Paylaş
Her kadının hayal ettiği şeylere sahip bir düğünle evlendim ben. Muhteşem bir gelinlik, pembe beyaz güller, tüm sevdiğim insanlar, bütün gece süren bir eğlence ve kusursuz bir organizasyon... Beraber yaşlanacağımı düşündüğüm adamla evlendiğimi sanıyordum o gün. Ama yanılmışım. Ne o bana göreymiş ne de ben ona. Önce boşanmak istemedim. Savaştım. Ama olmuyordu. Kocam, kocam gibi değildi. Bir yabancıydı. Düğünümüzde mikrofonu kapıp “Bir daha dünyaya gelsem yine eş olarak Sabanur’u seçerim” diyen adamın yerinde bana ev arkadaşı olmayı teklif eden biri vardı artık. O zaman anladım. Kocam, öz kocam değildi. Üvey kocamdı o.
Üvey kavramıyla aslında küçük yaşta tanışmıştım. Hatırlıyorum da babam üvey annemi eve ilk getirdiğinde biraz melankolik davranmıştım. Çünkü o zamanlar bildiğim tek üvey anneler Pamuk Prenses ile Külkedisi’nin hain üvey anneleriydi. Dolayısıyla tepkiliydim. Tabii ki babamın yeni eşi masallardaki kötü kadınlara benzemiyordu. O iyi bir kadındı ama ne kadar iyi olursa olsun “üvey”di. Yani benim değildi aslında. Beni asla annem gibi karşılıksız sevmeyecek, asla beni her şeyden ve herkesten önce tutmayacaktı. Asla öz annem olmayacaktı. Üveydi o. Tıpkı kocam gibi.
Kocamla aynı evi paylaşıyor, aynı yatakta uyuyor, beraber yemek yiyor, beraber televizyon seyrediyor ama aynı aşkı duymuyorduk birbirimize. Tutku yoktu, sevgi yoktu, saygı ise tükenmek üzereydi. Başka kadınlar daha değerli olmuştu. Başka heyecanlar bulmuştu kendine ve hatta başka bir evde kalıyordu. Kağıt üzerinde, fotoğraf albümlerinde ve hatta arkadaş ortamlarında bile kocamdı o. Tek sorun öz değildi.
Çok uzun bir süre peri masalımı elimden aldığı için üvey kocama kızgındım. Bana kendimi başarısız hissettirdiği için sinirliydim. Ama artık değilim. Çünkü biriyle evlenmenin onu öz yapmadığını fark ettim. Siz de etrafınıza şöyle bir bakın. Evli oldukları halde karı koca olamayan çiftleri hemen fark edeceksiniz. Öz karısı veya öz kocasını hiç bulamamış evlilerden biriyseniz bence iki seçiminiz var. Ya hayatınızın sonuna kadar üvey karınız veya kocanızla yaşayacaksınız ya da size “öz” olamayacaksa hiç olmasın diyeceksiniz. Eğer eşinizin öz olduğunu düşünmüyorsanız unutmayın, bu hayat üveylere takılıp kalmak için çok kısa...
Erkekgiller
30 yaşıma geldim, iki üniversite bitirdim ama hala erkekler ve çorapları arasındaki ilişkiye akıl sır erdiremedim. Hayatıma giren erkeklerin hepsinin ayrı bir ilişkisi oldu çoraplarıyla. Kimi teki kaybolunca tüm evi arayacak kadar tutkuyla bağlıydı çoraplarına kimiyse eve girer girmez ilk iş onlardan kurtulacak kadar umursamazdı onları. Külotlarının içine çorap sokarak mal varlıklarını büyütmeye çalışan “ufaklık”ları da gördüm, takım elbisenin altına spor çorabı giyen adamları da… Beyaz Türk unvanının; beyaz atlet, beyaz külot ve beyaz çorap üçlüsüyle elde edileceğini sananlar da vardı, çorap üstüne sandalet giyen gurbetçiler de etrafımda. Maçtan sonra terini, ayağından çıkardığı çorabıyla silen profesyonel bir basketbolcu sevgilim de olmuştu mesela, Michael Jordan edasıyla çoraplarını kirli sepetine basket atmaya çalışan da…
Hepsine gülüp geçebildim yeri geldiğinde ama çorabı/ayağı kokan hiç kimseye tahammül edemedim bugüne kadar. Tabii en az kokan çorap kadar itici bir şey daha varsa o da çorabını koklayan erkekti her zaman. Hani çorabını çıkardıktan sonra uzun uzun koklayanlar vardır ya… Amaçları ayakları kokuyor mu anlamak mı yoksa çorapla sevişmek mi anlamadım hiçbir zaman. Sevişmek deyince çoraplarıyla sevişen Aydemir Akbaş kılıklıları da hatırladım şimdi. Hiçbir aklı başında kadının çoraplarıyla yatağa gelen bir erkek istemediğini bilmeyen bu erkekler, sandığımdan daha çokmuş etrafta. Ben çözemedim ama erkeklerin neden çoraplarına bu kadar tutkuyla bağlı olduğunu bilen varsa yazsın mutlaka bana…
Paylaş