Paylaş
Mülteci, sığınmacı, göçmen ve kaçak göçmen kavramları ülkemizde az bilinen konulardan. Sığınmacı ya da mülteci; BM’nin tanımı ile, “ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan, bu yüzden ülkesinden ayrılan, korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi”dir. Yani bir kişinin mülteci sayılabilmesi için yukarıdaki 5 nedenden birine girdiğini Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (BMMYK) bildirmek zorunda.
İKLİM MÜLTECİSİ KAVRAMI YANLIŞMIŞ
İstanbul Barosu’ndaki panelde dinlediğim BMMYK Görevlisi Av. Elif Selen Ay’dan anladığım kadarıyla afet ya da iklim değişikliği nedeniyle yerinden edilmiş kişiler için “ekolojik mülteci” ya da “iklim mültecisi“ kavramını kullanmak yanlışmış. Çünkü, uluslararası mülteci hukukunda karşılığı yokmuş! Bu nedenle bu kavramların medyada kullanımı yanlış anlamalara sebep olmaktaymış. Aslında 1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi’nin değiştirilip bu mağdurları da içine alan bir düzenleme yapılması bazı devletler ve STK’lar tarafından arzu ediliyor. Fakat böyle bir girişim şu anki mülteci haklarını da geriye götürecek sonuçlar doğurabilir, diye korkuluyormuş!
Küresel iklim değişikliğinden dolayı hidro-meteorolojik afetler (sel, fırtına, tayfun), yavaş gelişen çevre felaketleri (kuraklık, erozyon, ormansızlaşma), “Batan ada” senaryoları, doğal kaynakların azalması neticesinde ortaya çıkan çatışmalar, gibi nedenlerden dolayı insanlar ülke içinde ya da uluslararası sınırları aşacak şekilde yerlerinden edilebiliyor. Fakat, iklim değişikliğine bağlı göçten sorumlu uluslararası bir kuruluş yok; bu durumun uluslararası hukukta hiçbir karşılığı olmadığı için de açılan davalar olumlu sonuçlanmıyormuş.
MAHKEMELER KABUL ETMİYOR
Küresel iklim değişikliği ve deniz su seviyesi yükselmesinden dolayı “Batan adalar” olarak adlandırılan Maldivler, Tuvalu ve Kiribati‘den davacılar uluslararası mültecilik korumasından yararlanabileceklerini iddia ederek dava açmış. Tonga ve Bangladeş’tekiler de iklim değişikliğiyle artan doğal afetler nedeniyle uluslarası koruma istemiş fakat bu davalar başarısızlıkla sonuçlanmış. Örneğin; Yeni Zelanda Mülteci Temyiz Mahkemesi: “Bu, Mülteci Sözleşmesi’nde sayılan ve onu diğerlerinden ayıran, 5 kriter nedeniyle zulüm görme riskinin söz konusu olduğu bir kişinin dosyası değildir...” Avustralya İltica Değerlendirme Mahkemesi: “Bu davada mahkeme, kaçma saikinin Mülteci Sözleşmesi’nde sayılan 5 nedene dayalı zulüm riskinden olduğu kanaatinde değildir” diyerek davaları reddettiş...
Ülkemize sığınanlardan mülteci olduklarını kanıtlayanlar için ortalama 3 sene gibi çok uzun süren gönderilecekleri ülkenin elemelerini geçme ve işlemlerin tamamlanmasını bekleme süreci başlar. Bu sürede sığınmacı, Türkiye tarafından kendisine gösterilen bir kente yaşamak zorunda. Ekonomik ve sosyal hiç bir korumaya sahip değil. Her gün Emniyet Müdürlüğü’ne giderek ‘orada olduğunu’ belirtmek için imza atar; şehri terk edemez. Kaçarken yanında getirebildiği para ile de belirsiz bir süre boyunca geçinmek zorundadır. Çoğu gemileri yakarak ülkesini terk etmiş sığınmacıların, başvurusunun kabul edilmeyeceği korkusu ile geçen bu uzun ve zorlu süreçte, yapabilecekleri tek şey beklerken depresyona girmemek ve hayatta kalmaktır...
Özetle bu tür insanlar yanı başımızda ve çok zor koşullarda yaşıyor. Kimse yerini yurdunu kolay kolay terk etmez, köklerini bırakıp her şeye sıfırdan başlama kararını veremez. Yanı başımızdaki renkleri, dilleri, kaderleri farklı olan mültecilere bir de bu gözle bakın!..
Paylaş