne diyorsunuz bu konuda?
Bu benim Türkiye’ye ilk gelişim, fakat biz hem burada hem de Kore’de iki ülkenin ‘kardeş’ olduğunu biliyoruz, duyuyoruz. Bu nedenle kitabın Türkiye’de yayımlanması benim için çok sevindirici oldu. Bu kitap şimdiye kadar 14 yabancı dile çevrildi. Türkçede yayımlanması bütün bu diller arasında benim için en sevindirici olanı oldu. Ben bu kitap vasıtasıyla iki ülke arasındaki edebi ilişkilerin artmasını umuyorum. Edebi ilişkilerin daha sağlam zeminde ilerlemesini ümit ediyorum.
Daha önce hiç bir Türk yazarın kitabını okudunuz mu?
Evet, okudum. Nazım Hikmet! Çok da etkilendim.
Somonun macerası bir anlamda çocuklara bir gün doğduğu yere dönmeleri açısından da mesaj veriyor. Şu an dünyanın her yerinde birçok insan sürekli hareket halinde ve kimi insanlar savaşlarla yerinden yurdundan oluyor, kimleri iş için göç etmek zorunda kalıyor. Yani aslında somonların hikâyesi de insanların hikâyesi gibi… Siz, bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Bildiğiniz gibi Kore bölünmüş bir ülke. Kuzey’de kalanlar var, Güney’de kalanlar var. Memleketinden uzakta olma duygusunun en derinlere kadar yaşamış bir ülke. Günümüze gelecek olursak, Kore’de de taşradan şehir merkezine para kazanmaya giden insanlar olduğunu ve göç ettiklerini görüyoruz. Örneğin başkent Seul’e yaşamaya veya eğitim için giden insanlar var. Bu insanlar Seul’e yerleşip kalıyor ve kendi memleketlerine dönemiyorlar. O yüzden onları da düşünerek bu kitabı yazmak istedim. Dünya genelinde de memleketine dönemeyen insanları düşünerek yazdım.
Peki, siz doğduğunuz yer de mi yaşıyorsunuz şu anda?
Maalesef ki ben de başka bir yerde yaşıyorum. 37 yıldır, kendi memleketimde yaşayamıyorum.
Peki, somon balığı gibi doğduğunuz yere dönme amacınız var mı?
Evet, elbette… Hedefim bir yıl içinde memleketime dönüp orada yaşamak.
Sizce neden memleketimizde tekrar yaşama ihtiyacı hissederiz?
Bu durum huzura erme ihtiyacından ileri geliyor. Kore’den örnek verecek olursak, bildiğiniz gibi Seul bir metropol ve Seul’deki gençlerin memleket kavramı çok azaldı. Bu nedenle yeni nesil artık hep hastanede doğuyor ve onlar ‘memlekete dönme’ ihtiyacı hissetmiyor. Ancak bizim yaşımızdaki nesiller, bunu çok istiyor. Biz köyde doğduğumuz için, köy havası kokladığımız için memleketlerimizi daha çok özlüyoruz. Küçük de olsa bir köyümüzün olması güzel ve köyümüzde hiçbir şey yapamasak da birkaç şey ekip biçmek insana huzur veriyor.
Güney Kore’de özellikle İngilizce, Koreli gençler arasında çok yaygın. Giyim tarzı, görünüş, davranışlar açısından Amerikan etkisi açıkça gözlemleniyor ve sokaklarda İngilizce yazılı pek çok tabela var. Bu durum bir anlamda Kore kültürünün de yozlaşmaya başladığının açık bir göstergesi. Koreliler de kendi kendilerini koruyamıyorlar. Kitapta bir somon balığı yola çıkıyor ve kendi kendine dönüşü arıyor, ama bütün bir toplum düşünüldüğünde bütün insanlar kendi kendine dönemiyor gibi bir anlam çıkıyor. Çok ciddi bir kısır döngü yaşanıyor…
Size katılıyorum, hatta aynı fikirdeyim. Bunu küreselleşmeye bağlayabiliriz. Küreselleşme olayı, ülkeler arasındaki ilişkiler aslında. Tek bir ülkenin tekeline girmeyi veya Amerika’nın gölgesi altında yaşamayı küreselleşme olarak tabir edemem ama Amerika büyük bir sermaye olduğu için ülkeler Amerika’ya yönelik yaşıyor diye düşünüyorum. Ancak insan olarak bizler küçük şeylerden de mutlu olmayı bilmeliyiz. Büyük devletlerin gölgesi altında kalmaktansa, küçük şeylerin de değerini anlamalıyız. Sahip olduğumuz memleketimizin, köyümüzün değerini bilmeliyiz.
Anlıyorum, fakat benim asıl sormak istediğim, teknolojinin bu kadar yaygınlaştığı, insanların hızla tek tipleştiği, aynılaştığı bir dayatmalar silsilesiyle nasıl başa çıkılacağı… Şu an bir Güney Koreli çocukla bir Amerikan çocuğu neredeyse aynı. Aynı şekilde yürüyor, aynı şekilde giyiniyor, aynı şekilde şarkı söylüyor, tavırları bile aynı… Kültürel farklılıklar bile yok oldu. Bir yandan ‘yerelleşme’ sözcükleri havada uçuşurken, diğer yandan ‘küresel’ şeyler dayatılıyor gençlere…
Çok zor bir soru sordunuz. Kore’de küreselleşme gibi bu tür şeylerin dışında bölge bölge, daha küçük gruplar halinde öğrencileri farklı yönlerde eğitmek için çalışmalar gerçekleştiriliyor. Belki bu çalışmaların sonunda bu tekdüzelik kaldırılabilir. Balıkçılık konusunda, tarım konusunda tecrübeler yaşatılır, bu şekilde bir çözüm olabilir.
Peki, Kore entelektüelleri şu anda Kore kültürünün bozulmasıyla ve başkalaşmakla ilgili tartışmalar yapıyorlar mı ülkenizde?
Tabii karşı çıkan ve bu konuyu tartışan entelektüeller de var. Ancak günümüzde maalesef Kore hâlâ Amerika’nın gölgesinde yaşıyor. Özellikle ülke savunmasında, silah anlaşmalarında Amerika’nın baskısı ve etkisi açıkça gözlemleniyor. Bu nedenle de Kore, henüz bağımsız bir ülke değil. Dolayısıyla bu karşı çıkış çok da kuvvetli olamıyor.
Türkiye ve Kore dostluğunun 60. yılındayız. TÜYAP Kitap Fuarı da bu yılı ‘Kore yılı’ ilân etti. Neler düşünüyorsunuz bu konuda?
Her zaman “Türkiye ile Kore kardeştir” denir ama ben bunu asıl şimdi anlıyorum. Avrupa’nın herhangi bir şehrinden daha rahat hissettim kendimi İstanbul’da. Bu kardeşlik de lafta kalmasın ve daha sık yan yana gelelim, küçük de olsa çeşitli etkinliklerle ilişkileri daha da arttıralım. Kitabın çevirmeni Göksel Türközü’ne, Doğan Egmont’a ve size beni Türk okuyucusuyla buluşturma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
Paylaş