Ramazan Şimşek

Tekne orucu

7 Haziran 2017
Çocuğunuzu oruç tutmak istiyorsa...

Oruç kavramını, 6 yaşına kadar olan çocuklara soyut kelimelerle değil somut kelimelerle anlatmak gerekir. “İnancım gereği tutuyorum, ibadettir ya da oruç tutmak farzdır” gibi açıklamaları 6 yaşından büyük çocuklar için yapmak daha anlamlıdır. 6 yaşa kadar ise daha çok “sağlığa, mutluluğa” vurgu yapılması çocukların daha iyi anlamasını sağlar. Önemli noktalardan biri de korkutucu ifadelerden uzak durulması gerektiğidir. İnançla, ibadetle ilgili her konu çocuğa sevgi ile anlatılmalıdır. 

Çocuklara oruç kavramının anlatılması kadar önemli olan bir konuda orucu sizin nasıl yaşadığınızdır. Yetişkinler çocukluk dönemindeki ramazanları hatırlasın. Sevgi, neşe muhabbet mi vardı yoksa açlıktan sinirlenen anne baba mı vardı? Siz orucu sevgiyle, neşeyle, sabırla, oyunla ve de çalışarak tutarsanız çocuğunuz da orucu her zaman sevecek, bu ayları sevgiyle yâd edecektir.

Dinimiz orucun kaç yaşında tutulması gerektiği konusunda net ve biyolojik bir açıklama getirmiştir. Buluğ yani ergenlik dönemine girenlere oruç farzdır. Bizim asıl konumuz ise bu yaşa kadar olan çocuklar oruç tutmalı mı, tutmak isterlerse nasıl yaklaşılmalı sorularına yanıt aramak. Küçük çocukların tüm gün oruç tutmaları fizyolojik olarak çok zordur. Çocukların oruç tutmaya yavaş yavaş alışmaları için kültürümüz güzel bir formül bulmuş; “Tekne Orucu”. Tekne orucu çocukların belli bir süre boyunca oruç tutmaları anlamına gelmektedir. İsterlerse sabahtan öğleye kadar, isterlerse öğleden akşama kadar tutabilirler.

İşte bu nokta çok önemli. 1970’li yılların başında Stanford Üniversitesinde tarihe geçen ilginç bir deney yapılıyor: Marşmelov Deneyi.

Deneye 4-6 yaş arasındaki 600 çocuk katılıyor. Deneyi yapacak kişi çocukla bir odaya giriyor. Odada masa, sandalye ve tabakta harika görünen bir çikolata var. Ve çocuğa şöyle diyor; “Benim dışarıda biraz işim var eğer ben gidip dönene kadar tabaktaki çikolatayı yemez, beklersen sana bir çikolata daha vereceğim.” 15 dakika boyunca bekleyebilen çocuklara tabaktaki çikolatayla beraber fazladan bir çikolata daha veriliyor. Deneyi yapan kişinin odaya geri dönmesini bekleyen sabırlı çocuklarla, onun gelmesini bekleyemeyip çikolatayı yiyen çocuklar arasında farka bakılıyor. Bekleyebilen çocuklarda bekleyemeyenlere oranla belirgin olumlu farklar gözleniyor.

Peki ya bu çocuklar büyüdüğünde ne oluyor?

1990 yılında takip çalışması yapılıyor. Sonuç; deneyde kendini kontrol edebilen çocukların istinasız hepsinin akademik ve sosyal başarıları kendini kontrol edemeyip çikolatayı yiyen çocuklardan daha yüksek.

Tekne orucu çocuğun kendini kontrol edebilmesi, isteklerini erteleyebilmesi, sabırlı, iradeli olması yani iç disiplin geliştirmesi için önemli bir fırsattır. Zamane çocuklarının ihtiyaç duyduğu en önemli konu bu değil mi?

Yazının Devamını Oku

Çocuk, paylaşmayı yaşayarak öğrenmeli

16 Aralık 2016
Zamane çocuklarının en önemli sorunlarından biri de paylaşmak ve arkadaşlık kurmakta zorlanmalarıdır. Son zamanlarda ebeveynler çocukları için genelde şu tarz cümleleri çok kullanır oldular:

    Arkadaşlık kurmakta zorlanıyor.Arkadaşlarıyla iyi geçinemiyor.Oyuncaklarını kimseyle paylaşmıyor.Hep kendi istediği olsun istiyor.Kendi istediği olmayınca hemen kızıyor ya da küsüyor.

PEKİ, NEDEN BÖYLE OLDU?

Şehirleşmeyle beraber kadının iş hayatına daha fazla girmesi ve doğal olarak doğurulan çocuk sayısının azalmasına neden oldu. Türkiye İstatistik Kurumu tek çocuklu hane halkı oranlarının hızla arttığını ifade etmektedir.

KARDEŞ VE ARKADAŞ SAYISI AZALIYOR

Peki, bu ne anlama geliyor? Kardeş sayısı azalıyor, evde ve mahallede arkadaş sayısı azalıyor anlamına gelmektedir. Şehirlerde yaşayan tek çocuklu ailelerin çocukları akranlarıyla nerdeyse ilk defa kreşte karşılaşıyor. Doğal olarak arkadaşlık kurmakta zorlanıyorlar.

Paylaşmakta zorlanmalarının bir diğer nedeni de aşırı koruyucu aile modelidir. Azalan çocuk sayısı çocuğa ilginin ve de çocukla ilgili kaygının artmasına neden oluyor. Tek çocuk, bazen tek torun olması, hem annenin hem de babanın çalışıyor olması ve de çocuğu daha az görmenin verdiği suçluluk duygusu çocuğun isteklerinin neredeyse tamamının yerine getirilmesine neden oluyor. Bu da zamane çocuklarıyla ilgili “Kendi istediği olmayınca hemen kızıyor” serzenişini çok iyi açıklıyor.

HANGİ YAŞTA NE YAPILMALI, PAYLAŞIM VE ARKADAŞLIK KAVRAMLARI NASIL ANLATILMALI?

0-3 yaş döneminde paylaşım konusunda ısrar etmek zararlıdır. Bu yaş dönemi içindeki çocuklar duygusal bağ kurduğu her şeyin kendilerine ait olduğunu düşünür ve öyle devam etsin ister. Sağlıklı bir “ben bilinci” gelişmesi için sahiplenme son derece önemlidir. Bu yaş aralığında çocuğun eşyalarını ve oyuncaklarını paylaşmasını istemek çocuğun gelişimine zarar verir.

3 yaşını tamamladıktan sonra aile çocuğa yavaş yavaş paylaşma vurgusunu yapmaya başlayabilir. Özellikle hayattan örneklerin verilmesi en etkili yöntemlerdir. İki simit alıp birini eşine veren baba çocuğuna paylaşımı en iyi şekilde göstermiş olur. Kendi simidinin bir kısmını çocuğu ile paylaşması da paylaşma kavramını deneyimletmenin en iyi örneğini oluşturur.

ÇOCUK İSTEMİYORSA ISRAR ETMEYİN

4 yaşa kadar aile içinde paylaşımı yaşamın içine katan aile için artık çevredekilerle paylaşımı çocuğa anlatmak hiç de zor olmaz. Bu dönemden 7 yaşa kadar arkadaşlarla paylaşımın teklif edilmesi uygundur. Çocuk istemezse ısrar etmemek gerekir. “Giderken bırakacak, gidene kadar oyuncağını paylaşmak ister misin?” sorusu önemlidir. Çünkü çocuk arkadaşının oyuncağını alıp bir daha vermeyeceğini zanneder. Bu açıklama onu rahatlatır, paylaşım için cesaretlendirir.

Eğer çocuğunuz yeni bir ortama giriyorsa diğer çocuklarla tanıştırmada yardımcı olabilirsiniz. Çocuklar birbiriyle kolay kaynaşır kolay da tartışır. Anlaşmazlık olduğunda hemen müdahale etmek yerine biraz beklemek, kendi aralarında çözme fırsatı vermek arkadaşlıklarını güçlendirmede son derece etkilidir.

OYUN VE OYUNCAKLAR ETKİLİ MİDİR?

Oyun ve oyuncak çocuk ruhuna etki etmenin en kolay yollarından biridir. Çünkü oyun, çocuğun bağlanmaya karşı geliştirdiği ilk tepkidir. Annenin dışında kalan dünyayı keşif aşamasıdır. Aslında bağımsızlığın ilk adımıdır. Çocuğun sahip olduğu bir şeyi paylaşması ve arkadaşlık kurabilmesi için bağımsız olması gerekir. Bunun da en etkili yolu oyunlardır.

Yetişkinler için oyun ve oyuncak olan şey çocuk için yaşamın ta kendisidir. Çocuğun ilk paylaşımları ve ilk arkadaşlıkları oyun ve oyuncaklarla başlar.

Bilgisayar, telefon ve tablet oyunları ise çocukları paylaşma ve arkadaşlık kurmalarını maalesef olumsuz etkilemektedir.

Şehirleşmeyle beraber kadının iş hayatına daha fazla girmesi ve doğal olarak doğurulan çocuk sayısının azalmasına neden oldu. Türkiye İstatistik Kurumu tek çocuklu hane halkı oranlarının hızla arttığını ifade etmektedir.

Peki, bu ne anlama geliyor? Kardeş sayısı azalıyor, evde ve mahallede arkadaş sayısı azalıyor anlamına gelmektedir. Şehirlerde yaşayan tek çocuklu ailelerin çocukları akranlarıyla nerdeyse ilk defa kreşte karşılaşıyor. Doğal olarak arkadaşlık kurmakta zorlanıyorlar.

Paylaşmakta zorlanmalarının bir diğer nedeni de aşırı koruyucu aile modelidir. Azalan çocuk sayısı çocuğa ilginin ve de çocukla ilgili kaygının artmasına neden oluyor. Tek çocuk, bazen tek torun olması, hem annenin hem de babanın çalışıyor olması ve de çocuğu daha az görmenin verdiği suçluluk duygusu çocuğun isteklerinin neredeyse tamamının yerine getirilmesine neden oluyor. Bu da zamane çocuklarıyla ilgili “Kendi istediği olmayınca hemen kızıyor” serzenişini çok iyi açıklıyor.

0-3 yaş döneminde paylaşım konusunda ısrar etmek zararlıdır. Bu yaş dönemi içindeki çocuklar duygusal bağ kurduğu her şeyin kendilerine ait olduğunu düşünür ve öyle devam etsin ister. Sağlıklı bir “ben bilinci” gelişmesi için sahiplenme son derece önemlidir. Bu yaş aralığında çocuğun eşyalarını ve oyuncaklarını paylaşmasını istemek çocuğun gelişimine zarar verir.

Yazının Devamını Oku

Çocuğa dürüstlük, cömertlik gibi kavramları öğretmek

16 Aralık 2016
Çocuk anne ve babanın her yaptığını referans olarak yani 'doğru' olarak kabul eder.

ÇOCUKLAR MODEL ALARAK ÖĞRENİR

Sosyal Öğrenme Kuramı’nı geliştiren Albert Bandura’ya göre çocuklar davranışı ödül ve ceza ile değil yetişkinleri model alarak öğrenirler. Çocuk ebeveyni gibi giyinmek, ebeveyni gibi konuşmak, ebeveyni gibi davranmak ister. Ebeveyninin davranışını taklit ederek yeni davranışlar edinir.

Buradan çıkan en önemli sonuç şudur: Çocuk anne ve babanın her yaptığını referans olarak yani ‘doğru’ olarak kabul eder. 

Çocukluk döneminde anne baba yanlış bir şey de yapsa bu, çocuğa göre doğrudur. Örneğin anne üzgün ve ağlamaklı, çocuk soruyor “Anne neyin var, neden üzgünsün?” Anne cevap veriyor “İyiyim yavrum, bir şeyim yok.” Annenin, çocuğu üzülmesin diye verdiği bu cevap sonucunda çocuk yalan kavramını öğrenmez.

Peki, çocuk neyi öğrenir; iyi olmanın, iyi hissetmenin böyle bir şey olduğunu öğrenir. Üzgün olma durumunu tanımlayan kelime çocuğa göre artık “iyi” kelimesidir.

DOĞRULUK, DÜRÜSTLÜK, CÖMERTLİK GİBİ SOYUT KAVRAMLAR ÇOCUKLARA NASIL ANLATILIR?

Doğruluk ve dürüstlük, anne babanın davranışları ve sözlerinin birbiriyle uyumu kadardır. Bu uyum oturduktan sonra günlük hayatta karşılaşılan her olay, izlenen her çizgi film, oynanan her oyun çocuğa doğruluk ve dürüstlük kavramlarını anlatmak için harika birer malzemeden ibarettir.

Bu uyumu bozan en önemli darbe ise ebeveynin çocuğa uyguladığı fiziksel ya da duygusal şiddettir. Çünkü bu, çocuğun ebeveyne ve de yaşama olan güvenin sarsıldığı andır. Çocuğun yaşamla bağ kurduğu doğruluk ve dürüstlük kavramları artık önemini yitirmiştir.

Asla olay anında yalanın zararlarından bahsedip, nasihatler verilmemeli. Hiç kimse sinirli olduğu anda ya da mahcup edildiğinde öneri kabul etmek istemez.

Sakin zamanlarda yapılan sohbet, sadece karşılıklı konuşma şeklinde anlaşılmamalı. Yukarıda bahsettiğimiz gibi hikaye anlatma, kukla oynatma v.s. bu amaçla kullanılabilmeli.

Cömertlik, karşılık beklemeden elindekini insanlarla paylaşmaktır. Muhtaçları gözetmek, istemeden vermek ve verdiğini azımsamaktır cömertlik.

PEKİ, CÖMERTLİK KAVRAMINI ÇOCUKLARIMIZA NASIL KAZANDIRIRIZ?

1- Çocuklarınıza, kendilerine ait olan şeylerden bir miktar arkadaşlarına, kardeşlerine veya kuzenlerine vermesini önerin. Yavaş yavaş buna alışkanlık kazanmalarına teşvik edin ve bu davranışı takdir edin. Başlangıçta çocuklara zor gelebilir, onların duygularını anladığınızı fakat harika bir iş yaptığını onlara hissettirin. Tabii ki bu yönteme ara sıra başvurun, çocukları bu işe zorlamamak gerekir.

2- Bazen çocuklarınıza, gelen misafir çocukla oyuncaklarını oynamalarınıza izin vermesini önerin. Yiyecek ve içeceklerini arkadaşlarıyla birlikte yemelerini tavsiye edin.

3- Bazen, cep harçlığının bir miktarını hayır kurumlarına, eğitim kurumlarına ya da doğayı koruma vakıflarına bağış işlerinde kullanmalarını önerin. Bu hareket düzenli olursa etkisi daha fazla olur.

4- Çocuklarınıza, arkadaşlarını eve davet etmelerini ve onları ağırlamalarını önerin. Başkalarıyla birlikte vakit geçirmesi paylaşmayı öğrenmesini kolaylaştırır ve cömertliği pekiştirmesini sağlar.

5-Desteğe, yardıma muhtaç olan insanlara ve diğer canlılara yardım etmenin önemini anlatın, duygudaşlık yapmalarını kolaylaştırın.

Cömertlik, sevginizi çocuğunuza vermekle başlar. Bazen sıcak bir gülümseme, bazen sımsıkı bir kucaklama, bazen ise duygusunu paylaşarak yüreğine dokunabilmek çocuğu için anne ve babanın en cömert olduğu andır. 

Sosyal Öğrenme Kuramı’nı geliştiren Albert Bandura’ya göre çocuklar davranışı ödül ve ceza ile değil yetişkinleri model alarak öğrenirler. Çocuk ebeveyni gibi giyinmek, ebeveyni gibi konuşmak, ebeveyni gibi davranmak ister. Ebeveyninin davranışını taklit ederek yeni davranışlar edinir.

Buradan çıkan en önemli sonuç şudur: Çocuk anne ve babanın her yaptığını referans olarak yani ‘doğru’ olarak kabul eder. 

Çocukluk döneminde anne baba yanlış bir şey de yapsa bu, çocuğa göre doğrudur. Örneğin anne üzgün ve ağlamaklı, çocuk soruyor “Anne neyin var, neden üzgünsün?” Anne cevap veriyor “İyiyim yavrum, bir şeyim yok.” Annenin, çocuğu üzülmesin diye verdiği bu cevap sonucunda çocuk yalan kavramını öğrenmez.

Peki, çocuk neyi öğrenir; iyi olmanın, iyi hissetmenin böyle bir şey olduğunu öğrenir. Üzgün olma durumunu tanımlayan kelime çocuğa göre artık “iyi” kelimesidir.

Yazının Devamını Oku

Bu hikayede ne eksik?

15 Aralık 2016
Okurken içinizden "Ne kadar da mutlu bir aile" diye geçirebilirsiniz ama...

Kadın kocasına seslenir:

“Hayatım, hadi uyan, kahvaltı hazır” der.

Adam uyanır, elini yüzünü yıkar. Güzelce ütülenmiş gömleğini, tertemiz pantolonunu giyer ve mutfağa girer.

Kızı “Günaydın babacığım” der ve babasına sarılır. Sıcacık ekmekler ve hazırlanan kahvaltı sofrası mis gibi kokmaktadır. Adam iştahla kahvaltısını yapar. “Hayatım ellerine sağlık, bu güzel kahvaltı için ne kadar teşekkür etsem az” der eşi de ona “afiyet olsun kocacığım” der. Sonra da eşini mutlu bir şekilde yolcu eder.

Okurken içinizden “Ne kadar da mutlu bir aile” diye geçirdiyseniz hikâyedeki sorunu görememişsinizdir. “Aa, ne var ki bu hikâyede diyorsanız?” lütfen aşağıdaki hikâyeyi daha dikkatli okuyun.

Çalan saatle beraber kadın ve kocası uyanır. Ellerini, yüzlerini yıkadıktan sonra çocuklarının odasına giderler ve her zamanki sabah şarkısıyla kızlarını uyandırırlar. Baba kızının  hazırlanmasına yardım ederken anne de bir taraftan kahvaltıyı hazırlamaya başlar.

Kızı  ve babası hazırlanıp mutfağa gelir. Anne çayları doldururken, baba ile kızı da masayı hazırlar.

Yazının Devamını Oku

Çocuklar neden okul korkusu yaşar?

17 Eylül 2016
Okul korkusu yaşayan çocukların asıl sorunu anneden, babadan ya da evden ayrılmakta zorluk yaşamaktır.

Okul döneminde evden yani güvenli alandan uzaklaşmanın kaygı konusunda hatırı sayılır bir etkisi vardır. Hatta ilk ayrılıklar iyiyse hep iyi kötüyse hep kötü gider. Tamiri zor sıkıntılar yaşamamak için okulun ilk günlerine çok dikkatli olmakta fayda var.

Bu konu için daha çok okul korkusu, okul reddi gibi ifadeler kullanılsa da “ayrılma kaygısı” çocuğun yaşadığı sorunu çok daha iyi ifade eder. Çünkü okul korkusu yaşayan çocukların asıl sorunu anneden, babadan ya da evden ayrılmakta zorluk yaşamaktır.

• Anne ya da babayı sürekli yanında istemeleri, bırakmama konusunda sürekli garanti istemeleri,

• Okula gitmeme konusunda inatlaşma, bırakılacağını düşündüğünde yoğun ağlama nöbetleri yaşamaları

• Yüksek ateş, mide bulantısı, baş ağrısı en sık görülen şikâyet ve belirtilerdir.

• Burası büyük bir yer acaba kaybolur muyum?

• İstediğim an anneme ulaşabilecek miyim?

• Evde anneme bir zarar gelir mi?

Yazının Devamını Oku

Pokemon Go

15 Temmuz 2016
Oyunun bu kadar popüler olmasının altında yatan psikolojik faktörler nelerdir?

Aynı gün içinde 6 yaşında küçük bir çocuk da 50 yaşında bir doktor arkadaşım da aynı soruyu sordu “Nedir bu Pokemon olayı?” Küçük büyük her kesimde bu denli popüler olması Pokemon Go oyununa olan merakı daha artırdı.

Peki, oyunun bu kadar popüler olmasının altında yatan psikolojik faktörler nelerdir?

• Oyun, en temel güdülerimizden olan avcılık ve toplayıcılık eğilimlerimize hitap ediyor. Pokemon karakterlerine ulaşmak ve elde etmek için doğaya çıkmanız gerekiyor. Tıpkı avlanmak için doğaya çıkan atalarımız gibi.

• Oyun; sahip olma, elde etme hazzı veriyor. Birçok oyunun temel prensiplerinden olan oyun karakterlerine sahip olma bu oyunun da temelini oluşturuyor. Pokemon karakterlerine sahip olmak için para ödemiyorsunuz ama bunun için biraz yürümeniz gerekiyor.

• Biriktirme tutkusu; Küçükken daha fazla bilye, daha fazla çıkartma, daha fazla gazoz kapağı ya da taso biriktirmek neyse Pokemon oyununda karakter biriktirme aynı duyguya neden oluyor.

• Merak dürtüsü; bir çocuğun aynısından onlarca arabası var diyelim. Aynısından ama yeni ambalajlı bir tanesini görse aynı hevesle ister. Yetişkinlerin telefonları olmasına rağmen yeni çıkan modellere ilgi duymasının altında yatan duygu gibi. Her yeni şey merak dürtüsünü aktive eder.

• Kalabalık ilgisi; insanların büyük bir çoğunluğunun ilgi göstermesi “herkes yapıyor, herkes oynuyor, herkeste var” düşüncesini doğuruyor. Eksik kalmama, eksiklik duygusu yaşamama isteği oyuna olan ilgiyi artıran diğer bir boyut. Bu boyut maalesef “sosyalleşme” gibi algılanıyor.

• Gerçekliğe yakınlık; oyunun özellikle GPS kullanılarak, harita üzerinden oynanması, fotoğraf kamerasında karakterlerin görünmesi gerçeklik hissi veriyor.

Yazının Devamını Oku

“Anne ben ölmek istiyorum, ölüm çok güzelmiş”

11 Mayıs 2016
5 yaşındaki çocuğunuz okuldan geldiğinde “Anne ölmek istiyorum. Ölüm çok güzelmiş. Günahsız olunca cennete gidiyormuşsun” dese nasıl tepki verirdiniz?

Mersin Yenişehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile Yenişehir Müftülüğü arasında okullarda ‘Değerler Eğitimi’ adı altında konferanslar verilmesi için protokol imzalandı. Program çerçevesinde Müftülük görevlileri, konferanslar vermeye başladı. İşte bu konferanslardan biri de Mersin Gazi Anaokulu’nda verildi.

Bu anaokulunda eğitim gören 5 yaşındaki çocuk eve döndüğünde “Anne ben ölmek istiyorum, günah işlemeden ölünce cennete gidiliyormuş, cennet çok güzelmiş” dediğinde şaşkına dönen aile çocuğun okuluna giderek öğretmen ve müdür ile görüştü.

Hürriyet’e konuşan anne E. K. şunları söyledi: “Öğretmenler kendilerinin de tasvip etmediğini, ancak bir şey yapamadıklarını söylüyor. Bu konuda ailelerin onayı alınmadan çocukların dini eğitime katılmalarına tepki gösterdik. Büyük çocuklar için belki olabilir ama 5 yaşında çocukların kafasını karıştırmak doğru değil” dedi.

Müftülük, Milli Eğitim ve Eğitim-İş bu konuda açıklamalarda bir takım açıklamalarda bulundu.

 MERSİN Yenişehir İlçe Müftülüğü görevlileri, programın kutlu doğum haftası nedeniyle yapıldığını söyleyerek şu açıklamayı yaptı: “Özellikle cennet anlatılmamış, ama değerlerimiz anlatılırken iyilik yapan, kimsenin hakkını yemeyenlerin hem bu dünyada iyi insan olacağını hem de vakti gelip ölünce cennete gideceğini söylemişler.”

YENİŞEHİR Milli Eğitim Müdürü Kamil Çelebiyılmaz konunun incelendiğini ve Müftülük’ten yanıt beklendiğini belirtti. Amacın çocuklara sorumluluk, misafirperverlik gibi değerlerin anlatılması olduğunu söyleyen Çelebiyılmaz “Cennet ve ölüm üzerine konuşma soru üzerine olmuş ve öğretmenler rahatsız edici bir şey olmadığını söylüyor. Ama bazı art niyetli kişiler bu bölümü cımbızlamış” dedi.

EĞİTİM-İş Mersin Şube Başkanı Hakan Boyar “Müftülük görevlileri diyorlar ama kim bunlar? Pedagojik eğitimleri olmayan kişiler. Müftülük’ten gelen bu görevliler, nasıl oluyor da anaokulu öğrencilerine eğitim veriyor? Çocuklarda ancak 11 yaşından sonra soyut kavramlar oluşuyor. Bu tür bilgiler, telafisi zor sonuçlar doğurur” dedi.

Yazının Devamını Oku

Engelli çocuğunuzu çevrenizden gizlemeyin!

26 Nisan 2016
Engelli çocuklara nasıl davranmalı? Engelli çocuğu olan aileler çocuklarına nasıl yaklaşmalı? İşte, uzmanından çok önemli bilgiler…

Bir çocuk, sahip olduğu bedensel, işitme, görme ya da zihinsel engeli kadar bu engellerin yarattığı psikolojik zorluklarla da başa çıkmak zorundadır. Çocuklar 3-4 yaşlarında “farklı” olduğunu algılamaya başlar ve yirmili yaşlara kadar bu engeli anlamaya, kavramaya ve kabullenmeye çalışırlar. Sadece ağır düzeyde zihinsel olan çocuklar bu durumu kavramakta zorlanır.

Farklılıklarını anlamaya başlayan çocukların ilk verdikleri tepki öfkedir; çünkü çocuk derin bir engellenme hissi yaşar ve bu da hatırı sayılır bir öfkeye neden olur. “Neden böyleyim?” ve “Neden ben?” soruları uzun süre tekrar tekrar gündemi meşgul eder; çünkü her gelişim evresinde çocuk farklı algılar ve farklı beklentiler içindedir. Karşılaşılan her fiziksel ve sosyal çevrede çocuk bu durumun yarattığı zorluklarla yeniden başa çıkmak zorundadır. Yaşanan her bir olumsuz deneyim çocuğun benlik gelişiminde olumsuz izler bırakır. 

Tüm bu yaşananlar ışığında engelli ve gelişim geriliği olan çocukların en sık yaşadığı duygusal ve düşünsel sorunların başında kusurluluk inancı, öz güven eksikliği, öfke, depresyon ve suçluluk gelir.

Evlilik ve Çocuk TerapistiUzman Psikolog Ramazan Şimşek

Yazının Devamını Oku