Ağırlanmayı özledim

Pandemide eksikliğini en çok çektiğim şey ne harika tabaklar, ne güzel manzaralar, ne şu ne bu... Farkında olmadan çok alışık olduğumuz “ağırlanma” kültürü. Restoranların birçoğunun paket servisi var, alıyorum da... Ama mesele sadece o porsiyon değil ki. Ben gördüğüm muameleyi çok özledim; Türk tipi ağırlamanın dayanılmaz hafifliğini.

Haberin Devamı

Robert de Niro ünlü restoranı Nobu’yu İstanbul’da açacakmış mayıs ortasında. Neyse ki Bodrum’dan tecrübeliler.

Çünkü dünyaca ünlü ne yeme-içme markaları, restoran zincirleri geldi Türkiye’ye. Birçoğu tutunamayıp bir sezonun sonunda kapatıp gitti. Kavrayamadıkları şey şuydu bence: Bizde restorana, kafeye gitmek sadece yemek yemek, karnını doyurmak değildir. Aynı şekilde servis de sadece servis değildir.

Bizde servis, aynı zamanda hizmet almaktır, hoş tutulmaktır, iyi hissettirilmek, hatta şımartılmaktır.

Eğer o adama/kadına alıştığı şekilde ismiyle hitap edemezsen bitti o iş. İlle de lüks yerleri düşünmeyin.

Daha mütevazı yerlerde de durum aynı. Orada da insan tanınsın, hali vakti sorulsun, özel bir tercihi varsa, bilinsin, hatırlansın istiyor.

Türk erkeğine flört ettiği birinin yanında sipariş alırken “Her zamankinden mi olsun efendim?” cümlesinin kurulması, önüne koyacağınız her yemekten daha lezzetli, her aperatiften daha iştah açıcı, emin olun.

Haberin Devamı

Bunda yadırganacak bir şey de yok. Filmlerde görüyoruz ya, Batı’da insanlar bara gidiyor, barmene eşiyle sorunlarından patronuyla meselelerine kadar her şeyini anlatıyor...

Yani aslında barmene bir nevi terapist muamelesi yapıyor. Bunu da öyle düşünün. Masaja, rahatlamaya gider gibi gidiyoruz mekâna.

Garsonu, şefi, komiyi de uzun zaman sonra evine gittiğimiz ve bizi ağırlamak için çırpınan akrabalarımız gibi görmek isteriz.

Kibritin mi bitti, sevdiğiniz marka maden suyu mu?

Fırlasın gitsin, yan bakkaldan bulup buluştursun bekleriz. Batı’da mümkün mü böyle bir şey...

Batı’da mümkün olmayan başka bir sürü şey daha var. Mesela menüye müdahale etme hakkı...

“Sen şimdi bunu götür, biraz daha pişsin, üstüne de biraz terbiye gezdirsin şef” cümlesini hakaret addederler. Menüsüne müdahale eden şef, mutfaktan fırlar, siz ne demek istiyorsunuz diye.

Bizde yemeğe gitmek sırf müşteri olduğunuz için “her konuda haklı olmanız” demektir, var mı ötesi?

Hele bir de müdavimseniz...

O garson hangi masayı sevdiğinizi bilir, özel istekleriniz, küçük kaprisleriniz bir “tarz” muamelesi görür. Sarımsak yemiyor musunuz?

Haberin Devamı

Balığı ayıklanmış mı istiyorsunuz?

Hay hay, daha söylemeden ezbere...

Biz yemeğe değil de... Sanki içinde yemeğin de olduğu bir masaj seansına gider gibiyiz. Sevgilinle mi kavga ettin? İşyerinde gerginlik mi çıktı? Yaslan arkana. Unut.

Gevşe biraz. Derin nefes al. Şimdi bırak. Ohh... Ara sıcaklar hemen mi gelsin, biraz bekleyelim mi?

Restoranlar kapalı. Açılması için en erken şubat ortası lafları dolaşıyor. Birçoğunun paket servisi var, alıyorum da...

Ama mesele sadece o porsiyon değil ki. Ben gördüğüm muameleyi çok özledim. Türk tipi ağırlamanın dayanılmaz hafifliğini.

Geleneğimizde var

Bu servis kültürü, aslında geleneğimizde olan bir şey. Evlerdeki misafirperverliğimizin restoranlara yansımış hali gibi.
Küçükken artık nasıl işlemişlerse kafamıza... Eve bir misafir adım attığı andan itibaren “Sebastian” çıkıyor benim içimden de.
Fakat pandemide restoranlar kapalı olduğu gibi eş-dost, aile-akraba ziyaretleri de yapılamıyor.
Sırf misafir olduğumuz için önümüze serilen bu hizmetten evlerde de mahrumuz.
O yüzden eksikliğini en çok çektiğim şey ne harika tabaklar, ne güzel manzaralar, ne şu ne bu...
Farkında olmadan çok alışık olduğumuz bu misafir olma lüksü ve “ağırlanma” kültürü.

Haberin Devamı

Kar altında deniz düşü

İstanbul kar altında ama hayalin ucu bucağı yok tabii. Hafızama yaslanıp güzel “ağırlandığım” sıcak yerlerin hayalini kuruyorum.

Götüreyim mi sizi de?

Güzel, rahat bir  bir şezlongdayız.

Önümüz denize dönük...

Güneşin nerede olduğunun çok önemi yok, tepemizde nasılsa şemsiye var.

Yeter ki rüzgâr denizden bize doğru essin, Bodrum Torba’daki gibi.

Altımız kum mu olsun, ahşap iskelemi?

Ben kumcuyum ama ikisine de uyarım.

Müzik mühim. Hele volümü:

Dinlerseniz duyuyorsunuz, konuşursanız sizi bastırmıyor.

Hayata küsmemiş, işinden memnun bir garson...

Kılığı kıyafeti rahat.

Sırf disiplinli görünsün diye o sıcağın altında eziyetli giydirilmemiş.

Güleryüzlü.

Haberin Devamı

Gustolu biri. Menüye hâkim, ne sattığını biliyor.

Güzel hazırlanmış, anlaşılır, dengeli bir menü. Azar azar ama her şeyden: İsteyene et, isteyene hamur işi, isteyene sebze.

Bir lokmalık da var paylaşmalıklar da. İçeceklerin tatlısı, ekşisi...

Pideler gelene kadar ben biraz kestireceğim. Sonra denize girelim mi?

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları