GENEL Yayın Yönetmenim Ertuğrul Özkök, ‘‘Tansu Çiller'e gidiyoruz’’ dediğinde aldı mı beni bir telaş. Bugüne kadar demediğimi bırakmamışım. ‘‘Ne yüzle geldi?’’ dese haklı.
Sonra kardeşim, ‘‘Bir siyasetçinin hele gazeteciyle olan ilişkisini normal insanların ilişkileriyle kıyaslama, göreceksin seni bir şey olmamış gibi nezaketle karşılayacaktır’’ dedi de rahatladım biraz. Kapıdan dönmeyeceğim demek.
Lakin bu sefer de tavrımdan döneceğim. Kiminle tanışıp konuşsam sevme huyum var ya. Sırf bu yüzden kimseyle röportaj yapmıyorum. Hayır, bir şey değil beş sene sonra Türkiye'de sevmediğim insan kalmayacak. Tamam seveyim de eskisi gibi gerçekleri dan dan söylememek var.
* * *
Bizimkilerin bu sefer beni de götürmek istemeleri neden acaba? Her yere erkek erkeğe gittiler de... Ha tabii, bir kadın siyasetçinin evine onca erkeğin süzülmesi hoş bir şey değil. Konu komşu ne der? Tansu Hanım şart koşmuş olabilir.
Böyle düşüne düşüne meşhur yalıya vardım. Birinci katın denize nazır balkonuna aldılar bizi. Tansu Hanım henüz ortada yok.
Evin manzarası insanı başta şair olmak üzere her şey yapar. Bir tek siyasetçi olmak için ilham vermez. Artık Tansu Hanım'ı kutlamak mı lazım bilmiyorum. Belki aklına şaşmak daha doğru olur.
Nitekim Ertuğrul Bey de sohbet sırasında, ‘‘Benim böyle bir evim olsa siyaseti bırakırım, ne işiniz var siyasette Allah aşkına’’ dedi. Türkiye'yi düze çıkarınca bırakacakmış Tansu Hanım siyaseti. Bu demektir ki sittin sene o yalının tadı çıkarılamayacak.
* * *
O gelene kadar çaylarımızı içip ‘‘Zenginin malı züğürdün çenesini yorar’’ sözünün hakkını verdik. Ve her zamanki neşeli, enerjik tavrıyla Tansu Hanım göründü, benim de korktuğum başıma geldi. Elimi sıktı, fakat bırakmadı. Öyle el ele kaldık. Resmen. Ah Ertuğrul Bey ah! Bunu bana yapmayacaktınız. Oldu olacak Tayyip Erdoğan'a falan da götürseydiniz de yazarlık kariyerime noktayı koysaydım.
* * *
Sohbet için alt kata, denize sıfır olduğu yetmezmiş gibi içinde bir de yüzme havuzu bulunan salona indik. Duvarlarda kıymetli olduğunu sandığım tablolar asılı. Telefonun yanında büyük oğlu ve köpeğiyle çektirdikleri bir fotoğraf var.
Çocuklarından söz ederken yüz ifadesi değişiyor, anne oluyor. Şu sıralar küçük oğlu Amerika'da okurken, büyük oğlu yatak işiyle uğraşıyormuş. Elimi tutmuş bırakmamış birine evladı için ‘‘Yan gelip yatıyor mu yani?’’ diye soramadım tabii.
Sohbet boyunca sık sık göz göze geldik. Bir ara sadece beni önündeki bilgisayarın başına çağırıp uzun uzun bir şeyler izah edince, ‘‘Aramızda en münafık Pakize, onu inandırmaya çalışıyorsunuz herhalde’’ dedi Ertuğrul Bey. Tansu Hanım'ın ne cevap verdiğini hatırlamıyorum. Zaten ne anlattığını da tam olarak hatırlamıyorum. Ama aklımda özetin özetinin özeti var tabii. O da Türkiye için en hayırlı işleri DYP'nin yapmış ve yapacak olduğu. Sürpriz yok anlayacağınız.
Ama benim bu ziyaretten edindiğim kanaati soracak olursanız... DYP iktidara gelirse Türkiye aç kalacaktır. Zira tam öğle vakti olmasına rağmen önümüze iki lokma yemek koyan olmadı, toplantı üç çeşit çörekle geçiştirildi. Elálem mitingde bile etli pilav dağıtırken üstelik.
Ayrıca şunu da belirteyim, bir nevi vatandaşı temsilen orada bulunan bizlerin altında sandalyenin kendisinden başka bir şey bulunmazken Tansu Hanım'ın sandalyesi iki şilte takviyeliydi. 3 Kasım günü bu da aklınızda bulunsun.
* * *
Bende şans mı var, dili sadece bir kerecik sürçtü. Önce ‘‘Seçim olmayacağını düşünüyorum’’ dedi sonra düzeltip ‘‘Olacağını’’. Bilmiyorum artık, esas sürçme birincide değil ikincide olabilir.
Sırf siyasetten değil, havadan sudan da söz ettik.
Mesela bir gün yalının rıhtımını su basmış. Deniz suyu yani. Su çekilince yüzlerce küçük balığın rıhtımda oynaştığını görmüşler. Meğer büyük balık akınından kaçan küçük balıklar Tansu Hanım'ın evine sığınmışlar. Balık kısmı da insan gibi hata yapabiliyor demek. Korkumdan balıkların akıbetini hiç kurcalamadım.
* * *
Bizden önce, sabah saatlerinde yalının civarında Hülya Avşar'ı gören olmuş. Sordum Tansu Hanım'a, ‘‘Burada mıydı?’’ diye, değilmiş.
Hazır Hülya'dan laf açılmışken geçenlerde basında yer alan bir habere açıklık getirmek istedi: ‘‘Hülya programa katılırsa magazinleşir, ben onunla beraber çıkmam, diye bir şey söylemedim. Çünkü hakikaten kimlerin katılacağını bilmiyordum.’’
Peki, Hülya'nın katılacağını bilseydi ne derdi, yine katılır mıydı programa? Bir tek şey söylermiş o zaman, ‘‘Aman beni şov malzemesi yapmayın’’.
Şimdi bu da aynı kapıya çıkmıyor mu?
Neyse...
Ertuğrul Bey'in ‘‘Tansu Çiller'le kahvaltıdaydık’’ diye başlayan yazılarına imrenirdim hep. ‘‘Haset etme ne olur, çalış senin de olur’’ demedi gerçi, ben de pek çalıştım sayılmaz, ayrıca kahvaltı falan değil iki kıytırık çörekti ama oldu işte. Şükür.