Paylaş
İzmir’de yağmurlu bir Cumartesi…
B. Nihan Eren, Deniz Faruk Zeren, Hakkı İnanç, Kerem Işık, Melike Uzun, Nurullah Kuzu, Ozan Çınar, Şengül Can ve yönlendirici olarak da Pelin Buzluk bir salonda toplanmışlar. “Öykü”yü konuşuyorlar. Genç nesil öykücüler olarak.
Kitapları iyi ihtimal iki üç bin satıyor. Öykü satan bir tür değil çünkü. Onlar yılmadan yazıyorlar, anlatıyorlar.
13üncüsü düzenlenen İzmir Öykü Günlerinin kapanış panelindeyiz.
Öykü yazının bir formu… Yazmakla ilgili bir derdi olan herkese hitap eden bir panel bu. Konuşmalar kişisel deneyimlerden, öykü nasıl olmalı/olmamalı sorularına kadar gidiyor.
Salon tıka basa dolu değil. Sahi burası bir üniversite kenti, nerede bu gençler? Hele okumaya yazmaya meraklı olanlar, kentin neresinde ne yapıyorlar ki şu anda?
Hakkı İnanç, Melike Uzun ve Ozan Çınar’ın söyledikleri daha fazla yer ediyor aklımda. Pelin anlatılanları çok güzel toparlıyor.
Yalnız soru cevap kısmı biraz aceleye geliyor. Çünkü birazdan yan salonda başka bir organizasyonun etkinliği olarak Orhan Pamuk söyleşisi başlayacak.
Seçim zamanı politikacıyı, kitabı çıkınca da yazarı yollarda görürüz. Son kitabı “Kafamda Bir Tuhaflık” piyasada. Tanınmış bir romancı da olsanız pazarlama olmadan olmuyor.
Ben ta Kar’da kalmış bir okur olarak salona şöyle bir bakıp çıkmak istiyorum. Salon dolu. Nikâh salonu aslında burası… Diğer salondan büyük… Ayakta insanlar var. Burada gençler var. Fazla kalmıyorum.
Tanınmış olanın ilgi görmesiyle ilgili bir derdim yok. Bu dünya böyle bir dünya. Derdim tanınmış olandan sonra geleni keşfetme isteksizliğiyle. Yadırgadığım o kadar öne çıkmamış olup ümit verene, vaat edene özenmeme, hatta burun kıvırma halleri…
Çok tanınanın, çok satanın, çok izlenenin etrafında muhafazakar bir gruplaşma yaşanıyor. Burası ana akımın güvenli alanı. Ama bu gruplaşma insanları spot altında olmayana, biraz kenarda kalana karşı körleştiriyor sanki.
Bu muhafazakar bir toplumun doğal refleksi mi yoksa pop kültür anaforunda üretilen bir muhafazakarlık mı onu bilemiyorum.
Ertesi gün Çekmeceler filmine gidiyorum. Yüzümüzdeki çirkinliklere, özellikle de erkek yüzündekilere ayna tutan bir film. Muhafazakar ahlakçılığın cinsellik üzerinden bağrımızda açtığı yaraları sert biçimde anlatıyor. Ece Dizdar rolüne tam oturmuş. Film iyi bir film…
Pazar öğleden sonra seansı için salon boş sayılır. Çıkışta merakla gişe rakamlarına bakıyorum. İlk hafta 15 bin kişiye yakın kişi izlemiş. Kötü değil.
Ama bir pazarlama harikası olarak izlediğim Grinin Elli Tonu’nu 4 haftada 864 bin kişi izlemiş. BDSM içeren uç sayılabilecek bir filmken üstelik. Söz konusu ana akımsa, muhafazakarlık ara verebiliyor.
Bakalım bizi bize anlatan Çekmeceler 4 hafta sonunda 60 bini bulabilecek mi?
Grinin Elli Tonu’yla arada bir fark olacak tabii ama bu uçurum ne böyle? Yine bir körleşme hali.
Tamam, tanıtım çok önemli falan filan. Ama ana akıma üşüşenler keşke biraz arkada kalanlara da dikkatle baksa. Onlara da kulak verse… Göze sokulanların bu kadar esiri olmasa…
Loş noktalardaki keşiflerin heyecanını tadarak hafifleyecek bu körleşme... Aşılamasa da.
Paylaş