Sabri Yurdakul

Çocuklara cep telefonu vermek doğru mu?

3 Ekim 2019
Çocukların sessiz durması için anlık işe yarayan telefonlar fark edilmeden onlara zarar veriyor. Çocuklar bu telefonları ellerine aldıklarında diğer çocuklara yaklaşmıyorlar, ses çıkarmıyorlar neredeyse dünyadan uzaklaşıyorlar.

Günümüzde cep telefonu genç yaşlı herkesin elinde. Özellikle gençler artık onsuz bir dakika geçirmiyorlar. Giderek daha küçük yaşta çocukların elinde cep telefonları görülmeye başlıyor. Bu çocuklar konuşma çağında olmadıkları halde sırf oyalansınlar diye aileler ellerine cep telefonlarını veriyorlar. Çocuklar da cep telefonuna girip kendi başlarına istedikleri bölümü açıp bir kenara sessizce oturup onu izliyorlar. 

Çocukların sessiz durması için anlık işe yarayan telefonlar fark edilmeden onlara zarar veriyor. Çocuklar bu telefonları ellerine aldıklarında diğer çocuklara yaklaşmıyorlar, ses çıkarmıyorlar neredeyse dünyadan uzaklaşıyorlar. Bu iş ailelerin işine yaradıkça daha yaygın olarak kullanılmaya başladı. Artık çocukların en ufak yaramazlıklarında anne babalar “Uslu durursan cep telefonunu veririm” diyor ve gerçekten de veriyorlar. Bir süre sonra etrafa tepki vermeyen, seslenildiğinde duymayan, göz teması kurmayan çocukların sayısı artınca da telaşa kapılıyorlar. Halbuki fark etmeden bu durumu kendileri yaratıyorlar. Çocukların sessiz durmaları, yaramazlık yapmamaları ve ses çıkarmamaları karşılığında onları cep telefonu bağımlısı yapıyorlar. Cep telefonu bağımlısı olan çocuklar da içlerine kapanıyor, arkadaşları ile temas kurmuyor ve giderek yalnızlaşıyorlar.

Sonuç olarak çocuklara cep telefonunu vermemeliyiz. Ağlayabilirler, o güne kadar alıştırdığımız için vazgeçmeyebilirler. Bu konuda dirayet göstermek önemli. Çocuklar bu konuda ısrar ettiklerinde onların dikkatlerini başka yöne çekmek, oyalanacakları başka şeyler bulmak, onları arkadaşları ile oyun oynamaya yönlendirmek çok daha faydalı olacaktır. Unutmayalım cep telefonu bağımlılığı çocukların ellerine erken yaşlarda telefonun verilmesi ile daha çok yaygınlaşacaktır. Hiç olmazsa doğru kullanacakları yaşlara kadar onları cep telefonundan uzak tutmalıyız.

Yazının Devamını Oku

Çocuklarla nasıl vakit geçireceğiz?

20 Ağustos 2019
Çocuğunuzu yaptığınız işe dahil edin.

Çocuklarımızın bizimle vakit geçirmesi onların gelişimi yönünden çok önemli. Ancak bu geçirilen zamanın kaliteli olması en az onun kadar önemli. Annelerin zamansızlıktan dolayı yaptığı gibi kendi işini yaparken birlikte zaman geçirmeye çalışmalarına çocuklar tepki veriyorlar. En güzeli anne ya da baba bir iş yaparken çocuğunu da işin içine katması ve birlikte yapmasıdır. Ancak böyle olduğunda çocuklar anne babalarına bakarak, onların nasıl iş yaptığını birlikte deneyimleyerek yaşam becerilerini geliştirirler. 

Çocuklarımızla birlikte geçirdiğimiz zamanı daha verimli kılmanın en güzel yollarından biri birlikte öğrenmektir. Müze gezerek, bir spor karşılaşmasını yerinde canlı izleyerek, kitaplardan ve internetten birlikte araştırma yaparak ve araştırdıklarımızı da tartışarak çocuklarımıza öğrenme merakını aşılayabiliriz. Bu çocuklar için çok değerli bir kazanımdır. Öğrenme arzusunu oluşturduğumuz çocuklarımız hayat boyu araştıracak, öğrenecek, hazır bilgilerle yetinmeyip kendisini geliştirecektir. Bu yüzden birlikte araştırmanın çok büyük önemi vardır.

Birlikte yürümek, yapabiliyorsak birlikte spor yapmak, yürümek, yüzmek, tenis oynamak, masa tenisi oynamakta çocuklarımızla geçirdiğimiz zamanı değerli kılar. Birlikte kitap okumak okuma alışkanlığını kazandıracaktır. Okuduklarını anlatmasını istemek, üstüne düşünmek, tartışmak çocuklarımızın okuduklarını anlama ve anlatma becerilerini kazanmalarına faydalı olacaktır. Tabiata çıkmak, bitkileri tanımak, yaşam döngüleri üzerine araştırmalarda yaşamı anlamalarını sağlayacaktır.

Sonuç olarak çocuklarımıza kaliteli zaman ayıralım, bu zamanı öğrenme ve beceri kazanma odaklı yapalım. Unutmayalım ki çocuklar dahil her insan deneyimleyerek öğrenir. Onlara vereceğimiz en büyük kazanımın sevgimizle beslenmiş öğrenme merakı olduğunu daima göz önünde tutalım. 

Yazının Devamını Oku

Çocuklar besledikleri kurbanın kesildiğine şahit olmamalı

8 Ağustos 2019
Eski bir gelenek olarak Kurban Bayramı'ndan önce kurbanın alınır bayrama kadar beslenir ve öyle kesilirdi. Bugünlerde özellikle kırsal kesimlerde bu gelenek hala sürmekte. Bu durum büyükler için bir sorun teşkil etmez ancak çocuklar için durum farklıdır. Alınan kurbanlık koyunu eliyle besleyen, ona alışan, onunla duygusal bağlantı kuran bir çocuğun kurbanın kesilmesine şahit olması çok travmatize edici bir duygudur.

Kaybetme duygusu yaşamda travmalarla edinilir. Ya başkalarının kaybetme duygusuna şahit oluruz ya da kendimiz sevdiklerimizi kaybederiz. Özellikle çocuklar anne babayı kaybetme korkusunu yaşadıkları için sevdiklerini kaybetme korkusunu yaşarlar. Bu yüzden sevdikleri bir hayvanın kesilmesine şahit olmaları onların bu duygusunu yaşamalarına neden olur. Kurbanın kesilmesine şahit olduklarında bunun etkisini uzun süre yaşarlar. Geceleri rüyalarına girebilir. Atlatmaları uzun zaman alır.

Evde 18 yaş altında çocuğu olan aileler mümkünse günler öncesinden kurban alıp beslememelidir. Bunu yapma zorunluğu varsa çocuklarının kurbanla duygusal bağ kurmalarına izin vermemelidirler.

Hepinize iyi bayramlar dileğiyle…

Yazının Devamını Oku

10 soruda “şizofreni” testi

1 Temmuz 2019
Gülünecek yerde ağlar, ağlanacak yerde güler misiniz?

Şizofreni, bireyin gerçekle gerçek olmayan arasındaki farkı ayırt etmesini zorlaştıran, normal olarak davranmayı engelleyen bir hastalıktır. Ruhsal rahatsızlıklar arasında en az görülen hastalıkların başında gelen şizofreni çoğu bireyin korkulu rüyasıdır. Peki, siz şizofreni belirtileri ile karşı karşıya olabilir misiniz? Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul’un hazırladığı test ile bu soruya cevap bulabilirsiniz.

Öncelikle aşağıdaki soruları evet ya da hayır olarak cevaplayın.

    Kulağınıza sizin hakkınızda konuşan sesler gelir mi?Kimsenin görmediği varlıkları görür, onlarla konuşur musunuz?Televizyonda ya da radyoda sizden bahsedildiğini düşündüğünüz olur mu?İnsanların sizi dinlediği halde söylediklerinizden bir şey anlamadığı olur mu?İnsanlara garip gelen davranışlarınız var mı?Toplumdan soyutlanır, kendi başınıza yaşar mısınız?Çalışma hayatınızı sürdüremez oldunuz mu?Gülünecek yerde ağlar, ağlanacak yerde güler, anlamsız tepkiler verir misiniz?Entellektüel kapasitenizi giderek yitirdiniz mi?Kişisel hijyeniniz giderek bozuldu ve yıkanmamaya başladınız mı?

Sonuçlar

HAYIR’LARIN SAYISI EVET’LERDEN FAZLA İSE:

Şizofren değilsiniz. Günlük hayatta zaman zaman bunları yaşadığımız dönemler olabilir. Ancak kulağa sesler gelmesi kimi zaman insanları korkutan bir durumdur. Bazen içinden ses duyduğunu söyleyen kişilerin bu durumu basit bir takıntıdır. “Sanki içimden bir ses şunu söyledi” diyerek bunu ifade edebilirler.

Başkalarının görmediği varlıklar görüyor ve onlarla konuşuyorsanız, televizyonda ya da radyoda sizden bahsettiklerini düşünüyorsanız o zaman psikiyatrik bir yardım almakta fayda olabilir. Bunun dışındaki diğer maddeleri zaman zaman yaşadığımız dönemler olabilir. Örneğin insanlardan uzaklaşabilir, kendi başımıza kalmak isteyebiliriz. Kafamız karışık olur, çevremizdekiler söylediklerimizi anlamayabilirler. Entelektüel kapasitemizi yitirip hiçbir şeye ilgi duymadığımız dönemler de olabilir ki bu dönemler depresyon ile karışabilir. Panik bozukluğumuz olup evden dışarı çıkmak istemeyebiliriz. Bütün bunları zaman zaman yaşayabiliriz. Tüm bunlar şizofren olduğumuz anlamına gelmez.

Tek tek bu belirtilerimiz varsa bunların üzerine gitmeli, örneğin kendi içimize kapanmışsak insanlarla bir arada olmalı; hijyenimize önem vermiyor ve yıkanmıyorsak bunu tersine çevirmek için çaba göstermeliyiz. İnsanlar bizi garip buluyorsa “Bu onların sorunu” demeyip kendimize çeki düzen vermeli, entelektüel yönlerimizi geliştirmeli, günlük hayattan geride kalmamalıyız. Aynı şekilde çalışma hayatımızda daha çok gayret edip geri düşüşümüzü toparlamamız gerekir.

EVET’LERİN SAYISI HAYIR’LARDAN FAZLA İSE:

Psikiyatriste görünmenin faydası vardır. Yaşantınızda belki gariplik hissetmeyebilirsiniz, bunlar doğal gelebilir ama hastalığın belirtileri de olabilir. İnsanlar “Şizofren olacağım” korkusuyla psikiyatriste başvurur da “Şizofren oldum” diye psikiyatriste başvurmaz. Kendinizi şizofren gibi hissetmek, şizofren olduğunuz anlamına gelmez. “Ben normalim” demek de her zaman normal olduğumuz anlamına gelmez. Toplumdan uzaklaşmak, garip konuşmak, kendi içimize kapanmak, çalışamaz olmak, televizyonla konuşmak gibi durumlar tek tek başka hastalıklarda görülebilir. Tüm bu belirtilerin bir arada olması ise şizofreni rahatsızlığını düşündürebilir. Ancak bu durumda mutlaka bir psikiyatri uzmanın tanı koyması gerekir.

Öncelikle aşağıdaki soruları evet ya da hayır olarak cevaplayın.

Şizofren değilsiniz. Günlük hayatta zaman zaman bunları yaşadığımız dönemler olabilir. Ancak kulağa sesler gelmesi kimi zaman insanları korkutan bir durumdur. Bazen içinden ses duyduğunu söyleyen kişilerin bu durumu basit bir takıntıdır. “Sanki içimden bir ses şunu söyledi” diyerek bunu ifade edebilirler.

Başkalarının görmediği varlıklar görüyor ve onlarla konuşuyorsanız, televizyonda ya da radyoda sizden bahsettiklerini düşünüyorsanız o zaman psikiyatrik bir yardım almakta fayda olabilir. Bunun dışındaki diğer maddeleri zaman zaman yaşadığımız dönemler olabilir. Örneğin insanlardan uzaklaşabilir, kendi başımıza kalmak isteyebiliriz. Kafamız karışık olur, çevremizdekiler söylediklerimizi anlamayabilirler. Entelektüel kapasitemizi yitirip hiçbir şeye ilgi duymadığımız dönemler de olabilir ki bu dönemler depresyon ile karışabilir. Panik bozukluğumuz olup evden dışarı çıkmak istemeyebiliriz. Bütün bunları zaman zaman yaşayabiliriz. Tüm bunlar şizofren olduğumuz anlamına gelmez.

Tek tek bu belirtilerimiz varsa bunların üzerine gitmeli, örneğin kendi içimize kapanmışsak insanlarla bir arada olmalı; hijyenimize önem vermiyor ve yıkanmıyorsak bunu tersine çevirmek için çaba göstermeliyiz. İnsanlar bizi garip buluyorsa “Bu onların sorunu” demeyip kendimize çeki düzen vermeli, entelektüel yönlerimizi geliştirmeli, günlük hayattan geride kalmamalıyız. Aynı şekilde çalışma hayatımızda daha çok gayret edip geri düşüşümüzü toparlamamız gerekir.

Psikiyatriste görünmenin faydası vardır. Yaşantınızda belki gariplik hissetmeyebilirsiniz, bunlar doğal gelebilir ama hastalığın belirtileri de olabilir. İnsanlar “Şizofren olacağım” korkusuyla psikiyatriste başvurur da “Şizofren oldum” diye psikiyatriste başvurmaz. Kendinizi şizofren gibi hissetmek, şizofren olduğunuz anlamına gelmez. “Ben normalim” demek de her zaman normal olduğumuz anlamına gelmez. Toplumdan uzaklaşmak, garip konuşmak, kendi içimize kapanmak, çalışamaz olmak, televizyonla konuşmak gibi durumlar tek tek başka hastalıklarda görülebilir. Tüm bu belirtilerin bir arada olması ise şizofreni rahatsızlığını düşündürebilir. Ancak bu durumda mutlaka bir psikiyatri uzmanın tanı koyması gerekir.

Yazının Devamını Oku

Çocuklarınızı tenkit etmeyin

27 Haziran 2019
Anne babaların en sık yaptığı şey çocuklarının hareketlerini eleştirmektir. Bu şekilde yaparak onlara doğruları öğrettiklerini düşünürler. Kendileri de öyle görmüşlerdir. Ne kadar çok davranışını düzeltirlerse çocuklarının o kadar iyi yetişeceğini düşünürler. Ancak bu her zaman böyle olmamaktadır. Çocuklar sürekli eleştirildiklerinde artık bu eleştirilere kulak asmaz olmakta ve bildiklerini okumaktadırlar.

Çok sevdiğim bir söz var. “İnsanların sizden nefret etmesinin en garantili yolu onları tenkit etmektir “der.

Çocuklarımız bizden nefret etmezler ama bildiklerini okurlar. Birçok ana baba çocuklarına bir şey söylediklerinde tepki vermedikleri için kulak burun boğaz doktoruna götürmekte ve kulaklarını muayene ettirmektedirler. Tabii ki çocuklarda muayenede bir şey bulunmamaktadır. Sorun çok söylediğimiz için çocuklarımızın laf arsızı haline gelmesidir. Eskiden dayak arsızı çocuklar vardı. Çocuklar yaramazlık yaptıklarında dayak yer ama yine bildiklerini okurlardı. Şimdiki aileler uzmanların önerisi doğrultusunda çocuklarını dövmüyor ama bunun yerine sözleriyle onlara vuruyorlar.

Sürekli olarak onlardan şikâyet ederek, yaptıklarını beğenmeyerek, hareketlerini eleştirerek çocuklarına iyilik etmiyorlar. Çok laf ettiklerinde aralarında dinlenilmesi gereken laflar da kaynayıp gittiği için çocuklar artık bildiklerini okumaktadırlar. 

En iyi anne baba çocuklarına en az müdahale eden ana babadır. Çevrenize bir bakın hangi anne baba çocuğuna çok karışıyorsa en fazla yaramazlık yapanlar bu çocuklar olarak karşımıza çıkıyor. Ailenin az karıştığı çocuklar müdahale etmeli davranışlarda bulunmuyorlar. Daha az laf daha çok işe yarıyor. Tabii ki burada laflardan kastım tenkit anlamında. Çocuklarımızın yaptıkları iyi davranışları övelim ama kötü davranışlarda bir kere daha düşünelim. Ben bunu söylemezsem çocuğum iyice yaramaz mı olur diye. Böyle bir tehlike yoksa on laf etmek istiyorsak dokuzunu yutalım birini hiç söylemeyelim. Ancak bu şekilde olursa bizim sözlerimizi dinleyeceklerdir.

Unutmayın fazla tenkit etmek sürekli tenkit edilecek çocuklar yetiştirir.

Yazının Devamını Oku

Sınavdan önce yapılması gerekenler

12 Haziran 2019
Sınavlar yaklaşırken gençler stres içinde çalışmaya gayret ediyorlar. Yoruldukları için ders çalışamıyorlar. Gece yarılarına kadar uyku uyumuyorlar ve ertesi gün uykusuz kalıyorlar.

Sınavlar yaklaşırken gençler stres içinde çalışmaya gayret ediyorlar. Yoruldukları için ders çalışamıyorlar. Gece yarılarına kadar uyku uyumuyorlar ve ertesi gün uykusuz kalıyorlar. Bu da onların bir düzen tutturmasını engelliyor. Girdikleri sınavlarda zamanı iyi kullanamadıklarında da stres oluyorlar. ‘Ben kazanamayacağım’ kaygısı ile okuduklarını da anlamaz hale geliyor, kendilerini arkadaşları ile kıyaslayıp ‘Ben yapamayacağım’ diye telaşa kapılıyorlar.

Gençlerin sınavdan önce yapması gereken en önemli şey sınava kadar günlük hayatlarını düzene sokmalarıdır. Akşamları 23.00’ü geçmeden yatmalı, en geç 07.00’de kalkmalılar. Gece bu saatten ileri saatlerde uyumaları ertesi gün ders dinlemelerini ve çalışmalarını olumsuz etkileyeceğinden önerilmez.

Sınav sonuçları hiç kimse ile kıyaslamamalıdırlar, çocukların kendilerini kıyaslayacakları tek kişi yine kendileri olmalıdır. Kendi sonuçlarını ileri götürebiliyorlarsa bu onları başarıya taşıyacaktır. Burada da ara ara aldıkları düşük puanlardan kaygı duymamalıdırlar. Deneme sınavlarının asıl sınavlardan daha zor olacağını unutmamalı ve düşük puanlar aldıklarında morallerini bozmamalıdırlar. Aynı durum aileler için de geçerlidir. Çocuklarını başkaları ile kıyaslamamalı ve mümkün olduğunca onların moralini bozacak bir şey söylememelidirler.

Sınava kadar olan süre iyi değerlendirilmeli ve telaşa kapılmadan eksikleri kapatmak için çaba göstermelidirler. Bu süre içinde yetiştiremediklerine telaşa girmemelidirler. Telaşa girmek yapabileceklerini de yapamamalarına neden olacaktır.

Sonuç olarak sınava girecek gençler sınava kadar olan süreyi ellerinden geleni yaparak, kendilerini kimseyle kıyaslamayarak ve uyku saatlerini düzene sokarak geçirmelidirler. Sorumlu oldukları tek şey ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmalarıdır.

Sınava girecek tüm gençlere başarılar… 

Yazının Devamını Oku

Sınav yaklaştıkça azalan çalışma isteği

24 Mayıs 2019
Sınav tarihi yaklaştıkça gençlerin büyük bölümü artık çalışamaz olduklarından şikâyet etmeye başladılar. Bugüne kadar elinden geleni yapan gençler artık dersin başında oturamadıklarını söylüyor.

Sınav tarihi yaklaştıkça gençlerin büyük bölümü artık çalışamaz olduklarından şikâyet etmeye başladılar. Bugüne kadar elinden geleni yapan gençler artık dersin başında oturamadıklarını söylüyor. Çalışamadıkları için de moral bozukluğu yaşıyorlar. Bir yandan aileleri kendilerini anlamadığı için dert yanıyorlar, bir yandan da çalışamadıkları için kazanamayacaklarından korkuyorlar. Korktukça çalışamıyorlar, çalışamadıkça korkuyorlar. Bir kısır döngü sürüp gidiyor.

Sınav yaklaştıkça ders çalışamama durumu çok çeşitli nedenlerle oluşur. Öncelikle kaygı buna neden olur. “Başarısız olacağım, bildiklerimi yapamayacağım, çalıştıklarım yetmeyecek” korkusunu yaşayan gençler dersin başına geçtiklerinde ders çalışamaz. İkinci neden aylardır ders çalıştıkları için artık beyinlerinin yorulmasıdır. Ara vermeden aylarca çalışmak, sürekli beyni derslerle doldurmak bir süre sonra gençlerin çalışamaz olmasına yol açabilir. Bir diğer etken ise sınava yakın çalışamadıkları derslerin fazla oluşu nedeniyle neye çalışacaklarını bilememeleridir. Bu durum depresyonla da alakalı olabilir. “Yapamayacağım, başarısız olacağım, aileme mahcup olacağım” düşünceleri ile depresyona giren, moral bozukluğu yaşayan gençlerin ders çalışma verimi de düşer.

Bütün bu etkenlerin sonucunda ders çalışamayan gençler, cep telefonu ya da bilgisayar ile oyalanmayı tercih eder, hiçbir şey yapamazlarsa yatıp uyurlar. Böyle olunca da günler geçer, çalışamadıkları için başarıları düşer. Aileleri ile sorun yaşar, aileler onlara gayret göstermemeleri nedeniyle kızar, laf eder, bu da gençlerin morallerini daha fazla bozar.

Gençlerin ders çalışamadığı zamanlar yapmaları gereken ilk iş neden çalışamadıklarını araştırmaktır. Çalışamamanın bir sonuç olduğu unutulmamalı, gençlere kızmamalıdır. Önemli olan birlikte araştırıp nedenini bulmak ve bu nedeni ortadan kaldırmaktır. Örneğin sıkıldıkları için çalışamıyorlarsa, biraz ara verip çalışmaya yönlendirilmeliler, akşamları bir yarım saat yürüyüş yapmaları sağlanmalıdır. Ders dışı zamanlar geçirmeleri konusunda yüreklendirilmelidirler. Bunlar yapılmadan daha çok ders çalışmaya yönlendirilirlerse o zaman daha da çalışamaz olacaklardır. Unutmayalım “Tembel öğrenci yoktur, ders çalışamayan öğrenci vardır.

Yazının Devamını Oku

Disleksi nedir? Disleksi neden olur?

13 Mayıs 2019
Çocuklarda disleksi denilen durum okuma ve yazma ile ilgili öğrenme güçlüğünü ifade ediyor. Zekâ seviyesi normal olan çocuklar okuma ve yazmada sorun yaşıyorlar. Bu durumun farkına genelde ilk okula başladıkları sene ya da 2. sınıfta varılıyor. Harfleri karıştırdıkları gibi, kelimeleri de sondan başa doğru okuyabiliyorlar.

B ile D, U ve N en fazla karışan harflerdir. Sayıları da karıştırabiliyorlar 6 ile 9'u karıştırdıkları gibi. Bazen kelimeleri ters okuyabiliyorlar. Çok ile koç' u ters okudukları gibi. Konuşma da bu çocuklarda gecikebiliyor. Okurken yavaş okuyabildikleri gibi, okuduklarını da çabuk unutuyorlar. Zor ve yavaş okuyorlar. Bu nedenle zekâ geriliği ile karışabiliyor. En çok birlikte göründükleri durum dikkat eksikliği bozukluğu. Dikkat eksikliği bozukluğunda %30 oranında gözlenebiliyorlar.

Disleksisi olan çocukların sadece okumasında ve öğrenmesinde problem olmuyor. Basit el becerileri ve psikomotor becerilerinde de gecikme oluyor. İp atlayamıyorlar, bisiklet süremiyorlar. Sağı ve solu karıştırabiliyorlar. Kuzey-güney gibi kavramları karıştırdıkları gibi saati, ayı ve günü öğrenmeleri zor oluyor. Öğrenip yine çabucak unutabiliyorlar. Bu nedenle disleksinin bir öğrenme güçlüğü olduğunu söyleyebiliyoruz.

Disleksi de beynin sol bölümünün gelişmesi sağ bölüme göre daha yavaş oluyor. Pet ve mri uygulamalarında solda beyin fonksiyonlarının daha geriden geldiği tespit ediliyor. Beyin aktivitesi sol tarafta daha az gözleniyor. Bu yüzden nöropatolojik bir bozukluğun olduğu söyleniyor. Ancak ilerleyen senelerde bu bozukluk yavaş yavaş toparlanıyor ve yaşıtlarını gelişim yönünden yakalayabiliyorlar.

Disleksinin oluş nedenleri çok çeşitli genetik olarak olabildiği gibi, annenin hamilelik esnasında geçirdiği influenza virüs enfeksiyonu, düşük doğum ağırlığı, prematüre doğumlarda bunu tetikleyebiliyor.

Disleksi tedavisinde özel eğitimin yanı sıra, berard yöntemi, nörofeedback gibi yöntemler uygulanabiliyor. Dikkat eksikliği ile beraberse dikkat arttırıcı ilaçların etkisi var deniyor. Çocuklara kızılmadan ve moralleri bozulmadan okuma konusunda yönlendirilmeleri faydalıdır. Edison, Albert Einstein gibi dâhilerin zamanında disleksi olduğu ve okul hayatının ilk yıllarında yaşadıkları sorunları, sonraları aşarak, çok daha büyük başarılara imza attıkları unutulmamalıdır. Ayrıca disleksi gelişimsel bir hastalık olup, ilköğretimin sonlarına doğru büyük oranda düzelebilmektedir. Zekâ düzeyi yüksek çocuklar eksiklerini daha önce fark edip ikinci sınıf civarında yaşıtlarını yakalayabilmektedir. Bu nedenle disleksiden korkmak yerine zamanında yakalanıp, tedavi aşamasına geçilmesi önemli olup çocukların okul başarısını arttıracaktır.

Yazının Devamını Oku