Normal hava şartları diye bir şey yoktur suyun azı da çoğu da ölümcüldür
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Türkiye’nin bazı yerleri geçen hafta sellerle boğuşurken, başka yerlerinde, pek haberimiz olmasa da kuraklık var
‘Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü‘ çoktan geldi geçti ama konunun önemi hálá gündemde. Ülkemizde yıllardan beri dikkati kuraklık tehlikesine ve kuraklıkla akılcı mücadele yöntemlerine çekmeye çalışıyorum. Çünkü kuraklık, en kapsamlı sosyo-ekonomik zararlara neden olan, sinsi bir şekilde gelişen, insanlığın yüzleştiği en büyük doğal afet.
Toplumun çok geniş bir kısmını ilgilendiren bu afet için yıllardır, ‘Normal hava şartları diye bir şey yoktur. Suyun azı da (kuraklık) çoğu da (sel) ölümcüldür. Meteorolojik kuraklık, normal ve bilinen atmosferik sistemler tarafından geçmişte hep oluşturulmuş ve gelecekte de oluşturulmaya devam edecektir. Kuraklığın etkileri, suya talebin en çok olduğu zamanlarda en fazla hissedilir ama o zaman da herhangi bir önlem almak için artık çok geçtir. Türkiye’de köy, kasaba, şehir ve ülke bazında da artık bu günden itibaren kuraklıkla mücadele için acilen Kuraklıkla Mücadele Planları geliştirilip uygulanmalıdır’ vb. şeyler diyoruz.
Her türlü olayda olduğu gibi, maalesef ülkemizde kuraklık konusunda da birçok sözde uzman görüşü ortalığa atılıp kafalar karıştırılmakta. Bu nedenle, her duyduğunuza inanmayın. Örneğin, ‘New York Şehrinin Kuraklık Yönetim Planı’nı, http://www.ci.nyc.ny.us/html/dep/html/droughtplan.html adresine girip inceleyin. Ya da internette ‘drought’ kelimesini girip bir arama yaparak dünyadaki kuraklık gerçeğine bir göz atın.
Hazır araştırmaya başlamışken bir de bakın bakalım dünyada bizden başka yağan yağışı bir kamu kurumu, akışa geçen yağışı ise bir başka kamu kurumu tarafından ölçülen kaç ülke var? Maalesef Türkiye’de hava ve su ölçüm, gözlem vb. hizmetler (DMİ, DSİ, EİEİ, Köy Hizmetleri vb. gibi) farklı farklı kurumlar tarafından çok dağınık bir şekilde yapılmaya çalışılmaktadır. Halbuki bunlar su döngüsünün ayrılmaz parçalarıdır; bir elden ve bir arada değerlendirilmelidirler.
SAHİPSİZ AFET
Örneğin, hidroelektrik barajların işletilmesinde de baraj göllerinin mümkün olduğu kadar dolu tutulması esastır. Kurak yaz aylarını düşünmeden, iki gün yağış aldık diye tam kapasite enerji üretimine geçilmemeli. Bu da ancak kuraklığa karşı önceden planlar hazırlama, kuraklığın sürekli takibi ve zamanında hidro-meteorolojik ayarlamalar yapmakla mümkündür. Bunun için Türkiye’de de hidrolojik ve meteorolojik hizmetler, bağımsız ve kurumlar üstü bir ‘Hidrometeoroloji Enstitüsü’nde toplanmalıdır. Ya da artık Devlet Meteoroloji İşleri çağın gereğine ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun bir şekilde kuraklık ve diğer meteorolojik karakterli afetler konusunda da görevlendirilip yeter sayıda meteoroloji mühendisiyle donatılabilmelidir.
Neden kuraklık yaşıyoruz? ‘İklimler değişti, Türkiye yeşile hasret kaldı, Arabistan çölünden kum gelmedi diye mi Türkiye’de kuraklık var?’ gibi sorular, bana da her yerde soruluyor. Medyamızda bu çeşit yanlış açıklamalar, radikal çözüm önerileri ve iddialar, çok sık bir şekilde yer alması nedeniyle artık neredeyse, genel kabul görme noktasına geldi. Halbuki yetkililerimiz bu ülkede kuraklık gibi en büyük ve tehlikeli bir afetin sahipsiz olduğunun farkında bile değil!
Ayrıca, her kuraklığı iklim değişikliğine bağlamak ve ‘iklim’ ile ‘günlük hava şartları’ arasında bağlantı kurmak da doğru değil. Aynı zamanda, bu tür meteorolojik afetler sanki sadece ‘iklim değişince’ oluşurmuş gibi kamuoyunda yanlış bir kanı uyandırmamak da gerekir. Bugün üzerinde çokça konuştuğumuz küresel ısınma ve iklim değişimi problemi 1980’li yıllarda ortaya çıktığına göre, günümüzdeki her kuraklık gibi tüm kuraklıkları da bu probleme bağlarsak, 1980 öncesinde oluşan kuraklıkları nasıl açıklayabiliriz?
Kuraklığı sadece betonlaşmaya ve/veya yeşilin yok edilmesine bağlamak da popülist bir yaklaşımdır. Artık şehirleşmeden dolayı yerleşim bölgelerinin yüzeylerinde oluşan pürüzlülüğün ve artan sosyo-ekonomik etkinlikler sonucu atmosfere salınan kirleticilerin, şehirlerin içinde ve şehirlerin hakim rüzgar yönündeki kırsallarda yağış artışına neden olduğu da bilinmektedir. Kuraklığın nedeni, ‘Türkiye yeşile hasret, bu yüzden yağmur yağmıyor’ gibi kulağa hoş ama bilimsel temeli olmayan demeç ve nutuklar ile de açıklanamaz. Şüphesiz doğal varlıklarımızı korumalıyız ama sadece doğayı koruyarak kuraklıkla mücadele edilemez. (Ağaçların yağmur yağdırdığı iddiası, çok eski fakat yararlı bir yalandır!) Ayrıca kışın Türkiye’de görülen yağışların kaynağı Türkiye değildir... Türkiye’de ‘betonlaşmanın’ 1950’lilerden sonra başladığını kabul edersek örneğin, büyük önder Atatürk’ün de bir konuşmasında bahsettiği 1928-30 kuraklığını nasıl açıklayabiliriz?
DAHA DA ARTACAK
‘Periyodik bir kuraklık dönemi var’ veya ‘Türkiye’de 10-15 yılda bir kuraklık yaşanır’ gibi açıklamalar da bilimsel temelden yoksundur. Dünyanın hiçbir yeri için böyle bir periyodiklik, bilimsel bulgu ve tahminden söz edilmiyor. Sonuç olarak meteorolojik kuraklığın tek nedeni, belli bir zaman dilimi içinde yeterli miktarda ya da hiç yağış olmamasıdır.
Yağmur yağmamasının nedeni ise genellikle kışın Türkiye’de yağışlara neden olan siklonik cephe sistemlerinin yüksek basınç merkezleri nedeniyle Türkiye’ye sokulamamasıdır.
Yarı kurak bir iklim bölgesinde yer alan Türkiye’de de kuraklık normal ve bilinen atmosferik sistemler tarafından geçmişte hep oluşturulmuş ve gelecekte de (küresel iklim değişimiyle birlikte sayı ve şiddet bakımından artarak) oluşturulmaya devam edilecektir. Normal olmayan şey, Kuraklık Mücadele Planlarımızın da olmayışıdır!