BİZ Türkler olarak Ermenilerle yüzyıllarca dost yaşadık.
Irkçılık bize yakışmaz. Türk’ün temelinde ırkçılık yoktur. Tarih boyunca her ulustan insana kucak açtık, dost olanları bağrımıza bastık.
Tarihimizde Ermeni kökenli iki sadrazam ve çok sayıda Ermeni paşa var. Türk musikisinin birçok güzel bestesini Ermeni kökenli müzisyenler yaptı, birçok mimari eseri Ermeni sanatkárlar yarattı.
Yüzyılların dostluğu, 19’uncu asrın sonlarında, yabancı devletlerin kışkırtmalarıyla bozuldu. Özellikle İngilizlerin (kendi çıkarları için) Ermeni toplumuna "Bağımsız Ermeni Devleti" umudu vermeleri sonucu ayaklanmalar çıktı, karşılıklı büyük facialar yaşandı.
1915’te Ermeni soykırımı yapıldığı iddialarının gerçeklere ters düştüğünü anlatan yazılarım nedeniyle, yurtdışında yaşadıklarını tahmin ettiğim Türkçeleri bozuk Ermenilerden küfür ve tehdit dolu mesajlar aldım. Hiç önemsemiyorum. Bunlar, kendi toplumlarına eziyet çektiren birtakım zavallı fanatikler!
Hem Ermeni, hem Türk okurlarımdan çok sayıda sıcak ve duygusal mektuplar aldığımı da belirtmeliyim. Günsel Tuna adlı okurumdan gelen bir mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum.
* * *
"Sayın Turan... Yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Ermeni meselesinden kimlerin çıkarı var anlayamıyorum bir türlü. Ben Kars’ta doğdum. Çocukluğum bir ’hayat’ içinde geçti. Eski Şark’ta birden fazla evlerin bulunduğu büyük, yeşil bahçelere ’hayat’ derlerdi. Bizim ’hayat’ bambaşkaydı. Ev sahibimiz Rus, komşularımız Türkmen, Azeri ve Kürt’tü. Annem Çerkez, babam Kafkasyalı idi. Peki, Türkler nerede?
Rus aile hariç, elbette hepimiz Türk’tük. ’Hayat’ kelimesi benim için hep o bahçeyi çağrıştırır. Biz gerçekten bir hayatı paylaştık. Komşularımızla bir bütündük.
* * *
1964 yılında İstanbul’a geldik. Ev sahibimiz Ermeni idi. Artin Bey’in yaşı 80’di. Uzun kış gecelerinde bize oturmaya gelirlerdi. Saraya çok girip çıkmışlığı vardı. Akrabaları içinde sarayın aşçısı, terzisi, bahçıvanı vardı. Kendisi de marangozdu. Bize masa bile yaptı. O masa hálá duruyor. Kardeşimin kolu sobada yandığında bir hekim gibi ustalıkla iyileştirmişti.
Mahalle bakkalımız Nişanyan’dı. Kasabımız da Ermeni’ydi. Komşularımız Ermeni, Rum ve Türk’tü. Okulda arkadaşlarımız Anjil, Ester, Lusi, Agavni idi. Artin Bey anneme ’Gelin hanım’ der, annem sahiden de gelinmiş gibi onlara hürmet ederdi. Yaşım 12 idi. Biz yıllarca ’Ermeni meselesi’ diye bir şey duymadık. Eğer soykırım olsaydı, Osmanlı tarihini çok iyi bilen ve babamla tarih sohbetleri yapan Artin Bey bize hissettirmez miydi? Hepsinden önemlisi, evini bir Türk ailesine kiraya verir miydi? Onlar yaşlı iki karı-koca, biz beş çocuklu aile... Aynı evi paylaştık. Birbirimizin bayramlarını kutlardık.
* * *
Ne yazık ki birkaç yıl sonra çok üzücü haberler aldık. Artin Bey oğlunun yanına, eşi de kızının yanına gitmişlerdi. Maalesef oğlu, babasını yanına istememiş ve Artin Bey canına kıymış. Bunu öğrendiğimizde o kadar üzüldük ki... Hep birden ’Böyle olacağını bilseydik yanımıza alırdık’ dedik. Bizim için Ermeni meselesi budur. Yaşlı babasını istemeyen, onun intiharına sebep olan hayırsız oğlu! Başka bir şey bilmeyiz.
Ermeni diasporasına gidip bizzat sormak isterdim:
Sizin amacınız ne? Niçin iki toplum arasına nifak sokuyorsunuz?"