Paylaş
Adı “Tıp Bayramı” olan ama son dönemde bayram tadında geçmeyen 14 Mart’lar.
Ve hekimler halen kendilerini yeterince anlatamamanın sıkıntılarını yaşıyor.
Peki, son dönemde Türkiye’nin konuştuğu konuların başında gelen doktorlar ne istiyor?
Bu soruyu sormadan önce belki de mevcut durumu iyi analiz etmek gerek.
Öncelikle hekimleri tek bir meslek grubu olarak görülmemesi gerek.
Zira içlerinde farklı alanlarda ve koşullarda çalışan birçok hekim mevcut.
Üniversitelerde çalışan profesör, doçent, yardımcı doçentlerin (yeni adıyla Doktor Öğretim Üyesi) ve uzmanların oluşturduğu, YÖK’e bağlı bir grup, devlet hastanelerinde çalışan çok büyük çoğunluğu uzman doktorların oluşturduğu, acillerinde ise pratisyen hekimlerin yer aldığı bir grup.
Üniversite ve Sağlık Bakanlığı Eğitim Araştırma Hastanelerinde çalışan halk arasında “Asistan” adı verilen araştırma görevlisi doktorlar yani geleceği uzman doktorları.
Aile Sağlığı Merkezlerinde çalışan aile hekimleri
Fabrika vb yerlerde “iş yeri hekimi” olarak tanımlanan bir grup
Bazı belediye/kurumlarda çalışan ve sayıları nispeten çok az olan “kurum hekimleri”
Özel hastanelerde çalışan yine büyük çoğunluğu uzman doktorlardan oluşan, aralarında kısmen öğretim üyesi (tam veya yarı zamanlı) ve pratisyen hekimlerin (Acillerinde) de bulunduğu son grup.
Yukarıda da görüldüğü gibi her biri çok farklı koşullara tabi bu grupların her birinin kendi sıkıntıları olduğu gibi ortak bazı problemleri de mevcut.
Önce ortak şikâyetlerden başlayalım;
En önemli problemlerin başında “Hekime Şiddet” geliyor.
Özellikle ilk 4 grupta çalışan hekimler, kendilerini çok güvensiz hissediyor ve ciddi tehdit altındalar. Olay yalnızca fiziki bir eylem olmayıp, sözel olarak hemen her gün tehdit ve hakarete maruz kalıyorlar. Ve en acısı bu eylemleri yapanlar yasada ilgili kanun maddesi bulunmadığı için elini-kolunu sallayarak dışarıda geziyorlar. Ne sağlık güvencesinden men, ne ciddi bir para cezası, ne de hapis. Hiçbir caydırıcılık yok maalesef.
İnsanların sağlık alanı dışında hemen hiçbir kamu veya özel kurumlarda göstermedikleri davranış profilini hastaneler veya sağlık merkezlerinde göstermesinin altında yatan en önemli unsurların başında bu geliyor. Hekimleri koruyan bir merci veya yasa yok.
İkinci problem “Ağır İş Yükü”.
Dünya’da 1 yılda kendi nüfusundan daha fazla sayıda acile başvuran başka bir ülke yok.
Hekim meslektaşlarım arasında bir gecede (16 saatlik nöbette) 600 hasta baktıklarını biliyorum.
Bu durumda olan yani her gün 100’lerce hasta bakma zorunda kalan çok büyük bir hekim grubu mevcut.
Lütfen düşünün, her gün 100 hasta bakmak. Bırakın o hastanın kan değerleri, filmleri, şikâyetlerini, 8 saatte 100 farklı kişiyle yalnızca konuşmak dahi insanı psikolojik olarak yıpratır. Ve bunu her gün, aylarca, hatta yıllarca yaptığınızı!
Üstelik tün bunları çok kısa bir süre içinde yapmaları isteniyor. Zira dışarıda sabırsız, kendi hastasının en değerli olduğunu düşünen ve bazen randevusuz şekilde gelen kızgın bir kalabalık var.
Günler, aylar, yıllardır süren tüm bu yoğunluğun arasında yemek veya çay içmeye kalktığınız anda size sözlü ve fiziki olarak saldıran bir güruh...
Üçüncü sırada “Uzun Mesai Saatleri ve Nöbetleri” yazabiliriz.
Hekimlik doğası gereği yalnızca mesai saatleri içinde yapılan bir meslek değil maalesef. Nerede çalışırsa çalışsın hekimlik 7 gün/24 saat süren bir vazifedir. Bu sorumluluk ve stres hekimlerin çok daha fazla yıpranmasına yol açmakta, sosyal hayatlarında ister-istemez bir kısıtlama getirmektedir.
Nöbetler ise özellikle hekimlik hayatının ilk yıllarındaki asistanların “eğitim” adı altında devletin vatandaşına kesintisiz bir şekilde hizmet ettikleri çalışma biçimidir aslında. Buradaki kesintisiz ibaresini biraz daha açmamız gerek. Zira saat 16.00 veya 17.00’den sonra gece boyunca tüm kliniğin yükünü omuzlayan bu genç cengâverler, sabah olduklarında uykusuz ve yorgun bir şekilde yapması zorunlu oldukları işlerinin başında devam eder. Taa ki mesai bitip evlerine gidene kadar.
Ben, idarecilik yaptığım dönemde evine giderken arabanın içinde kırmızı ışıkta uyuyan asistan biliyorum.
Evet, yanlış okumadınız, hani o 30 saniye yanan trafik lambası.
Ve bu yorgunluğun 3-4 yıl devam ettiğini hayal edin.
Üstüne üstlük tuttuğu bu nöbetlerin parasını dahi alamadan...
Dördüncü ortak şikâyet “Düşük Emeklilik Güvencesi”
Bu konuyla ilgili en önemli sayısal veri;
Emekli olan her dört hekimden üçünün emekli olduktan sonra çalışmaya devam ettiğidir.
Bu sayı aslında tüm gerçeği çok net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Hekimler emekli olduktan sonra da çalışmak zorunda kalıyor.
Ayrıca hekimlerin çalıştıkları kurumlara bağlı olarak (SSK, Emekli Sandığı ve Bağkur) farklı emekli maaşları almaları da eşitlik ilkesine aykırı bir durum teşkil etmektedir. Ve bu kadar yıpratıcı ve yoğun bir çalışma hayatının ardından hekimlerin emeklilik dönemlerinde yoksulluk sınırının üstünde bir maaş beklemeleri son derece insani bir beklentidir.
Ortak şikâyetlerin bir diğeri “Malpraktis davalarındaki astronomik rakamlar”.
Her insan gibi hekimler de hata yapmaktadır. Lakin hemen hiçbir meslek dalında görülmeyen mesleki hata kaynaklı tazminat işlemi sağlık sektöründe işletilmekte ve burada talep edilen rakamlar, bir hekimin hayatı boyunca kazandığı paraların toplamından fazla olmaktadır.
Soruyorum, hangi meslek grubunda böyle bir uygulama söz konusu?
Hatayı yapan hangi meslek grubundan olursa olsun bedelini ödemelidir ama bu bedel tek bir meslek grubundan ve astronomik rakamlar ile olmamalıdır.
Görüldüğü gibi doktorların derdi aldıkları maaş değildir. Aslında yukarıdaki farklı dallarda görev yapan hekimlerin bu saydığımız ortak sorunlar dışında her birinin kendilerine ait birçok sorunları vardır. Lakin tüm bunları yazmaya satırlar yetmez.
Tabii ki her meslek grubunda olduğu gibi hekimler de daha ortaokul lise döneminden başlayan yoğun çalışma ve kazandıkları sınavların karşılığında geldikleri konumun karşılığını almak istiyorlar.
Tabii ki hekimlik kutsal bir meslektir.
Ama unutmamak gerekiyor ki, hekimlerin de ev alma, arabaya binme, çocuklarına iyi bir gelecek sağlama ve rahat bir emeklilik hayatı yaşama hakları var.
İnsanların hayatlarını emanet ettikleri hekimlerin de bir insan olduğunu lütfen unutmayalım...
Daha sağlıklı, daha güvenli, daha huzurlu 14 Mart’larda buluşmak üzere...
Paylaş