TÜRK halkını aydınlatıp, ülkeye uygarlık yolunu açan "Cumhuriyet devrimleri"ni kötüleyerek, Atatürk ilkelerini "travma" olarak niteleyen bu kafalara ne denir ki?
Atatürk, bütün insanlarımızın okuma-yazma bilmesini istiyordu. Bu yüzden, çok zor ve girift olan Arap yazısını, bugün kullandığımız Latin harfleri ile değiştirmişti. O gün, Türklerin yüzde 90’ı okuma yazma bilmiyordu, bugün tam tersine yüzde 90’ı okuma-yazma biliyor. Bunu travma olarak nitelemek, en hafif tabiriyle "densizlik" değil mi?
Laik Türkiye Cumhuriyeti’ne gönül verenler bu tür gerici söylemler yüzünden AKP’den kuşku duyuyor, ülkenin geleceğine endişe ile bakıyor.
Travma nedir? Ezilme veya ağır bir darbe sonucu bir organın şeklini değiştiren, yapısını bozan bir lezyondur, harabiyettir. Demek ki, Atatürk’ün devrimleri Türk halkını bu hale getirdi, öyle mi? Güler misiniz, ağlar mısınız?
Laik Cumhuriyet’e gönül veren kesim, işte bu yüzden AKP’ye kuşkuyla bakıyor.
* * *
İnsanlarımız "Ülkeyi yöneten partinin başındakiler böyle saçmalarken, biz bu iktidara nasıl güvenelim?" diye sormakta haksız mı? Eğer ülkede uzlaşma sağlamak istiyorlarsa, vatandaşların kuşkularını gidererek onlara güven vermek iktidarın görevidir. Oysa bu partinin yöneticileri "akıl tutulması" içinde bunun tam tersini yapıyor, halkı "bizden olanlar" ve "bizden olmayanlar" diye ikiye bölüyor.
İşte AKP’nin ikinci adamı durumunda olan Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat... (Ne kadar da uzun ismi var!)
Dengir Mir Mehmet, Amerikalı bir gazetecinin dolduruşuna gelmiş, Atatürk devrimlerine karşı, kim bilir kaç yıldır içinde gizlediği kini, nefreti kusmuş! İyi ki de yapmış bunu. Hiç değilse millet gerçek yüzlerini görme imkánını buldu!
* * *
New York Times Gazetesi’nin Türkiye muhabiri, Dengir Mir Mehmet’e, gericilerle cumhuriyetçiler arasındaki çatışma için şöyle demiş:
"Bugünkü kavgalar Türkiye’nin 1920’lerde başlayan olağanüstü tarihinin son halkası. Mustafa Kemal, yüzünü Avrupa’ya dönmüş, Doğu ile tüm bağlarını kesmiş, Latin alfabesine dönmüş, camileri devlete bağlamış ve dini kurumları ortadan kaldırmıştı."
Amerikalı gazetecinin bu sözleri üzerine coşup aşka gelen Dengir Mir de, o güne kadar bastırıp, ruhunun derinliklerinde gizlediği duyguları, ağzından kelimeler halinde fışkırtmış:
"Evet, Türk toplumu bir travma yaşamıştır. Bir gece içinde kıyafetlerini, dillerini değiştirmeleri istenmiştir. Dini yaşama biçimi ortadan kaldırılmıştır. Bu travmayı yaşamayan toplumlar, insanların nasıl giyindiklerine ilişkin tartışmaları anlayamazlar!"
Dengir Mir Mehmet’in bu sözleri ampulü yaktı mı kafanızda? Türkiye’yi karıştıran "Türban velev ki siyasi simge olsa ne olur?" sözlerindeki gerçeği kavradınız mı?
Türban mücadelesi, bu travmanın yarattığı bir sonuçmuş demek ki.
* * *
Sıkmabaş türbanlı bir kızın televizyonda "Ben Atatürk’ü sevmiyorum, Humeyni’yi seviyorum. Türkiye’yi İngilizler işgal etmiş olsa belki de daha iyi olurdu. Yabancı manda altında inançlarımızı daha iyi yaşayabilirdik" demesinin tesadüf olmadığı anlaşılıyor. Yabancı işgaline bile razı olmak köleleşme olgusu değil de nedir?
Eğer bir partinin genel başkan yardımcısı Atatürk devrimlerine böyle bakıyorsa, o partinin alt kademesindekiler nasıl bakar?
Artık daha net anlaşılıyor. Cumhuriyet devrimlerini bir türlü içlerine sindiremiyorlar.
Kafalarını hep Atatürk ilkelerine çarptıkları için, asıl beyin travmasını bunlar yaşıyor ve bütün beyin fonksiyonları bozuluyor, ne dediklerini bilmiyorlar!