Sizi iyi tanıyorum

HAKİKATEN sizi iyi tanıyorum.

İçinizden en az birinizin salı günkü ‘‘Sefer Usta’’ yazımdan sonra ‘‘Ama siz geçenlerde bir yazınızda 'Eskinin özlenecek nesi var?' demeye getirmiştiniz’’ diyeceğinden adım gibi emindim.

Hatta gerçekleşmesi kesine yakın bu ihtimale karşı, o gün yazının sonunda peşinen bir cevap vermeyi de düşünmedim değil. Ama sonra ‘‘Dur bakalım’’ dedim. Durdum. Ancak bir güncük. ‘‘Pat’’ diye düştünüz.

Buyurun o zaman.

* * *

Bir kere ‘‘Sefer Usta’’ bir özlem değil, kavuşma yazısıydı. Eski bir dostla, yıllar sonra karşılaşmış olmanın verdiği heyecanla yazıldı.

Hem ben ‘‘Eskinin özlenecek hiçbir şeyi yok’’ demedim ki. ‘‘Her şey bozuldu’’ diyenlere, ‘‘Evet, birçok şey bozuldu ama düzelenler daha çok’’ dedim. Birkaç da örnek verdim. Hepsi bu.

Yoksa özlenecek çok şey var. En çok da manevi değerler.

* * *

Televizyonun siyah-beyaz, üstelik tek kanal oluşuna iç geçirmem ama kutusundan çıkarıp baş köşeye yerleştirdiğimiz ilk günün heyecanını da hiç unutamam.

Şimdi her gördüğüm kırtasiyeciye dalıp o renkli cicili bicili defterleri, kalemleri ellerken ‘‘Ne güzeldi, bizim zamanımızda açmaya çalıştıkça kırılan bir çeşit kurşunkalem vardı’’ diyemem. Ama o sorunlardan ve sorumluluktan uzak günler için ‘‘Keşke daha uzun sürseydi’’ derim.

Annemin koca koca çarşafları, nevresimleri sıkmak için merdanenin kolunu kan ter içerisinde döndürmeye çalışmasına ben ‘‘Ah, ne zevkliydi’’ desem, annem demez herhalde. Ama ikimiz de o günlerin malum sondan uzak, ilerisi için umut dolu günler olduğunu düşünüp, ‘‘Ne günlerdi ah o günler’’ diyebiliriz.

Çıktığımız seyahatlerde, şimdi 3 saatte gidilen yolu 6 saatte giden, yol boyu motoru defalarca su kaynatan arabaları asla aramam, ama vardığımız kıyı kasabalarının katledilmemiş halini hem de nasıl ararım.

Formamın eteği kısa diye bacağıma yediğim cetveli özlemle anmam elbet ama babamın elimden tutup beni en sevdiğim tatlıyı yemeye götürmesini burnumun direği sızlayarak anarım. Hatta zaman tüneline girip yeniden yaşamak bile isterim.

İşte böyle.

* * *

Siz şimdi salı günkü yazıya, ‘‘İki Satır Bahsediverseniz...’’ başlıklı yazıma istinaden de bir kulp takarsınız.

Henüz gelmedi bir itiraz ama eli kulağındadır. En iyisi ben ona da bir cevap verip aradan çıkarayım.

‘‘Hiçbir şeyden, hiç kimseden bahsetmem’’ dedim mi? Demedim.

Ama bir şartla. Bahsetmeye değer bir durum olacak ve bu durumu ben keşfedeceğim.

Nitekim de öyle oluyor, sonuncusunda da öyle oldu, bundan sonra da öyle olacak.

Hadi size iyi günleeer...


MIŞ-MUŞ

Psikiyatr Mengi, ‘‘Mankenler seks hastası’’ demiş.

‘‘Doktorlar doktorluk olmaz’’ diye bir şey yok.

*

Çağla Şikel, Kenan Doğulu'nun terasında bornozla portakal suyu içerken görülmüş.

Ne var bunda? En iyi Kenan Doğulu portakal sıkıyorsa, ne yapsın kızcağız?

*

Model Duygu Ulaş, ‘‘Mankenim demeye çekiniyorum’’ demiş.

Ben de tam tersine, yaşım elverse, bir de tanımasalar her yerde ‘‘Mankenim’’ diyeceğim. Daha çok prim yapan başka bir şey yok zira.

* * *

Mankenler de bugünkü kıyağımı unutmasınlar.
Yazarın Tüm Yazıları