Paylaş
Ne zaman “Çocuk yapsam mı?” diye eşe dosta danışsam, bütün arkadaşlarım, “Bak sen çocuk istiyorsun ama...” diyerek, ‘dünyanın oksijeni bitiyor’ konulu makaleler gönderiyordu.
Sanki benim bebeğim son kalan oksijeni hüpletecek gibi, el kadar bebe dert oldu onlara.
Öyle, ‘bu kirli dünyaya çocuk getiremem’ geyiğine de girmiyorum.
Bu dünya 1930’larda da kirliydi, ortaçağda da. İnsanlık hep kirli.
Bu düzen ben doğurmadım diye bitmeyecek nasılsa.
Ama işte, çocuktan önce yapmam gerekenler var, ‘çocuk seviyor muyum bakalım bir, bana tırnak makası emanet edilmez’ türü sorunlarım vardı.
Bir sabah uyandım, bedenimde garip birtakım olayların döndüğünü hissettim. 2 sene sonrası için planladığımız bir hadise olduğu için, bu konuda da baya sıkı korunduğumuzdan dolayı, önce “imkânsız” dedim.
Ardından Osi’nin her iki günde bir, “bebek bebek bebek” istekleri aklıma geldi. ‘Cidden mi, oldu mu olmadı mı’ derken, “Testi yapayım bari” dedim: “Daha geçen hafta trafik kazası yaptık. Şu an hiç hazır değilim. İnşallah değildir, daha bütün dünyayı görmem lazım.
Hamileliği 30’dan sonrasına bıraktım, hayır hayır hayır!” Ama çizgileri görmemle çığlık çığlığa Osi’nin kucağına atlamam bir oldu.
Az önce binlerce olumsuz şeyi düşünen ben değilmişim; sanki senelerdir bunun için çırpınıyormuşum gibi ağlamaya başladım.
Hoş, ben bu sahneyi hep farklı hayal etmiştim.
Kocam akşam işten dönecek. Ben ona çok güzel bir yemek masası hazırlayacağım.
Sonrasında, tabağına hamilelik testini koyup, sürpriz yapacağım. O çişli şeyi tabağa koymak kötü fikirmiş, kabul ediyorum.
Ben tam, “Bak üç ay dolmadan kimseye söylemeyelim tamam mı?” derken, Osi çoktan anasına, babasına, bütün arkadaşlarına, Instagram’ına, Twitter’ına, ‘BABA OLUYORUM LANNN!’ yazmıştı bile.
HAMİLELİK AYRICALIĞI
Bu arada hamilelik, toplumda çok garip bir ayrıcalık veriyormuş insana.
Hamile olduğumu öğrenen herkes bana prenses gibi davranmaya başladı.
Osi zaten ayak masajlarından bana yemek yedirmelere kadar vardırdı işi.
Ara ara onun ‘karısı’ olmaktan çok ‘çocuğunun anası’ olduğum hissine kapılsam da ‘varsın olsun’ dedim.
Babam, bebek kıyafetleri almaya başladı.
Kız kardeşim, yaz tatili planımı yaptı.
Osi’nin ailesi zaten etrafımızda fır döndü. Bunlar yaşanırken tabii, sürekli doktor değiştirdik. ‘Bu doktorla rahat edemeyiz, bu doktor bizle ilgilenmez, bu doktor bence işi bilmiyor’ diye, içimize sinen doktoru zar zor bulduk.
Sürekli testler, muayane ücretleri off diyorum!
Normal doğum mu, sezaryen mı, suda mı doğursam, hipnozla mı doğursam...
Korkunç doğum anı hikâyeleri...
Daha bunun emzirmesi var. Onu ye, bunu yeme, şundan az ye, bundan her gün ye...
İnsanların sürekli verecek akılları olması.
Her akıldan sonra, ‘artık hayatın değişti!’ vurguları. ‘Kocana iyi bak, çocuktan sonra suratına bakmaz’ uyarıları...
Çocuktan sonra hayatın olmayacak diye inatla belirtmeleri.
Bir taraftan başım dönüyor, sanki hiç bilmediğim bir dünyaya beni alıp atmışlar gibi korkuyorum.
Diğer taraftan, artık hayatımın sonsuza dek değişmesini bana ait bir şeye bütün sevgimi vermeyi istiyorum.
O UĞURSUZ LEKE
Ve sonra o malum, her hamilenin yaşadığı ‘kahverengi leke’ durumu.
İnternette okuduğun bütün hikâyelerde olumsuz, doktoruna göre olumlu olan o leke.
Ama kafanın içinde bin tane şey çeviren. İçinden, saniyede beş yüz dua okuduğun.
Sürekli ‘bir şey olmamıştır inşallah’ diye, ömrü hayatında yalvarmadığın kadar Allah’a yalvardığın...
Sonrasında bir sabah yine aynı bir önceki hisle kalktım.
O ‘bir şey var’ hissi bu sefer, ‘gidiyor’a dönmüştü.
Boşlukta süzülüyordum sanki. Kan testim çok düşük çıktı. İki gün sonra daha da düştü, daha da derken, bebeğim beni terk etti.
Çin’de bir inanışa göre, bebekler ailelerini kendileri seçermiş.
“Beni istemedi” dedim. Ardından çok uzun zaman önce susturmayı başardığım iç sesim ortaya çıktı. ‘Aptalsın, becremedin’ diye gecelerce uykusuz bırakacak kadar suçladı beni.
“Anne olunca anlarsın” derlerdi. Bunu hep sevgi zannederdim.
Sevgiden bahsetmiyorlarmış, korkuymuş o.
Bir şeyi kaybetme, sana verilen, sana muhtaç bir canlının zarar görmesinden duyduğun o panikmiş meğerse...
Paylaş