Paylaş
O zaman size sosyopat bir üvey babayla yaşamak nasıl olur onu anlatayım. O adamlar evde neler yapıyorlar, okuyun. Ben hâlâ kâbuslarımda o evdeyim, bir türlü çıkamadım
Twitter’da #Sendeanlat tag’ine yazanları çoğunuz okumuşsunuzdur. Maalesef, taciz o kadar olağan bir durum oldu kadınlar için. Bir arkadaşımızı kafede beklerken, geldiği gibi bize ilk anlattığı şey, başına gelen taciz oluyor. Dinliyoruz, ardından lanetliyoruz, sonrasında ‘Berkecan ve Sude neden ayrılmış’ onu konuşuyoruz. O kadar sıradanlaştı yani. Senelerdir, ‘kadına vurma, dokunma, kadını taciz etme, saygı göster!’ Hayvan haklarıyla ilgili ne uyarı varsa, aynısını kadın için tekrarladılar. Sonuç, ‘ama bizim fıtratımız sizden farklı, bizim ihtiyaçlarımız var, biz erkeğiz!’ Tek argüman bu, savunma namına yaptıkları şey. İşin kötüsü buna çoğu kadının bile inanıyor oluşu. ERKEK YAPAR!
Açlıkla, eziyetle terbiye
Siz o sapıkların, o hastalıklı tiplerin, o sokakta kadın döven, hayvanlara işkence eden insanların, evde nasıl olduğunu sanıyorsunuz? Ben anlatayım, o kötü insanların evlerinde nasıl yaşadığını...
Annem babamdan boşandı, boşandığı gibi de babama çok yakın olan biriyle pat diye evlendi. Üstüne adamın gözüne sokmak için evlerini de babamın oturduğu mahalleye taşıdılar. Babam taşınıp gitmek zorunda kaldı, biz ise annemle yaşamak zorundaydık. Başta her şey normal gibiydi. Sonra bir şey oldu: Bir anda dindar oldu bu adam. Bizi Kur’an kursuna yollamayan, oraya gittik diye tırnaklarıyla kulağımı kopartacak olan annem bile değişti. Ama sadece dışarda dindarlardı. Bir kere namaz kıldığını görmedim, ağzından ‘Allah’ hiç çıkmadı. Dayak atarken, “Gökten Allah inse, seni elimden alamaz!” derdi o kadar. Şimdi şimdi anlıyorum neden bir anda o kılığa büründüğünü. O zaman iş yaptığı insanlar öyleydi çünkü. Onlardan biri olamadığı için bizi kullandı: Karısının öksüz çocuklarına yemek veren adam! O olmasa sokaklarda sürünüp, ‘yollu’ olacaktık ama o bir kahraman gibi kurtardı bizi. Kirasını bile annemin ödediği eve bizi alarak. Babamızı önce ‘öldü’ diye gösterdi eşe dosta. Ardından kıyafetlerimize karıştı. Kot giymemiz yasak, askılı yasak, şort, deli misin?
Başlarda her yaptığımıza kendi yöntemleriyle cezalar veriyordu. Sonra cezalar korkunç olmaya başladı. Asla evin salonunda oturamazdık, yasaktı. Evin bütün kapılarını kilitleyip giderdi. Anahtarı da ortaya koyardı. Eğer kapıyı açarsan, beş gün yemek yok. Buzdolabına bant yapıştırırdı: “Eğer dolabın kapağının açılmış olduğunu görürsem, beş gün yemek yok.” Yemek vermezdi. Ama bizi zorla yemek masasına oturturdu. Annemle yemek yerken, bize izletirdi. Bir de bize ara sıra gelen erkek kardeşim vardı, o erkek olduğu için yemek yiyebilirdi. Ama biz kız kardeşimle asla.
Kitap okumak, ödev yapmak istiyorsam merdivenin altına gitmek zorundaydım. Sonra orayı yaşanabilir bir yer yaptım diye hem dayak yemiştim hem de her şeyi paramparça etmişti. Babamın bize aldığı hediyeleri de paramparça ederdi. Okula beni ayakkabısız yollamıştı. Ayakkabıyı babam aldı diye atmıştı. Kendisi bize asla ama asla bir şey almazdı. Harçlığım hiç olmadı. Okula gitmeyip, bahçede oturdum diye dayak yemiştim. Sonra “okumakta gözü yok bunun” dedi, beni okuldan almaya çalıştı. İlkokul dördüncü sınıftaydım. Mutfakla evin salonunu ayıran bir cam vardı. Akşamları mutfakta otururduk, o camdan televizyon izlerdik. Ben daha hiç o evdeki koltuklara oturmadım. Bir kere bile.
Benim yüzümden mi?
Önceleri herkesin evinde aynı şeyler yaşanıyor zannediyordum. Bildiğim tek benim evimdi, başka dünya nedir nasıl bilebilirdim? Sadece hemen büyümeyi istiyordum. Sonra bunun normal olmadığını öğretmenlerim ve komşular ‘çok güzel’ anlattılar bana: “Boşanmış ailenin çocuğu. Anası babası bakmıyor, kötü çocuk...” Üstelik bildikleri bir şey de yoktu. Dedikodular ve bedenimizde olan kocaman morluklar dışında. Öğretmenim veli toplantısında, ailelere çocuklarını bizimle görüştürmemelerini istedi. Küme çalışmalarını bizim evde yapmayı yasakladı. Zaten kimse bizim eve giremezdi. Yasaktı. Komşular da çocuklarını bizimle görüştürmemeye başladı. Benden arkadaşlarımı, çocukluğumu, özgüvenimi aldı. Normal olmadığını fark edinceyse pıstım, korktum, ezildim. Topböceği gibi kendi içime geçip, kendimi parçalamak istedim. Kendimi suçladım: “Benim yüzümden oldu.” Her gün evde tek duyduğum şey buydu çünkü. Kardeşimle en sevdiğimiz şey, tırnak makasıyla el ve ayak derilerimizi tamamen soymaktı. Bazen iğneyle ellerimi dikerdim. Saçlarımı koparmaya bayılıyordum. Tomar tomar saç koparıp, saatlerce köklerini incelerdim.
Ben bakmazsam ‘yollu’ olurlar
Buraya yazdıklarım aslında yaşadıklarımızın yanında sıfır. O kadar korkunç anılarım var ki bazen ‘ben mi yaşadım?’ diye hayrete düşüyorum. Sevmek nasıl bir şey bilmiyorum mesela. Karşı tarafın samimiyetini sorgulama kısmında değilim, ben hâlâ kendimi sorguluyorum ‘Birini sevmek böyle bir şey mi?’ diye. Ama nefret etmenin ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Bir çocuk her gece Allah’a üvey babasını öldürmesi için dua eder mi? Biz ederdik. Gece yatmadan önce, hiç durmadan, soluk almadan ölmesi için yalvarırdım. İşten beş dakika gecikmiş olsa, kardeşimle birbirimizin yüzüne umutla bakardık, ‘sonunda öldü!’ diye.
Anneme yalvarırdık ‘ayrıl’ diye. Herkes yalvardı, kızdı, bağırdı, küstü ‘ayrıl şu adamdan’ dedi. “Ayrılırsam ne yaparım, çocuk bunlar, adamı sinirlendiriyorlar” dedi. “Huyuna gitmeyi beceremiyorlar, çok yaramazlar” dedi. “Adam haklı” dedi. “O giderse bu iki kız o...spu olur, ben baş edemem” dedi. Üniversite mezunu, büyük şehirde okumuş, yetişmiş bir kadının söylemeyeceği ne varsa söyledi. İşi gücü vardı üstelik. Evlendikten sonra takdir işte, adamın işleri kötü gitti, adama annem baktı. Bize de gayet bakabilirdi yani. Eve polisler gelip, bizimle ilgili bilgiler almaya başlayınca, herkes o evin işkence evi olduğunu duyunca, annem sonunda çözüm buldu: Bizden vazgeçti. Çünkü biz suçluyduk. Biz yaramazdık. Kot pantolon giyip dışarı çıkıyorduk. Bu arada yaramazlıklarımız gerçekten bunlardı. Babamın aldığı kıyafetleri giymek, yemek yemek, açık saçık giyinmek... Sekiz yaşındaki çocuk ne denli açık giyinebilirse işte.
Aradan seneler geçse de bazen anneme karşı patlama anı yaşıyoruz. Salya sümük karşısında eğilip, ‘neden’ diye sorduğumuz, bir özür bekliyoruz. Gözünde ufacık bir pişmanlık görmek istiyoruz. O anlarda bile hâlâ kendini aklıyor annem, “O olmasaydı siz bitmiştiniz, söz dinlemiyordunuz, kadın başıma beni o kurtardı!” diyor. Senelerdir kimseyle konuşmadan bir evde kalmasını kurtulma olarak görüyor. Bizden ayrılışını, yüzümüzü görmeyişini, bizle gurur bile duymayışını adamın ona yaptığı ‘iyilik’ biliyor. Annem korkaktı, başarısızdı, sevgisizdi. Büyük ihtimalle annelik hormonunu da asla salgılamadı. O yüzden siz ‘kadın başıma!’ demeyin. Kadın başınıza milyonlarca şey başarabilirsiniz. Çocuklarınızı sapık bir adamın kanatları altında bırakıp, hor görülmesine göz yummanız kurtulduğunuz anlamına gelmiyor. Ben hâlâ kâbuslarımda o evdeyim, hâlâ o evden bir çıkış yolu bulamadım.
Paylaş