Paylaş
Geçen hafta sevgili Sıtkı Şükürer ”İzmirya tavırlanması” başlığı altında bir yazı yazdı. Nasıl tepkiler aldı bilmiyorum ama son zamanlarda giderek daha fazla tartışılan bir konu bu.
Kendimce yazıdan çıkardığım sorular şöyle:
Yerel yönetimler, özelde de İzmir ülkedeki merkeziyetçi yapıya karşı nasıl güç kazanabilir?
İzmir ne yaparsa kendi kaderi üzerinde daha çok söz sahibi olur?
Bugünlerde gündemde olan Özel İdare mallarının haksız devri meselesi İzmir’in böyle bir duruş sergilemesi için tetikleyici olur mu?
Sondan başlayarak cevaplıyorum: Olmaz. Çünkü bu konuda geç kalınmıştır.
Daha doğrusu bugünün dünyasında ve Türkiye’sinde önden gitmediğiniz, yani pro aktif bir yönetim göstermediğiniz zaman geç kalmış oluyorsunuz. Düzeltici adımlar önleyici adımlardan daha zor atılıyor, daha maliyetli oluyor.
Kendi kaderi üzerinde daha fazla belirleyici olma ve merkeze karşı güç kazanma konularında İzmir’in yapabilecekleri var. Hatta daha da iddialı olarak İzmir’in ülkeye örnek bile olabileceğini bile düşünüyorum. Tabii ki kararlı bir liderlik ve güçlü bir takım çalışması eşliğinde…
Ölçütüm basit. İzmir şu üç soruya nasıl cevap verecek? Kültürpark’ı ne yapacağız? İnciraltını nasıl planlayacağız? Atatürk Stadı ne olacak?
Bu sembol sorular kentin “ortak aklının” gerçek bir sınavı olacak. Yatırımcısıyla, Belediyesiyle, STK’larıyla, kanaat önderleriyle… Kimin ne kadar sahiden “ortak akılcı” olduğunu anlayacağız. Ülkedeki ana akışa mı teslim olacağız, yoksa fark mı yaratacağız, onu göreceğiz.
Yani diyeceğim o ki seçimlerde ülkenin genelinden farklı olmak önemli ama yetmez. Muhalif olmak nispeten kolay çünkü… Asıl mesele belli önceliklerin etrafında toplanıp yerel iktidarla birlikte “kenti değiştirmek”… Zor ki ne zor!
Hadi bir İzmir manifestosu yazalım desek birinci değilse bile ikinci maddede tartışma başlar. “Siz gelişmeye karşı mısınız” diyenleri duyar gibiyim!
******
OKUMA LİSTESİ
Geçen hafta Facebook’ta arkadaşlar arasında “okuduğum en etkileyici 10 kitap” listeleri gitti geldi. Kitap hafızamızı tazelemek açısından iyi oldu.
Bir arkadaşımız da bu listelerden ortak kitapları eleyip yeni bir liste yaptı ve 39 bin üyeli Okunası Kitaplar grubunda paylaştı. Kendiliğinden gelişen güzel bir çalışma oldu.
Ben de o listeye bakıp yılsonuna kadarki okuma programımı belirledim. Bakalım ne kadarını başarabileceğim:
Gecenin Sonuna Yolculuk….. Ferdinand Celine (Kitap zaten iki yıldır sehpanın üzerinde)
Fakat Müzeyyen bu Derin Bir Tutku…. İlhami Algör (Fena ıskalamışım)
Hindiba… Sinan Sülün (Çok konuşulanlardan)
Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı… Romain Gary (Birkaç listede vardı)
Mülksüzler…. Ursula K. LeGuin (Ulu Ursula’nın bu kitabını okumadan olmazmış)
FACİA FACİA ÜZERİNE
Soma’nın üzerinden dört ay geçti. Madenlerin hali gündemin arka sıralarında artık… Hayatın bu türlü akışı içinde doğal herhalde…
Bir kere Soma öyle bir ayna ki, öyle defoları gösteriyor öyle masalları bozuyor ki bakmak istemeyen çok… Keyfi kaçırmanın alemi yok!
İktidar da seçim üzeri Soma çok konuşulsun istemiyordu, hala istemiyor. “Normal” bir ülkede böyle bir durumda kaç istifa gelir, ne siyasi bedel ödenirdi kim bilir.
Bir taraftan da irili ufaklı facialar yaşanıyor. Hayat acı üzerine gelen acı şeklinde yürüyor. Her facia bir sonrakinin altında kalıyor.
Spotlar en üstteki faciaya dönüyor. Altlardaki ihmaller, suçlar, sorumluluklar kararıyor, göze çarpmaz oluyor.
Acı gökdelenleri fütursuzca yükseliyor!
Paylaş