Paylaş
Sonbahar geldi. Hava dönüyor artık.
Tam da Haluk Şahin’in yazdığı gibi:
Sabahleyin kırlar / sırılsıklamdı çiğden / soğuk teri mi kış korkusunun
Çeşme geceleri için de çiğ zamanı. “Eski Çeşme” havasını hatırlatırcasına. Yirmi yirmi beş yıl öncesinin Çeşmesi daha serin bir yerdi sanki. Akşamları kazaksız çıkılmazdı.
Çok bilimsel olmasa da aklıma yatan açıklama şöyle: Binlerce ev yapıldı. O evlerin peyzajı (çimi, bitkileri, ağaçları) nedeniyle daha nemli bir mikro klima oluştu ve Çeşme havası ısı tutmaya başladı…
Neyse, geçenlerde keyifli bir Çeşme gecesinde terasta Komşum Rıfat’la sohbet ediyorduk. Rıfat Ankaralı bir işadamı… Çok okuyan, çok dinleyen, çok düşünenlerden…
Onunla yan yana gelince küresel krizden, dış politikadan, içerdeki gelişmelerden konuşmadan olmuyor. Hafifletilmiş beyin fırtınası şeklinde sürüyor sohbet.
Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı bir dünyada bu tip fikir alışverişleri çok değerli… Yoksa olan biteni sağlıklı süzebilmek zor…
O akşam da konu döndü dolaştı Ortadoğu’daki gelişmelere geldi. Çözümü çok zor bir matriks!
Bölge ile ilgili muhtemel planlar senaryolar aşağı yukarı belli. Türkiye’nin ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’la ilişkileri-işbirlikleri gelişmelerin ana belirleyicisi… İran diğer önemli oyuncu… Irak var. Lübnan’a kadar oluşabilecek bir Şii bandı kaygısı var.
Suriye’deki olaylar bütün bunların bir yansıması. Bir de uzaktan verdikleri destekle akışa müdahil olan Çin ve Rusya var.
Suriye’deki yönetimin kısa vadede devrilmemesi bizim hükümeti zor durumda bırakabilir. Çünkü seçmen nezdinde ekonomik büyüme ve hayat pahalılığından sonra en önemli konu dış politikaymış. Gerçi önümüzdeki ilk seçim en az bir yıl sonra ve yerel. Oy kaybının sandığa yansıması sınırlı kalabilir.
Suriye yönetiminin kısa vadede devrilmesi durumunda ise yepyeni bir belirsizlik ortamı ortaya çıkıyor ki biz ülke olarak böyle bir iklimi yönetmeye ne kadar hazırız o belli değil.
İktidar bir kaybet-kaybet açmazına girmiş olabilir. Bir teras muhabbetidir sonuçta ama çok da sığ sayılmaz.
ÜÇ AYDA BİR BARIŞ AYI OLSUN
1 Eylül’ü Dünya Barış Günü olarak kutlayanlar var. Eskiden Doğu bloku ülkeleri Hitler’in Polonya’yı işgal tarihi olan bu günü barış günü olarak benimsemiş. Ancak duvarlar yıkıldıktan sonra bu kutlamalar kalmamış.
Esasen Dünya Barış Günü 21 Eylül’de. Bu tarih Birleşmiş Milletler tarafından saptanmış. Tüm ülkelerce de benimsenmiş.
Çok mu önemli? Bu dünyada her ay bir Barış Günü olmalı belki de. Bu savaş çığlıklarını azıcık yatıştırabilmek için.
Bizim gibi ülkelerde ise üç ayda bir Barış Ayı kutlanmalı ki belki o zaman hakkı verilmiş olur barış rüyasının!
ÇAĞRIŞIMLAR
Bu fotoğrafı sevgili dostum Bülent Kürşat Mısır’da çekmiş. Altına da şöyle yazmış.
İskenderiye'nin arka sokaklarında dolaşırken, Eski Mısır'da ekmeğin önemini, onsuz kalmasınlar diye 5.000 yıl önce ölenlerin mezarlarına konulan ve bugün elimize geçen ekmek parçalarını, piramitlerin yapımında çalışanlara emekleri karşılığında dağıtıldığı söylenen ekmekleri ve en önemlisi yoktan var ettikleri ilk ekmek mayasının gizemini düşünüyordum.
Birden karşıma bu fırın ve sıcacık ekmekler çıktı. Hemen iki tane aldım. Tatları görüntülerinden de güzeldi.
Bana da şöyle şeyler çağrıştırdı bu fotoğraf:
Herkese yetecek kadar var sanma – hayat!
Bitmek bilmez bir bilek güreşindesin
Dikkat et görünmez el üzmesin seni
Okşar gibi yapar çarpar
İçin acır canın yanar
Alışırsın –zaman!
Ya kırmızılı adam gibi ol
Ya yeşilli kadın gibi sus
Ya da çık sandalyenin üzerine
“Yeteeeeer” diye bağır
Yeni bir ses olsun diye bıkkın sokağa
Kararını ver – cesaret!
Paylaş