Prof. Dr. Recai Pabuçcu

Over kistler ve miyomlar tüp bebek tedavisini etkiler mi?

7 Mayıs 2019
Günümüzde pek çok kadının karşılaştığı kist ve miyomlar çoğu zaman zararsız olmakla birlikte, bazı durumlarda gebe kalmanın önündeki bir engel olarak anne adaylarının karşısına çıkıyor. Centrum Clinic Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Recai Pabuçcu, böyle durumlarda kist ve miyomların düzenli takibinin gerekliliğinden ve doğru tedavi ile birlikte bu kistlere sahip anne adaylarının sorununun çözülebildiğine dikkat çekti.

Doğal yollarla çocuk sahibi olamayan kadınların %20’sinde çikolata kisti bulunuyor

Çoğu kadında bulunan yumurtalık kistleri, genellikle kendiliğinden geçici ve zararsızdır. Ancak zaman zaman, halk arasında “çikolata kisti” olarak bilinen ve endrometriozis hastalığının ileri evrelerinde karşımıza çıkan bu kistler dikkatlice ele alınmalı ve takipleri yapılmalıdır. Özellikle ağrılı adet gören kadınlar bu hastalık için dikkatli olmalıdır. Doğal yollarla çocuk sahibi olamayan kadınların %20’sinde çikolata kisti bulunmaktadır ve bu kistlerin tedavisi, hem doğal gebelik hem de tüp bebek yönteminin uygulanması için önemlidir.,

Basit yumurtalık kistleri, oldukça sık karşımıza çıkıyor. Boyutça büyük olsalar da kendiliğinden genellikle kaybolup kısırlık yaratmıyorlar. Ancak 1 yıldan fazla sebat eden ve 7-8 cm üzerindeki kistler cerrahiye gidebilir.,

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Recai Pabuçcu, 30-40 yaşlarındaki kadınlarda, rahim duvarında sıkça görülen miyomların da döllenmiş yumurtanın yerleşmesine engel olabileceğini söylüyor. Özellikle 3 cm üzerinde olan ve rahim iç tabakasına baskı yapan miyomlar kısırlığa ve hatta tekrarlayan gebelik kayıplarına neden olabiliyor.

Over kistler nedeniyle doğal yollarla hamile kalamayan pek çok anne adayı için, tüp bebek tedavisi önemli bir seçenektir. Prof. Dr. Recai Pabuçcu, bu kistlere sahip olan kişiler için, öncelikle kistin çeşidinin ve takibinin gerekli olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Kadınlarda üreme çağlarında sıkça karşılaştığımız over kistin hangi tip olduğunun belirlenmesi ve buna uygun bir tedavi sürecinin planlanması gerekiyor. Çoğu zaman iyi huylu olan kitle için bazı şüpheli durumlarda, kötü huylu olması riskine karşın ameliyat ile tanı konulabilir.”

Çikolata kisti olanlar ameliyata gerek kalmadan tüp bebek tedavisi görebilir.
Endometriozis, yani çikolata kistine sahip olan kadınlar için tüp bebek yöntemi oldukça yararlı.Prof. Dr. Recai Pabuçcu, çikolata kistleri ve tüp bebek tedavisini şöyle anlatıyor: “Endometriozis ilerleyici bir hastalık. İleri evrelerinde 2 taraflı ve büyük çikolata kistleri görülebiliyor. En çok sorulan soru ise, bu kistlerin varlığında çocuk sahibi olmak isteyen çiftlere direk tüp bebek mi yoksa ameliyat mı yapılmalı?

• - İleri kadın yaşı (>37-38),

Yazının Devamını Oku

Tüp bebek ile doğal bebek arasında sağlık açısından farklılık var mı?

8 Nisan 2019
Son yıllarda, çeşitli nedenlerden dolayı çocuk sahibi olamayan pek çok çift, tüp bebek tedavisine başvuruyor. Tüp bebek yönteminin yaygınlaşmasıyla, anne baba adayları için en önemli soru ‘acaba tüp bebek ile doğan çocuklar, doğal yol ile olanlardan farklı mı?’ olarak karşımıza çıkıyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Recai Pabuçcu, tüp bebek ile doğal bebek arasında sağlık açısından ne gibi farklılıkların olduğunu özetledi.

DÜNYADA BUGÜNE DEK 8 MİLYONDAN FAZLA ÇOCUK TÜP BEBEK YÖNTEMİ İLE DÜNYAYA GELDİ

Günümüzde çeşitli sağlık problemleri, anne baba adaylarının yaşam tarzı, anne olma yaşında gecikmeler ve açıklanamayan sebeplerle infertiliteye yani kısırlığa daha da fazla rastlanabiliyor. İnfertilitenin farklı tedavi yöntemleri mevcut olmakla beraber, tüp bebek tedavisi, bebek sahibi olmak isteyen çiftler için en etkili çözüm olma özelliğini koruyor. Dünya’da 2100 yılında 400 milyondan fazla çocuğun bu yöntem ile doğması bekleniyor. Bu sebeple Prof. Dr. Recai Pabuçcu tüp bebek yöntemi ve doğal yollarla dünyaya gelen bebekler arasındaki sağlık sorunlarının daha da fazla tartışılacağının altını çiziyor.

GEREK GENEL SAĞLIK GEREKSE AKIL-ZİHİN GELİŞİMLERİ AÇISINDAN BİR FARKLILIK YOK

Tüp bebek ile doğal bebek arasındaki fark, gebelik sağlanana kadarki süreçte elde edilen yumurtaya yapılan işlemler ve oluşan embriyonun geliştirilmesidir. Doğal yollarla gebe kalınamadığı zaman, anne ve baba adaylarının üreme ve sperm hücreleri laboratuvar ortamında döllendirilir ve döllenen yumurta anne adayının rahmine yerleştirilir. Bu işleme IVF yani tüp bebek adı veriliyor. Tüp bebek yöntemi ile gebelik sağlandıktan sonraki aşamalar, doğal yollarla sağlanan gebelikle tamamen aynıdır. Laboratuvar ortamında uygulanan birtakım işlemlerin uzun vadede ne gibi sonuçlar doğuracağı tartışma konusu olsa da, bugüne kadar yapılmış geniş çalışmalarda tüp bebek çocuklarının gerek genel sağlık gerekse akıl-zihin gelişimleri için bir farklılık göstermediğini biliyoruz.’

TÜP BEBEK YÖNTEMİ İLE DOĞAN BEBEKLERDE DOĞUMSAL SORUNLAR DAHA MI FAZLA?

Bu çalışmalarda ortaya konulan durum, tüp bebek yöntemi ile dünyaya gelen çocuklarda doğumsal organ sorunlarının biraz daha fazla olduğu. Ancak, bu durumu %100 tüp bebek işleminin kendisi ile ilişkilendirmek doğru olmaz. Çünkü, tüp bebek gebelikleri genellikle daha ileri yaş anneleri içeriyor ve bu durum genel olarak riski artırıyor olabilir. Ayrıca tüp bebek gebelikleri daha sık kontrol edildiğinden, doğumsal sorunlar fazla olarak yakalanıyor olabilir. Özetle, şu anda tüp bebek tedavisi güvenilir gözüküyor.

TÜP BEBEK TEDAVİSİ GENETİK HASTALIK TAŞIYAN ÇOCUK RİSKİNİ ORTADAN KALDIRABİLİYOR

Son yıllarda teknolojinin gelişmesiyle, özellikle genetik hastalık riski taşıyan çiftlere sağlıklı çocuk şansı tüp bebek tedavisi ile sağlanabilir. Özellikle anneden veya babadan kalıtılan ve çocukta ciddi hasar ve hatta ölüm ile seyredebilen hastalıkların genetikli tüp bebek tedavisi ile ortadan kaldırılabilir.

YAYINLANAN SON TIBBİ MAKALELERDE KANSER RİSKİ SORGULANMIŞ

Tüp bebek çocukları ve kanser ilişkisi hep sorgulanan bir konu. Başta kan ve lenf kanseri olmak üzere çocukluk çağı kanserleri arasında farklılık saptanmamış. Nadir görülen kanser türlerinde tartışmalı bir sonuç var ancak genel olarak tüp bebek çocuklarının doğal gebelik çocuklarına göre kansere daha yatkın olduğunu söylemek doğru değil.

Hamilelik süresince ve doğumdan sonraki tüm risklerin tüp bebek ve doğal bebek için aynı oranda olduğu ve düzenli takiple risklerin en aza indirgeneceği belirtiliyor.

Tüp bebek yöntemiyle sağlanan gebelikte de aynı doğal yollarla gerçekleşen gebelik gibi, doktor hasta ilişkisi önem taşıyor ve doktorun belirlediği aralıklarla düzenli kontrol sayesinde, olası sağlık sorunlarının önüne geçiliyor. Gebelik sağlandıktan sonra, tüp bebek ve doğal bebek tamamen aynı aşamalarda gelişimini sürdürüyor.

Tüp bebek tedavisi, anne adayı ve bebek için bir sağlık sorununa yol açmadığı gibi, tam tersi, belli hastalıklar yüzünden hamile kalamayan anne adaylarının bebek sahibi olmasına olanak sağlıyor.

Günümüzde çeşitli sağlık problemleri, anne baba adaylarının yaşam tarzı, anne olma yaşında gecikmeler ve açıklanamayan sebeplerle infertiliteye yani kısırlığa daha da fazla rastlanabiliyor. İnfertilitenin farklı tedavi yöntemleri mevcut olmakla beraber, tüp bebek tedavisi, bebek sahibi olmak isteyen çiftler için en etkili çözüm olma özelliğini koruyor. Dünya’da 2100 yılında 400 milyondan fazla çocuğun bu yöntem ile doğması bekleniyor. Bu sebeple Prof. Dr. Recai Pabuçcu tüp bebek yöntemi ve doğal yollarla dünyaya gelen bebekler arasındaki sağlık sorunlarının daha da fazla tartışılacağının altını çiziyor.

Tüp bebek ile doğal bebek arasındaki fark, gebelik sağlanana kadarki süreçte elde edilen yumurtaya yapılan işlemler ve oluşan embriyonun geliştirilmesidir. Doğal yollarla gebe kalınamadığı zaman, anne ve baba adaylarının üreme ve sperm hücreleri laboratuvar ortamında döllendirilir ve döllenen yumurta anne adayının rahmine yerleştirilir. Bu işleme IVF yani tüp bebek adı veriliyor. Tüp bebek yöntemi ile gebelik sağlandıktan sonraki aşamalar, doğal yollarla sağlanan gebelikle tamamen aynıdır. Laboratuvar ortamında uygulanan birtakım işlemlerin uzun vadede ne gibi sonuçlar doğuracağı tartışma konusu olsa da, bugüne kadar yapılmış geniş çalışmalarda tüp bebek çocuklarının gerek genel sağlık gerekse akıl-zihin gelişimleri için bir farklılık göstermediğini biliyoruz.’

Bu çalışmalarda ortaya konulan durum, tüp bebek yöntemi ile dünyaya gelen çocuklarda doğumsal organ sorunlarının biraz daha fazla olduğu. Ancak, bu durumu %100 tüp bebek işleminin kendisi ile ilişkilendirmek doğru olmaz. Çünkü, tüp bebek gebelikleri genellikle daha ileri yaş anneleri içeriyor ve bu durum genel olarak riski artırıyor olabilir. Ayrıca tüp bebek gebelikleri daha sık kontrol edildiğinden, doğumsal sorunlar fazla olarak yakalanıyor olabilir. Özetle, şu anda tüp bebek tedavisi güvenilir gözüküyor.

Son yıllarda teknolojinin gelişmesiyle, özellikle genetik hastalık riski taşıyan çiftlere sağlıklı çocuk şansı tüp bebek tedavisi ile sağlanabilir. Özellikle anneden veya babadan kalıtılan ve çocukta ciddi hasar ve hatta ölüm ile seyredebilen hastalıkların genetikli tüp bebek tedavisi ile ortadan kaldırılabilir.

Tüp bebek çocukları ve kanser ilişkisi hep sorgulanan bir konu. Başta kan ve lenf kanseri olmak üzere çocukluk çağı kanserleri arasında farklılık saptanmamış. Nadir görülen kanser türlerinde tartışmalı bir sonuç var ancak genel olarak tüp bebek çocuklarının doğal gebelik çocuklarına göre kansere daha yatkın olduğunu söylemek doğru değil.

Hamilelik süresince ve doğumdan sonraki tüm risklerin tüp bebek ve doğal bebek için aynı oranda olduğu ve düzenli takiple risklerin en aza indirgeneceği belirtiliyor.

Tüp bebek yöntemiyle sağlanan gebelikte de aynı doğal yollarla gerçekleşen gebelik gibi, doktor hasta ilişkisi önem taşıyor ve doktorun belirlediği aralıklarla düzenli kontrol sayesinde, olası sağlık sorunlarının önüne geçiliyor. Gebelik sağlandıktan sonra, tüp bebek ve doğal bebek tamamen aynı aşamalarda gelişimini sürdürüyor.

Yazının Devamını Oku

Tüp bebek tedavisi hakkında en çok merak edilenler

20 Mart 2019
Tüp bebek tedavi yöntemleri doktor ile hastanın ortaklaşa yürüttüğü oldukça hassas bir süreci kapsar. Bu nedenle başarının en önemli faktörü, tedavi sürecinde bilmeniz gereken 10 detayı içerir.

Tüp bebek tedavi yöntemleri doktor ile hastanın ortaklaşa yürüttüğü oldukça hassas bir süreci kapsar. Bu nedenle başarının en önemli faktörü, tedavi sürecinde bilmeniz gereken 10 detayı içermektedir. İşte tüp bebek tedavisi ile ilgili merak edilen 10 ayrıntı…

Tüp bebek tedavi yöntemlerine ne zaman başvurulmalıdır?

Kadının ilerleyen yaşı doğal süreç kapsamında doğurganlık yetisini etkilemektedir. Bu nedenle tüp bebek tedavi yöntemlerinden kadının yaşı başarıya paralel olarak elde edilmektedir. Eğer kadının yaşı 35’in altında ise 1 yıla aşkın süredir korunmasız cinsel ilişkide bulunmasına rağmen gebelik elde edemiyor ise mutlaka uzman bir doktora başvurması önerilir. Fakat 35 yaş üzeri kadınların bu süre zarfında gebelik elde edememiş ise 6 aylık bir süreden sonra tüp bebek tedavi yöntemlerine başvurması önerilir.

Tüp bebek tedavisinden önce aşılama yönteminin uygulanması gerekir mi?

Aşılama yöntemi yardımcı üreme yöntemleri arasında en kolay ve ekonomik açıdan en uygun tedavi seçeceğidir. Yardımcı üreme yöntemlerinden başarılı sonuçlar alabilmek için çiftlerin sorunlarına yönelik tedavi şekli planlanmaktadır. Bu sorunlara göre yapılan aşılama yöntemi ile birçok çift çocuk sahibi olabilmektedir. Ancak doktorun kontrolü sonucunda aşılama tedavisi için uygun görülen hastalara uygulandıktan sonra başarı elde edilememiş ise tüp bebek tedavi yöntemlerine geçilmektedir. Aşılama tedavisi ile başarılı sonuçlar elde edilemeyecek sorunlarda direkt tüp bebek tedavi yöntemlerine başvurulur. Aşılama yöntemi için uygun olmayan durumlar aşağıdaki gibidir:

• - Fallop tüplerinin ikisinde de tıkanıklık olması,

Yazının Devamını Oku

Uzun süren adet kanamasına dikkat!

12 Mart 2019
Normal sağlık koşullarına sahip olan kadınlarda ortalama 21-35 günlük aralıklarla 4-5 gün sürmesi gereken adet kanamaları bazı kadınlarda daha sık ya da seyrek aralıklarla görülebilirken, çok kısa veya uzun sürebiliyor.

Normal sağlık koşullarına sahip olan kadınlarda ortalama 21-35 günlük aralıklarla 4-5 gün sürmesi gereken adet kanamaları bazı kadınlarda daha sık ya da seyrek aralıklarla görülebilirken, çok kısa veya uzun sürebiliyor. Ortalama olarak kabul edilen değerlerin çok altında ya da üstünde adet kanaması görülmesi, kadınlarda bir sağlık sorunu belirtisi olarak düşünülebiliyor. Adet döngüsündeki normal dışı durumlar kadınlarda üreme bozukluklarına ya da farklı organlarda fonksiyon sorunlarına sebep olabiliyor.

Bir kadında adet düzensizliğinden bahsedilebilmesi için sık sık düzensiz adet görülüyor olması gerekir. Zira iklim değişiklikleri, kısa süreli psikolojik iniş çıkışlar da arada bir adet düzensizliğine yol açabilir ve bu durumda endişe edilmesine gerek yoktur. Uzun süreli düzensizlikler aşırı kilo alınması, yetersiz beslenme, ani kilo kaybı, ayrılık, kayıp gibi stres ve üzüntü yaratan durumlardan da kaynaklanabiliyor. Farklı bir rahatsızlık için kullanılan antibiyotikler, diğer ilaçlar ya da uzun süre kullanılan doğum kontrol hapları da adet düzensizliğine sebep olabiliyor. Ayrıca rahimde veya yumurtalıklarda oluşan polip, miyom, kist gibi anormal oluşumlar da adet düzensizliğine yol açan temel etmenlerden sayılıyor.

Normal sağlık koşullarına sahip olan kadınlarda bir adet kanamasının ortalama 4-5 gün civarında sürmesi gerekir. Arada bir 3 ya da 6 gün süren adet kanamaları problem teşkil etmezken sık sık fazla, yoğun ve uzun süreli adet görmek bir rahatsızlık ya da anomali belirtisi olabilmektedir. Örneğin adet kanamalarının 7 gün ve daha fazla sürmesi normal süreden daha uzun olarak kabul edilir ve nedeninin araştırılması gerekir. En sık karşılaşılan sebepler şöyledir:

1. Adet kanamalarının normalden daha uzun sürmesinin en sık karşılaşılan sebebi hormonal bozukluklardır. Kadında yumurtlamanın meydana gelmemesi, rahim iç tabakasının aşırı derecede kalınlaşması, troid bezi bozuklukları hormonların normal salgılanma değerlerine zarar vermekte ve bu durum da adet kanamalarının uzun sürmesine sebep olabiliyor.

2. Dış gebelik veya düşük gibi gebelik komplikasyonları da adet kanamalarının rutinden daha uzun sürmesine sebep olabiliyor. Bu durumda bir kereye mahsus olarak adet kanaması uzun sürer, ancak sonrasında normal süreç devam eder.

3. Rahimde oluşan ve miyom adı verilen iyi huylu tümörler, üreme döneminde olan kadınlardaki hormonların yüksekliğinden kaynaklanan polipler de adet kanamalarının uzun sürmesine neden olabilmektedir.

4.Yumurtalıklarda şekil ve işlev bozukluklarının görüldüğü durumlarda yumurtlama gerçekleşmeyeceğinden, adet kanaması düzeni ve yoğunluğu artıp azalabilmektedir.

Yazının Devamını Oku

Gebelikte tarama testleri büyük önem taşıyor

11 Şubat 2019
Gebelik sürecinde bebeğin kromozomal olarak sorunlu olup olmadığının tespit edilmesi oldukça önemlidir. Bebek gelişimini tamamlarken bir yandan da riskleri anlamak ve önlem almak gerekir. Bu nedenle gebelik döneminde yapılan tarama testleri hayati önem taşır.

TARAMA TESTLERİ NEDİR? %100 DOĞRU SONUÇ VERİR Mİ?

Anne karnındaki bebeğin gelişimi, belirli aralıklarla yapılacak ultrason ölçümleri ile ortaya konuluyor. Bebeğin fiziksel gelişiminin yanısıra birtakım kromozomal sorunlar açısından da değerlendirilmesi son derece önemli. Başta Down sendromu olmak üzere birtakım kromozomlarda sayısal bozukluklar, anne karnında özel birtakım tetkikler ile tespit edilebiliyor.

Tarama adı verilen ve belirli ölçüde hassasiyet ile durumun riskini analiz eden testler sıkça kullanılıyor. Bu testlerin dezavantajı ise tanı testi olmayışı, yani %100 netlikte olmayışları. Tanı testi ise bebeğin amniyon kesesinden sıvı alınması olarak tarif edilen amniyosentez olarak tanımlanıyor. Her test, hamileliğin belli bir döneminde yaptırılabildiği için test zamanına mutlaka özen gösterilmelidir.

Gebelik döneminde yaptırılması gereken tarama testlerinin önemi

ANOMALİYİ ÖNCEDEN YAKALAMAK MÜMKÜN!

Her anne adayının, hamilelik döneminde tarama testleri hakkında bilgilendirilmesi gerekli. Gebeliğin 11. haftasından başlayarak tarama testleri uygulanabilir.

İlk test 11-14. haftalar arasında yapılabilen ikili (kan tahlili) testidir. Bu test sonucunda başta Down sendromu olmak üzere riskli durumlar hakkında bir risk analizi sunulur. Bu testin sorunlu durumu yakalama hassasiyeti %85 kadardır. Yani %15 kadar atlama olasılığı var.

Bir diğer tarama testi ise üçlü veya dörtlü tarama testidir. Bu test 16.-18. Gebelik haftaları arasında yapılıyor ve yakalama hassasiyeti %60-80 arasında. Testler yüksek riskli çıktığında, bebekte mutlaka sorun olması gerekmediği gibi tersi de geçerli. Yani test sonucu temiz bile gelse bebek mutlak olarak hastalıksız diyemiyoruz. 

[poll_id=12]

TEKNOLOJİ İLE TEST DUYARLILIKLARI ARTIYOR

Son zamanlarda hücre dışı fetal DNA (cf-DNA) testi gündemde. Bu test ile anneden alınan bir tüp kan ile ikili veya üçlü-dörtlü testlerden daha hassas bir şekilde riskli durumu taranabiliyor. Hata payları oldukça düşük. Teknik olarak bebeğin anne kanında gezen DNA parçaları tespit edilip analiz yapılıyor. Farklı teknolojiler ile bu test çalışılabiliyor. Maliyet biraz yüksek ama gelecekte biraz daha makul seviyelere ineceği düşünülüyor.

HÜCRE DIŞI FETAL DNA (CF-DNA) TESTİ KİMLERE YAPILMALI?

İleri yaş, riskli tarama testi sonucu olan, daha önce sorunlu gebelik öyküsü olanlara bahsetmekte yarar var. Ama şunu bilmek gerekiyor, bu test amniyosentezin yerini tutmuyor. Hamileliğin 20-22. haftalarında fetusun ayrıntılı bir şekilde ultrasonla incelenmesi de gerekir. Bu test fetusun kafa, karın, kemik yapıları, el-ayak yapıları ve kalbin incelenmesine olanak sağlıyor. Tüm bu tarama testlerinin mutlaka zamanında yaptırılması gerekiyor. 

TARTIŞMALI KONU: ŞEKER YÜKLEME TESTİ

Gebelik döneminde yapılması gereken testlerden biri de şeker yükleme testi. Ancak son zamanlarda bu testin bazı risklere yol açtığı ve yaptırılmaması gerektiği tartışılıyor. Bu test gebeliğin 23-26. haftaları arasında yaptırılıldığında diyabet varlığının tanısını koymaya yarıyor. Bu test yaptırılmadığı takdirde, gebelik şekeri bulunan kişilerin bebekleri uzun dönemde ciddi sorunlarla karşılaşabilir. Yani tartışmalar bir yana, mutlaka şeker yüklemesi yapılması gerekiyor.

Anne karnındaki bebeğin gelişimi, belirli aralıklarla yapılacak ultrason ölçümleri ile ortaya konuluyor. Bebeğin fiziksel gelişiminin yanısıra birtakım kromozomal sorunlar açısından da değerlendirilmesi son derece önemli. Başta Down sendromu olmak üzere birtakım kromozomlarda sayısal bozukluklar, anne karnında özel birtakım tetkikler ile tespit edilebiliyor.

Tarama adı verilen ve belirli ölçüde hassasiyet ile durumun riskini analiz eden testler sıkça kullanılıyor. Bu testlerin dezavantajı ise tanı testi olmayışı, yani %100 netlikte olmayışları. Tanı testi ise bebeğin amniyon kesesinden sıvı alınması olarak tarif edilen amniyosentez olarak tanımlanıyor. Her test, hamileliğin belli bir döneminde yaptırılabildiği için test zamanına mutlaka özen gösterilmelidir.

Gebelik döneminde yaptırılması gereken tarama testlerinin önemi

Her anne adayının, hamilelik döneminde tarama testleri hakkında bilgilendirilmesi gerekli. Gebeliğin 11. haftasından başlayarak tarama testleri uygulanabilir.

İlk test 11-14. haftalar arasında yapılabilen ikili (kan tahlili) testidir. Bu test sonucunda başta Down sendromu olmak üzere riskli durumlar hakkında bir risk analizi sunulur. Bu testin sorunlu durumu yakalama hassasiyeti %85 kadardır. Yani %15 kadar atlama olasılığı var.

Bir diğer tarama testi ise üçlü veya dörtlü tarama testidir. Bu test 16.-18. Gebelik haftaları arasında yapılıyor ve yakalama hassasiyeti %60-80 arasında. Testler yüksek riskli çıktığında, bebekte mutlaka sorun olması gerekmediği gibi tersi de geçerli. Yani test sonucu temiz bile gelse bebek mutlak olarak hastalıksız diyemiyoruz. 

[poll_id=12]

Yazının Devamını Oku

Yumurtalık rezervi nasıl hesaplanır?Kimlere yumurta dondurma önerilir?

29 Ocak 2019
Hızla geçen zaman ve ilerleyen yaş ile birlikte doğurganlığımız da azalıyor. Geçmişe göre doğurganlık hızımızın azaldığı da bir gerçek. Doğurganlığımızı nasıl koruyacağımız ve nasıl önlemler almamız gerektiği ile ilgili Prof. Dr. Recai Pabuçcu işe yarayan ipuçları veriyor…

YUMURTALIKLARDAKİ ADAY YUMURTA SAYISI ZAMANLA AZALIYOR….

Kadınların over yani yumurtalık rezervlerini belirleyen ana unsur yumurtalık içerisindeki follikül adını verdiğimiz ve içinde yumurta öncüllerini içeren kesecikler. Bunlar doğum esnasında milyonlar ile ifade edilirken, 30’lu yaşlarda yüzbinlere ve menopoza girerken ise 1000’lere kadar azalıyor. Bu azalma sürekli ve engelleyen bir ilaç da yok. O nedenle kadınlarda doğurganlığın, doğumdan itibaren sürekli azaldığını bilmek gerekiyor.

REZERV AZALMASI KİMLERDE DAHA HIZLI OLUYOR? RİSK GRUPLARI NELER?

Türkiye’de ortalama menopoz yaşı 46-47. Yani bu yaşlarda artık yeterli sayıda follikül olmadığı için menopoz tablosu ortaya çıkıyor. Ama bazı durumlarda 46-47 yaşlardan önce de adetlerin azalması hatta bitmesi durumları ile karşılaşabiliyoruz. Aşağıdaki durumlarda risk daha da artıyor:

    Yaşın 37 ve üzerinde olmasıSigara içilmesiYumurtalıklardan birinin alınmış olmasıAilede erken erken menopoz olmasıRadyoterapi veya kemoterapi almış olmakUzun süreli ilaç özellikle de kortizon türü ilaçlar kullanmakEndometriozis tanısı almış olmak veya çikolata kistlerinin olmasıBirtakım genetik hastalıklar taşımak…

YUMURTALIK REZERVİNDEKİ AZALMANIN ÖNÜNE GEÇEMİYORUZ….

Sayıca azalmanın önüne geçmek için bir ilaç veya vitamin maalesef yok. Ancak, gündelik yaşantımızda stresi biraz azaltmak, düzenli egzersiz yapmak, dengeli beslenmek, sigaradan özellikle uzak durmak önemli. Risk faktörlerinden bir veya birkaçının varlığı halinde mutlaka bu konuda uzmanlaşmış bir doktordan görüş almayı öneriyoruz. Böylelikle, yumurtalık rezervimizi ortaya koymaya yönelik testler hakkında bilgi alabilir, ciddi risk varlığında yumurta dondurma seçeneğini düşünebiliriz.

YUMURTALIK REZERVİ NASIL HESAPLANIR? KİMLERE YUMURTA DONDURMA ÖNERİLİR?

Adetli iken bakılmış birtakım testler var. Ancak günümüzde en değerli test, yine adetli iken her 2 yumurtalıktaki folliküllerin sayılması. Toplam görünen follikül sayısı 4’ün altında ise risk var demektir. Bir diğer önemli test ise Anti Mullerian Hormon (AMH). Bu teste adet dönemi dışında da bakılabilir ve değer 1 ng/ml’nin altında ise rezerv az olarak yorumlanabilir. Ancak unutmamak gerekir ki, sadece 1 kez ultrason veya AMH testi ile yorum yapmak doğru değil. 4 hafta ara ile testleri tekrarlamak ve aynı azalmış değerler ile karşılaşırsak önlem almak gerekir.

AZALMIŞ REZERV VAR İSE, YUMURTA DONDURMA İŞLEMİ NASIL YAPILIYOR?

Eğer yakın bir gelecekte çocuk sahibi olma şansı yok ve rezervlerde belirgin azalma söz konusu ise yasal mevzuatlar çerçevesinde yumurta dondurma işlemi yapılabiliyor. Bu konuda yetkin ve deneyimli merkezler ülkemizde bulunmakta. Ancak, bu konunun istismar edilmemesi ve hobi amaçlı yumurta dondurma işleminin önüne geçmek çok önemli. Gerçekten risk altındaki kadınları saptamak, onlara doğru danışmanlık vermek ve dondurma seçeneğini sunmamız gerekiyor.

Yumurta dondurma işleminin aşamaları aynı tüp bebek gibidir. Öncelikle günlük iğneler ile eldeki yumurtalar büyütülür. Uygun sayı ve boyutta yumurta varlığında çatlatılırlar ve anestezi altında laboratuar koşullarında toplanırlar. Ardından bu yumurtalar özel dondurma yöntemlerine tabi tutulurlar ve yine özel dondurma tanklarında saklanırlar. Saklanma süresi ve koşulları ile ilgili merkezlerden bilgi almakta yarar var.

Özetle;

    Yumurtalarımız zamanla kaçınılmaz olarak azalıyorRisk altında olanları saptamak çok önemliDüzenli bir hayat ve beslenme elimizdeki en önemli araçlarSigaranın mutlaka bırakılması gerekiyorEğer ufukta bebek sahibi olma planı yok ise yumurta dondurma için danışmanlık almakta yarar var

Kadınların over yani yumurtalık rezervlerini belirleyen ana unsur yumurtalık içerisindeki follikül adını verdiğimiz ve içinde yumurta öncüllerini içeren kesecikler. Bunlar doğum esnasında milyonlar ile ifade edilirken, 30’lu yaşlarda yüzbinlere ve menopoza girerken ise 1000’lere kadar azalıyor. Bu azalma sürekli ve engelleyen bir ilaç da yok. O nedenle kadınlarda doğurganlığın, doğumdan itibaren sürekli azaldığını bilmek gerekiyor.

Türkiye’de ortalama menopoz yaşı 46-47. Yani bu yaşlarda artık yeterli sayıda follikül olmadığı için menopoz tablosu ortaya çıkıyor. Ama bazı durumlarda 46-47 yaşlardan önce de adetlerin azalması hatta bitmesi durumları ile karşılaşabiliyoruz. Aşağıdaki durumlarda risk daha da artıyor:

Sayıca azalmanın önüne geçmek için bir ilaç veya vitamin maalesef yok. Ancak, gündelik yaşantımızda stresi biraz azaltmak, düzenli egzersiz yapmak, dengeli beslenmek, sigaradan özellikle uzak durmak önemli. Risk faktörlerinden bir veya birkaçının varlığı halinde mutlaka bu konuda uzmanlaşmış bir doktordan görüş almayı öneriyoruz. Böylelikle, yumurtalık rezervimizi ortaya koymaya yönelik testler hakkında bilgi alabilir, ciddi risk varlığında yumurta dondurma seçeneğini düşünebiliriz.

Adetli iken bakılmış birtakım testler var. Ancak günümüzde en değerli test, yine adetli iken her 2 yumurtalıktaki folliküllerin sayılması. Toplam görünen follikül sayısı 4’ün altında ise risk var demektir. Bir diğer önemli test ise Anti Mullerian Hormon (AMH). Bu teste adet dönemi dışında da bakılabilir ve değer 1 ng/ml’nin altında ise rezerv az olarak yorumlanabilir. Ancak unutmamak gerekir ki, sadece 1 kez ultrason veya AMH testi ile yorum yapmak doğru değil. 4 hafta ara ile testleri tekrarlamak ve aynı azalmış değerler ile karşılaşırsak önlem almak gerekir.

Eğer yakın bir gelecekte çocuk sahibi olma şansı yok ve rezervlerde belirgin azalma söz konusu ise yasal mevzuatlar çerçevesinde yumurta dondurma işlemi yapılabiliyor. Bu konuda yetkin ve deneyimli merkezler ülkemizde bulunmakta. Ancak, bu konunun istismar edilmemesi ve hobi amaçlı yumurta dondurma işleminin önüne geçmek çok önemli. Gerçekten risk altındaki kadınları saptamak, onlara doğru danışmanlık vermek ve dondurma seçeneğini sunmamız gerekiyor.

Yumurta dondurma işleminin aşamaları aynı tüp bebek gibidir. Öncelikle günlük iğneler ile eldeki yumurtalar büyütülür. Uygun sayı ve boyutta yumurta varlığında çatlatılırlar ve anestezi altında laboratuar koşullarında toplanırlar. Ardından bu yumurtalar özel dondurma yöntemlerine tabi tutulurlar ve yine özel dondurma tanklarında saklanırlar. Saklanma süresi ve koşulları ile ilgili merkezlerden bilgi almakta yarar var.

Özetle;

Yazının Devamını Oku

Doğum kontrol iğneleri %100 gebelikten koruyor mu?

16 Ocak 2019
Doğum kontrol iğnelerinin yan etkileri var mı? Doğum kontrol iğneleri zararlı mı? Doğum kontrol iğnesi nerede yapılır? Hangi sıklıkla uygulanmalı? Doğum kontrol iğneleri gebelikten %100 koruma sağlar mı?

Günümüzde doğum kontrolü için kullanılabilecek pek çok yöntem bulunmaktadır. Son zamanlarda bu yöntemlerden en çok tercih edileni ise kullanım kolaylığı ve sağladığı yüksek oranda başarı ile doğum kontrol iğneleri olmuştur.

Doğum kontrol iğneleri yüksek oranda progesteron veya östrojen+progesteron hormonları içerdiği için kullanmadan önce mutlaka doktor muayenesinden geçilmeli ve gerekli test ve tahliller yaptırılmalıdır. Ülkemizde sadece progesteron içeren depo iğneler kullanılmaktadır. Bu iğneler içeriğindeki hormon ile yumurtalıklardan yumurtanın çatlamasını engeller ve rahim ağzındaki salgıları kalınlaştırarak spermin rahme ulaşmasını önler. Bu şekilde istenmeyen gebelikler kolayca engellenmiş olur. Doğum kontrol iğneleri kullanıldığı dönemde yüksek oranda başarı sağlayarak gebelik riskini en aza indirmektedir. Kolay uygulanabilir olması ve herhangi önemli bir yan etkisinin bulunmaması bu iğneleri birçok kadının tercihi haline getirmiştir.

[fotogaleri=4282,25]

Doğum kontrol iğnelerinin aylık ve 3 aylık olarak iki farklı seçeneği bulunmaktadır. Genellikle 3 ayda 1 kez yapılan depo formları kullanılmaktadır. Bu iğneler, adet dönemi başlangıcından itibaren ilk 5 gün içinde uygulanmaktadır. 3 aylık doğum kontrol iğneleri, saf progesteron içeriği ile gebelik oluşumunu üç ay süreyle engellemektedir.

Bu iğneler genellikle günlük doğum kontrol hapı almayı unutanlar ve uzun süre koruma sağlamayı isteyenler için uygundur. Her iki iğne de kalça, omuz ya da uyluk alanında kas içine uygulanmakla birlikte, etki süresi boyunca %99 oranda koruma sağlamaktadır. Oldukça güvenilir yöntemlerdir.

Doğum kontrol iğneleri, gebeliği engellemede %99 oranında başarı sağlamaktadır. Bununla birlikte sağladığı kullanım kolaylığı, iğneleri pek çok kadının tercihi yapmıştır. Adet dönemi öncesi gerginliği azaltması, dış gebeliği ve rahim ve tüplerde iltihap oluşmasını engellemesi, doğum kontrol iğnelerinin sağladığı diğer avantajlardır. Günlük hap yutma gereksinimini ortadan kaldırması en büyük avantajıdır.

Doğum kontrol iğnelerinin kullanılması, halihazırda gebe olanlar ve gebe olma olasılığı bulunanlar için uygun değildir. Bunun yanında daha önce meme kanseri tedavisi görenler ve şeker hastası olan kadınlar için doğum kontrol iğneleri önerilmemektedir. Ayrıca bazı kadınlarda östrojen hormonu alımı sakıncalı olabileceği için, östrojenli iğneler kullanılmadan önce mutlaka gerekli tahliller yapılmalıdır.

Doğum kontrol iğneleri kullanan kadınların en çok karşılaştığı sorun adet düzensizlikleridir. Bu düzensizlikler kendini ara kanama, kesinti ve aşırı kanama şeklinde gösterebilir. Bununla birlikte mide bulantısı, ciltte yağlanmanın artması ve sivilcelenme gibi etkiler, doğum kontrol iğnesi kullanan kadınların karşılaştığı diğer olumsuzluklardır.

Yazının Devamını Oku

Daha önce başarısız tüp bebek denemesi yaşayan çiftlere tavsiyeler

8 Ocak 2019
Tüp bebek tedavisi ile başarı maalesef %100 değil. En iyi koşullarda bile %35-40 olasılıkla sağlıklı doğum elde ediliyor. Peki, başarısız tüp bebek denemesi olan çiftler nasıl bir yol izlemeli?

Tüp bebek tedavisi, maddi-manevi zorlu bir süreç. Beklentilerin yüksek olduğu ancak olumsuz sonuç alındığında derin hayal kırıklıklarının olduğu bir süreç. Bu süreçte doğru tespit yapmak, çiftleri anlamak, süreci gözden geçirmek, kişilere özel nelerin yapılabileceğini değerlendirmek, maliyet ön planda en etkili tedavi seçeneğini önermek tüp bebek merkezlerinin en önemli görevleri olmalı.

Öncelikle, olumsuz sonuçlanmış tedavi sürecini analiz etmek çok önemli. Niye tüp bebek yapıldı? Toplamda kaç kere tüp bebek tedavisi yapıldı? Ek hastalık var mıydı? Başlangıç tetkikleri yapıldı mı? Ne zaman başlandı? Kaç yumurta alındı? Döllenme oldu mu? Gelişen embriyo kaliteleri nasıl? Transfer kolay oldu mu? Bu sorulara cevap almak çok önemlidir.

Özellikle, 2’den fazla başarısız tüp bebek denemesi olan çiftlerde, yeni tedavi öncesi hangi özel tetkikler istenebilir?

Öncelikle başlangıç tetkiklerini gözden geçirmek ve açlık şekeri-tiroid gibi temel testlere bakmakta yarar var. Yumurta rezervini ortaya koymak ve semen analizini tekrarlamak gerekli. Bunlardan sonra;

Bütün bu tetkiklerden sonra, yeni bir tedavi planı öncesinde çiftler ile ne gibi yeni tekniklerin olduğu, hangi ek tedavilerin kullanılacağı mutlaka tartışılmalıdır.

Önceki denemedeki tedavi şekli bize yol gösterici olabilir. Tedavi protokollerinde değişiklik yapılabilir. Uygulanabilecek tedaviler arasında:

Daha önceki başarısız denemede, KALİTESİ KÖTÜ embriyo verilmiş ise, embriyo kalitesini artırıcı işlemlere yönelmek doğru olacaktır. Bu durumda, fazla sayıda yumurta geliştirmek, özel çatlatma programı uygulamak, sperm seçimini iyi yapmak, döllenmeyi en iyi şekilde sağlamak ve en iyi embriyoyu seçmek doğru olacaktır.

Daha önceki denemelerde en az 2 adet KALİTESİ İYİ embriyolar verildi ise, bu durumda öncelikle rahim içerisinde bir sorun olup olmadığını anlamak için rahim filmi veya ofis histeroskopi işlemi önerilebilir. Rahim içinde sorun yok ise, embriyoların transfer edilmeden önce genetiklerine bakılarak ayıklanması ve sadece sağlıklı genetiği olan embriyoların, sağlıksız olanlardan ayıklanıp transfer edilmesi işlemi yani pre-implantasyon genetik tarama işlemi önerilebilir. Genetik tarama aşamaları şunlardır:

Yazının Devamını Oku