1958’de ölen Kayseri yöresinin halk kahramanı Osman Coşkun, ölümünden 50 yıl sonra yayınlanan anılarında Kurtuluş Savaşı sırasında Kayseri ve çevresinde yaşayan Ermeni azınlıkların, işgalci Fransızlarla işbirliği yaparak Türklere nasıl zulüm ve işkence yaptığını şöyle anlatıyor: (İkinci Ergenekon-Kurtuluş Savaşı Başlarken- GiTa Yayınları- S: 112-113):
"Bu sürgün işi (1915’teki Ermeni tehciri) ne kadar büyütülüyor! Bu yüzden bütün Türk milletinin zalim, canavar ve vahşi olduğu ileri sürülüyor. İşte resmi belgeler gözümüzün önünde. Dört bin evli koca kasabada ne kadar bayındır ve saray gibi ev varsa hepsi Ermenilere aitti. Memleketin gerçek sahipleri kulübe denilebilecek izbelerde barınıyorlardı. Servet onlarda, para onlarda, refah onlardaydı. Memleketin en iyi tarlalarına, en kıymetli bağ ve bahçelerine onlar sahipti. Ticaret ve sanat tamamen onların elindeydi.
Yorucu işlerde hep Türkler çalışırdı. Ermeni zenginler Türklere ödünç para verirlerse ağır faiz alırlardı. İpoteksiz para da vermezlerdi. Binlerce Türk, borçların altından kalkmak için diyar diyar dolaşır, ağır ve zahmetli işlere katlanırlardı. Yine de borçtan kurtulamazlar, en kıymetli tarla, bağ ve bahçelerini, canlı mallarını onlara devrederlerdi."
* * *
"Köylerimizi dolaşınca görürüz ki, hiçbir kıymetli arazi, hiçbir tarım Türk’e ait değildir. Bunları Ermeni vatandaşlarımız parasını vererek satın almadılar. Köylüleri borçlandırarak ve ağır faiz altında bırakarak kullanımlarına geçirdiler.
Türkler evlerinde çavdar ekmeği ve çökelekle, yaşayacak kadar rızkla yetinirken, Ermenilerin sofralarını gümüş çatal kaşık takımları donatıyordu. Türkler, yamalı partallar içinde dolaşırken onlar Avrupa tarzında giyiniyorlar, kadınlarını ipekli kumaşlarla süslüyorlardı. Türkler evlerine serecek kıl çul dahi bulamazlarken onlar odalarını ipek halılarla, atlas perdelerle, aynalı mermer konsollarla beziyorlardı.
Memleketin bütün serveti onlarındı.
... Özgür, serbest, rahat, varlıklı bir hayat sürerlerdi. Pazar günleri Elbiz’den Babayana, Köşk Pınar’dan Aşağı Everek’e kadar su başlarını işgal ederler, fırınlanmış kuzular, dolmalar, tatlılar yerler, halis üzümden çifte çekilmiş rakılarını içerlerdi. Her köşede ut, keman, tef sesleri göğe yükselir, kızlı gelinli eğlenirlerdi de onlara yan bakan bile olmazdı.
Sırmalı eğerli, altın işlemeli başlıklı, dinç ve güçlü kuvvetli atlarla çekinmeden köyleri dolaşırlar, odaların baş sedirine kurularak bal, kaymak, tavuk yerlerdi.
İçleri altın dolu halı heybelerini korkusuzca odanın bir tarafına bırakıverirlerdi. Malları, canları, ırzları tamamen güvenlikteydi. Sınırsız bir vicdan özgürlüğüne sahiptiler."
* * *
"Buna rağmen onlar ne yaptı? İlk bomba Everek’te patladı. İlk isyan hareketi burada belirdi. Taşnak, Hınçak komiteleri Türk’ü arkadan vurmak için hazırlanıyorlarmış...
Ruslarla dönen ve sürgün edilmeyen Ermeniler, Doğu’da yüzyıllarca beraber yaşadıkları ve her zaman iyilik ve şefkat gördükleri komşularını ve dostlarını insafsızca öldürdüler. Çocuklar ve kadınlar da onların tecavüzlerinden kurtulamadılar. Ben oralarda, kafaları ezilmiş çocuk cesetleri, memeleri yüzülmüş kadın vücutları gördüm.
Ermeniler, girdikleri köy ve kasabalarda taş üstünde taş bırakmadılar, her tarafı yakıp yıktılar. O zamanki hükümet ne yapabilirdi? Kendi milletinin hayat ve geleceğini düşünmemeli miydi? Yoksa aydın ve uygar (!) Avrupalılar gibi ölüm kampları kurarak, toptan katliamlar yaparak mı bu işin önüne geçmeliydi? Sürgünden başka ne çare vardı?"
Osman Coşkun anılarında, yaşanan vahşetleri gördükçe isyan ediyor:
"Aman Allah’ım! İnsanoğullarını bu müthiş cinayetlerin işlenmesine, peygamberlerinle, mukaddes kitaplarınla sen mi sürüklüyorsun, sen mi özendiriyorsun? İnsan ruhundaki bu vahşet nedir? İnsanoğlunu neden böyle yarattın Allah’ım?" diyor.