Paylaş
Güney Sudan, 1993. Ülke açlıktan kırılıyor. Birleşmiş Milletler’in yardım kampından halka yiyecek dağıtılıyor.
Kampta bulunan gazetecilerden biri de Güney Afrikalı Kevin Carter.
Kampın 1 kilometre kadar dışına çıkıyor. Ve kampa ulaşmaya çalışırken açlıktan ve yorgunluktan yere yığılmış bir kız çocuğu görüyor.
Çocuğun kemikleri sayılıyor. Hemen arkasında bir kayanın üstüne tünemiş bir akbaba var. Çocuğu yemek için ölmesini bekliyor.
Carter o unutulmaz kareyi çekiyor. Fotoğraf New York Times’ta yayınlanıyor. Böylece bütün dünyadan Sudan’a yapılan yardımlarda patlama yaşanıyor.
Kevin Carter bu fotoğrafla Pulitzer kazanıyor. Fakat herkes çocuğun akıbetini soruyor. Carter cevaben yardım görevlisi olmadığını, sadece fotoğrafçı olduğunu ve salgın hastalıklar nedeniyle kimseye yaklaşmamaları konusunda uyarıldıklarını söylüyor.
Zurnanın zırt dediği yer de burası zaten. Fotoğrafı çektikten sonra kızı bırakıp gitmiş.
O yüzden akıbeti bilinmiyor. Pulitzerli fotoğrafçı “vahşet paparazzisi” gibi suçlamalarla karşı karşıya kalıyor. Sonunda ruh sağlığı öyle bozuluyor ki intihar ediyor.
Gazetecilikte tartışılan konulardan biridir:
Haberci, fotoğrafı çekip o yardımların gelmesini sağlayan kişi midir yoksa olaya müdahale mi etmelidir? Günümüzde herkes bir nevi haberci.
Eline telefonunu alan sosyal medyadan binlerce insana ulaşacak görüntüler çekip yayınlayabiliyor.
Tıpkı son sel felaketinde olduğu gibi. Bir görüntü vardı mesela.
Birisi sokaktan akan sel sularını çekiyor. Tam o sırada sulara kapılmış yaşlı bir adam yardım için elini uzatıyor ama gelişini izlediğimiz gibi gidişini, uzaklaşmasını izliyoruz yaşlı adamın.
Evet, bazı durumlarda yardım etmek bile çok tehlikeli. Ama sana uzatılan bir el gördüğünde yakalayamasan bile bir zahmet çekimi bırakıp bir hamle yaparsın değil mi en azından? Yani insani refleks olarak...
Gazeteciliğin bu tartışmalı konusu, yeni teknolojiler ve sosyal medya çağında artık sadece habercilerin değil, herkesin meselesi haline gelmiştir.
Abide enkazlar olmalı
Üst üste geldi: Yerin altından felaket yükseliyor, daha onun acısı tazeyken gökten afet yağıyor.
Bilge Kağan’ın Orhun Abideleri’nde tarif ettiği gibi günler yaşıyoruz:
“Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe senin ilini, töreni kim bozabilir?”
Bu sözleri 8’inci yüzyılda taşlara kazıtmış Göktürk hükümdarı.
Ama göğümüzün çöküp bizi süpürmesi, altımızın delinip enkaz altında kalmamız için elimizden geleni ardımıza koymamışız.
Dere yatağına evler, yumuşak zemine dayanıksız binalar...
Deprem bölgesini ziyaret eden Japon bilim insanları bütün enkazları hızla kaldırmamıza anlam verememiş.
“Gelecek nesillere ibret olması için birkaç tanesini bırakmanız gerek. Hatta müzeye çevirmelisiniz” diyorlarmış. Japonya’da öyle yapılıyormuş.
Sadece bir yerde değil, yıkımı yaşayan bütün şehir ve ilçelerde birer örnek bırakılmalı.
Bırakılmalı ki unutmayalım.
Önünden her geçtiğimizde bütün gerçekliğiyle yüzümüze çarpsın.
Tıpkı 13 asır öncesinden seslenen Bilge Kağan gibi.
Şeyma Subaşı’nın aboneleri
Günaydın’dan Bülent Cankurt, Şeyma Subaşı’nın yeni bir abonelik uygulamasıyla 66.99 liraya gündelik hayatını paylaşacağını duyurup, sormuş:
“Acaba Subaşı’ya ayda 66.99 TL verip kaç kişi abone olacak?”
Olurlar Bülentçiğim, olurlar. 669 lira da dese, yine abone olacak insan çıkar bu ülkede.
Memlekette sel olmuş, Twitter’ın gündemine bak:
Balıklıgöl 3 bin 855 tweet, Demet Özdemir’in güzelliği 28 bin tweet...
Lahmacun fiyatının haber değeri kalmadı
Her sene lahmacun-ayran fiyatlarıyla gündeme gelen Bodrum Maça Kızı’nda lahmacun bu yaz 310 lira olacakmış.
Ama lahmacun fiyatları artık dışarıda da o kadar pahalı ki, bu yaz pek haber değeri taşımayacak galiba.
Baksanıza Gıda Laboratuvarları ve Gıda Denetçileri Derneği (GLADER) Başkan Yardımcısı Selman Bahadır Orhan bile 40 liranın altında satılan lahmacunun hileli olduğunu söylüyor.
Ben en ucuzunu bile 40 liraya yiyebiliyorsam trilyonerler 300 ödemiş, ne gam?
Paylaş