Paylaş
Bizim İzmir İçin Düşünceden Eyleme (İİDE) posta grubunda “Trafik” tartışması yeniden alevlendi. Tetikleyici mesaj sevgili Bülent Şenocak’tan geldi. Daha sonra da tartışma sevgili Necil Toktay’ın bir önerisiyle yeni bir boyut kazandı. Necil mesajında şöyle diyordu:
“... Benim aklımda bir fikir var, ama nasıl becerilir, tam bilemiyorum. Aklıma Tofaş, Renault, Toyota, Otosan, vb., diğer otomobil üreticileri ile düzenli trafik oluşturulmasına yönelik bir birlik kurmak geliyor. Bu birliğe, Shell, BP, TP, vb., diğer dağıtım şirketleri de dahil olsun. Tabii ki, TCK bu grubun üyesi olsun. Tabii ki, arzu eden medya kuruluşlar dahil edilsin. Konuya ilgi duyabilen ilgili veya ilgisiz, türlü kuruluşlar ve kişiler de dahil olurlar. Başına türlü kaza olayları gelmiş yakınını kaybetmiş, yaralanmış, insanlar, dahil olabilirler. Bir STK kuralım. Belki vardır, bilmiyorum veya İİDE böyle bir görev üstlensin.”
Trafik hepimizin sorunu... Terör gibi can alıyor... Yaralı kurtulanların fiziksel ve psikolojik sorunları oluyor. Bunların yanında zaten daha yaşanır bir İzmir için daha düzgün bir şehir içi trafiği şart.
Teknolojide trafiği iyileştirmek için artık pek çok yeni çözümler sunuyor.
Böyle bir şemsiye birlik kurulması ya da varsa sesini daha çok duyurması herkesin yararına olur.
Sultanlar ve itilen kakılanlar
Bir tarafta ezilen, itilen kakılan, şiddet gören kadınlar... Bir tarafta “Filenin Sultanları, Potanın Perileri...”
Çalışan, yarışan, hayata katılan, olimpiyatlarda altın madalya kazanan, erkeklerin beceremediklerini yapan kadınlarımız da bu topraktan, pusmuş, susmuş olanlar da...
Hep böyle değil mi, bu ülke? Bir tarafta evrensel standartları yakalamaya çalışan, kabına sığamayan, sorunlarına rağmen ilerleme kaydeden, şaşırtan, ümit veren, aydınlık bir yüz. Diğer tarafta yerinde sayan, enerjisini israf eden, sorun çözemeyen, iyiyi de aşağı çeken bulanık bir yüz.
İkisi de sahici de aydınlık yüz ne zaman hakim yüz olacak?
Muhtemel saldırgan olarak erkek
Günlük hayatın akışındaki küçük bir sahne bazen size bir filmi, bir kitabı, bir şarkıyı hatırlatır ya. Şöyle bir gider gelirsiniz.
Örneğin; bu coğrafyada Matriks üçlemesini çağrıştıracak çok şey olur. Yakınımızda, uzağımızda. Sanalla gerçek birbirine karışır. Keşke elimizde “kırmızı hap” olsa, işin aslını görsek dersiniz. Dogville filmi de öyledir. “Para ve güce dayalı sistemin” müthiş bir çözümlemesidir. Sonunda gücü ele geçiren o gücü sonuna kadar kullanır.
Bu aralar bir de “Sperm Savaşları” kitabını çağrıştıran şeyler oluyor etrafta. Kitap basit olarak diyor ki, erkek aşılayıcıdır. Kadın toplayıcı. Bütün davranışlar da bu dürtülerden kök alır. İngiliz mikrobiyolog Robin Baker’ın mesleki deneyiminden çıkardığı sonuç bu...
Kadın-erkek ilişkilerinde elbet başka belirleyiciler de var. Modern insandan beklenen bu dürtüleri aşması. Aşabilmesi ise bu dürtüleri iyi yönetebilmesinden geçiyor.
Bizim ülkede cinsellik kentli için de köylü için de ciddi bir düğüm. Sosyoekonomik konuma göre görüntü farklılık gösterse de arka planda bir rahatsızlık var. Sonuçta; bu dürtülerin sakıncalı sayıldığı, ıkına sıkıla konuşulduğu bir iklimde yaşıyoruz. Mekanizmalar ona göre şekillenmiş.
Homofobik refleksler, tecavüzler, tacizler, kadına uygulanan şiddet, travesti düşmanlığı/düşkünlüğü bir yana en modern, en bilgili, en eğitimli görünenlerden bile ilginç tepkiler gelebiliyor.
Ortada herhangi bir işaret yokken dahi erkeğin “muhtemel saldırısına” karşı kadın “savunmacı bir kılığa” bürünebiliyor. Bu bazen “özel alan” meselesi oluyor. Bazen “namus”. Bazen “statü”.
Eskisine göre aşama kaydetmiş olsak da gidilecek çok yolumuz var. Psikologlar cinsel bilgilenmenin ilkokuldan başlayarak kademeli olarak arttırılması taraftarı.
Bu şekilde insan ilişkilerdeki arızaların bir kısmı çözülebilir belki. Çözülmese bile sorun anlaşılır hale gelir.
İçimizdeki patlayıcılar
Böyle bir patlama nasıl olabilir, nasıl bu kadar can alabilir, bu nasıl ihmaldir, yoksa bu bir kaza değil midir türü düşünceler kafamda uçuşurken Basın Akademisi Duyuru Grubu’ndan gelen bilgilendirici bir e-posta imdadıma yetişti. Metnin altında Tayfun Özdikmen imzası vardı.
Hemen Tayfun Bey’e bir mail attım. Yazısının son bölümünü kullanmak istediğimi belirttim. Sağ olsun çabuk ve olumlu cevap verdi.
Kendisi 3.5 yıl dünyanın en büyük patlayıcı madde şirketinin Türkiye ofisinde acil durum yönetimi ve güvenlik departmanında yönetici olarak çalışmış. Patlayıcıların güvenliği ve emniyetli nakliyesi konusunda da 2 kitabı yayımlanmış. “Acil Durum Yönetimi” ve “Metropolde Güvenli Yaşam” adlarıyla... Bu yazıyı tecrübelerine dayanarak kaleme almış.
İşte, bundan sonra nelere dikkat etmemiz gerektiği ile ilgili çok çarpıcı bulduğum bölüm:
“... Bu tür kaza sonucu yaşanan patlama olayları genelde aydınlatılamaz, çünkü patlama o kadar güçlüdür ki, etrafında ne bir görgü tanığı ne de bir delil bırakır.
Türkiye’de askeri mühimmat ve patlayıcı madde depolarının yanı sıra sivil amaçlı patlayıcı madde depoları da bulunmaktadır. Türkiye genelinde yaklaşık 500 adet seyyar patlayıcı madde deposu, 50 adet sabit patlayıcı madde deposu (iglo, yeraltı) bulunmaktadır.
Tüm bu depolarda ortalama 5 bin ton patlayıcı madde depolanmaktadır. Türkiye karayollarında ise, günde ortalama bin ton sivil amaçlı patlayıcı madde bir yerden bir yere taşınmaktadır. Yaşanan olayın ardından sivil amaçlı patlayıcı madde depolarının da daha kontrollü ve daha sık denetlenmesi gerekir.
Rutin, en büyük düşmandır! ‘Bir şey olmaz, düne kadar bir şey olmadı’ dememiz için zamanı kollar ve olanlar oluverir. Tehlikeli madde tesislerinde çalışan personelin rutinden kaçınması gerekir. Bunun için sık periyotlarda eğitimler almalı, tatbikatlar yapmalı, muhtemel bir kazayı simüle ederek kendilerini test etmelidirler.
Hayatını kaybeden askerlerimize Allahtan rahmet, yaralılara şifalar diliyorum.”
Tayfun ÖZDİKMEN
Acil Durum Yönetim Uzmanı
tayfunozdikmen@gmail.com
Paylaş