Paylaş
“Son yaprak düştüğünde / Denizdeki son balık bittiğinde / Cebinizdeki para hiçbir şeye yaramayacaktır.”
Bu sözlerle birlikte yüzüm asıldı, tüm neşem kaçtı. Birden aklıma dünyanın sonu, kıyamet günü konulu film senaryoları geldi. Hele torunlarımın yaşayacağı 2050-2060’ları düşündüğümde moralim iyice bozuldu.
Yüzyıllar boyunca büyük, güçlü bir tarım ülkesi olan yedi iklim yedi coğrafyalı Türkiyemizde toprağın ve suyun hoyratça kullanılması, atılan yanlış adımlar neticesinde önemli besin ve gelir kaynaklarımızdan yeşil mercimeği bile ithal eder duruma geldik.
1980’lerde Toprak Mahsulleri Ofisi’nin depolarından taşan yeşil mercimeğin tüketimini teşvik etmek için Sevgili Ayşe Baysal TRT’de beslenme, yemek programları yapardı. Annemin deyimiyle, “nereden nereye geldik”...
Sayın Mehmet Reis Bey’in, Türk mutfağının yapıtaşları olan bakliyatlarla ilgili su gibi akıp giden, son derece aydınlatıcı olan söyleşisi, tarım üretimimizin acıklı durumuna isyan eden bir feryat gibiydi.
Benim gibi Anadolu’da yetişmiş olan, buğdayın tarladan hasat edilip bulgur ve un halini almasının aşamalarını bilen birinin bu üzüntüsü size abartılı gelebilir. Ancak biz şanslıydık. Çocukluğumuzda yediklerimiz doğal ortamlarında yetişmişti. Toprağın, suyun, havanın henüz kirlenmediği zamanlardı onlar. İnsan sağlığını tehdit eden GDO’yu hiç bilmez, “Organik mi, değil mi” cümlesini hiç kurmaz, sadece “Elmadan kurt çıktı” ya da “Şeftali de çürümüş” derdik.
MÜCADELEYİ BIRAKMAYALIM
Bana sorsanız, insanlığı tehdit eden en büyük tehlike, yanlış tarım politikaları ve küresel ısınma. Düşünsenize, Türkiye gibi bir ülkede tarımla geçinen nüfus yüzde 25’lere gerilemiş. Tarlaları ekip biçecek kimseyi bulamaz durumdayız. Herkes büyük şehirlere doluşup iş arıyor.
Hollanda gibi küçücük bir ülke dünyanın en önemli domates üreticisi olmuş, bizse Meksika’dan nohut, Kanada’dan kırmızı mercimek, Çin’den barbunya, Mısır’dan iç bakla, ABD ve İtalya’dan pirinç, Peru’dan börülce ithal eder durumdayız.
En çok da şu Çin’den gelen bembeyaz, iri dişli sarmısaklara kızıyorum.
Şunu da belirtmeden edemeyeceğim; ben yemeklerimde mutlaka ama mutlaka pembemsi Kastamonu-Taşköprü sarmısağı kullanıyorum.
Tablonun karamsar olduğunun farkındayım ama bu arada iyi şeyler de oluyor. İşte bu iyi, sevindirici haberlerden birini sona sakladım.
Şükürler olsun ki, Türkiye hâlâ, ninelerin sandığından çıkan GDO’suz eski tohumları kullanan az sayıdaki ülkeden biri. Mücadeleyi bırakmayıp kamuoyu baskısına ara vermeyelim. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın tüm tebliğlerini yakından takip edelim. Ben öyle yapıyorum ve bir yemekçi olarak güvenilir gıda üretiminin peşindeyim.
MERCİMEKLİ KÖK ISPANAK
Ispanakların sadece kök kısımlarını 10-12 santim uzunluğunda kesin. İyice yıkayın. Kök kısımlarındaki kumların dibe çökmesi için tuzlu su dolu bir kapta 15 dakika bekletin. Tekrar yıkayıp süzün.
Sarmısakları pirinç tanesi büyüklüğünde, soğanları yemeklik incecik doğrayın ve sıvıyağ ve salçayla birlikte geniş bir tencereye aktarın. Tencereyi orta ısılı ateşin üzerine oturtun. Karıştırarak 2 dakika kadar kavurun.
Ispanak köklerini yatırarak yan yana tencereye dizin. Üzerine haşlanmış mercimeği serpiştirin. Sıcak suyu da tencerenin kenarından aktarın. Tuz ve karabiberi katıp tencerenin kapağını kapatın ve kaynayıncaya kadar pişirin.
Kaynayınca ocağın altını kısıp ıspanaklar yumuşayıncaya kadar pişirin. Ocaktan alıp ılık hale gelmesini bekleyin ve servise sunun.
? 2 demet ıspanak
? 1 su bardağı haşlanmış yeşil mercimek
? 1-1,5 bardak sıcak su
? 1 adet kuru soğan
? 5-6 diş sarmısak
? 1 tatlı kaşığı
biber salçası
? 4 yemek kaşığı sıvıyağ ya da zeytinyağı
? 1 çay kaşığı tuz, karabiber
Paylaş