Ben artık birinin doğumdan ölüme hayatını anlatan romanları okuyamıyorum.
Gerçek ya da kurgu... Fark etmiyor.
Yüreğim kaldırmıyor.
Bin türlü acıya rağmen hayatın kendisi o kadar üzmüyor. Ama orada okuyunca...
Belki de gerçek yüzüme şakladığı içindir.
Her şeyin bir gün biteceği gerçeği... Bilmediğim değil, ama günlük koşuşturma içinde pek de aklıma getirmediğim gerçek...
Doğumlar, düğünler, mutluluklar, aşklar, sevişmeler... Ve son.
Arada ayrılıklar, acılar, kayıplar, hastalıklar da var elbet ama hiçbiri ‘‘son’’ gibi değil.
‘‘Son’’un ötesi yok.
Bir hayatın bütününü görmek.
Evet, bana dokunan bu. Kaldıramadığım...
Sona yaklaştıkça başa dönüyorum.
İlk sayfalara... Yolun başına... En güzel zaman dilimini seçiyorum. Orada tutmak istiyorum kahramanları.
Pembe yanaklı, menekşe gözlü, keklik sekişli kızların yüksek tavanlı bir hastane odasında ölümü bekleyen ihtiyarlara dönüşmesine engel olmak istiyorum.
Son sayfaları yırtıp atsam?..
Evet ben bir hayatın bütününü görmeye dayanamıyorum.
Birkaç gün hatta birkaç saatte tüketiverince, kısacıklığı, yalancılığı, uçuculuğu daha bir ortaya çıkıveriyor sanki.
Romanlar bana acı veriyor.
Kızcağız
Bakın bugün gayet duygusal bir günümdeydim. Yukarıdaki yazımı okudunuz... Köşemin kalan kısmını aynı duygusallıkla tamamlayacaktım ki karşıma Sevda Demirel çıktı.
Aniden aslıma rücu ettim.
Kızcağızın yine bir iş gelmiş başına.
Zaten göz ucuyla televizyona bakarken, iki eliyle saçlarını şakaklarından arkaya doğru attırdığını gördüm mü anlarım. Ne anlattığını duymama gerek yok. Bilirim ki bir felakete uğramıştır.
Herkes silikon taktırır, kimseninki patlamaz, hatta silikon dediğiniz şey patlamaz, bu kızcağızınki patlar.
Türk televizyon tarihinde yayın esnasında sunucuyla dövüşmek zorunda kalan iki kişi varsa biri Sevda Demirel'dir.
Bakkala diye çıkar, ‘‘Bu ne alışverişi?’’ diye ahlak polisi götürür.
Uçağa binmiş en son.
Yolculardan biriyle yer kavgası ederlerken adam, hiddetinden kızcağızın bacağını dizinden başlayıp yukarı doğru çıkmak suretiyle okşamış. Kendi kendine canlandırma yapıyordu televizyonda.
Taciz, tafzih, tahkir, tahrik, tahrip...
Artık Arapça ne verdiyse... Bunlar sene başına en az üçer tane olmak üzere kızcağızın ömrüne yayılmışlardır.
Yani insan ‘‘Namımın başka türlü yüreyeceği yok’’ diye özellikle uğraşsa bu kadar olay yaratamaz.
Ama Sevda Demirel gibi doğuştan talihsiz olunca...
Yıldızı mı düşük, memesi mi büyük anlayamadım. Meme büyüklüğünün konuyla şöyle alakası var:
İki metre ötesinden geçmeye kalksanız bile dirseğinizin, şuranızın, buranızın değmemesi mümkün olmuyor.
Kızcağız ne yapsın haliyle ‘‘Taciz var’’ diye televizyona ay pardon savcılığa koşuyor tabii.
Hakikaten üzülüyorum.
Eve alıp evlat gibi bakasım geliyor. Ama kızda şans yok ki... Kaç senedir evimize girip çıkan dünya efendisi tüpçü kalkar bunun kulağını ısırır.
Hay Allah yav!
Ne yapsak Türk milleti olarak bu kızcağız için?
Tutup şöyle sıkıca bir sallasak şansı döner mi acaba?
Salkım Hanım'ın içlileri
Yeşim Salkım evlenmiş.
Hem de eski eşi kadar olmasa da yine zengin biriyle.
Önce şunu belirteyim, tuttuğu altın oldu diye. Yeşim'e düşman olanlardan değilim. Tam tersine, eski Türk filmlerini hayal ürünü olmaktan çıkarıp capcanlı önümüze koyduğu için hayatımızda önemli bir yere sahip olması gerektiğine inanıyorum. Üstelik o filmlerde esas kızın başına devlet kuşu olarak bir fabrikatör konmuşken Yeşim'in başına ikincisi de konmuştur.
Ama konumuz Yeşim Salkım değil.
Benim derdim başka.
Bazı kadınlar evlilik hususunda mıknatıs gibiyken ben neden püskürtücü durumdayım? Gerçi evlilik meraklısı değilim ama, seri evliliklerin sırrını bilmek istiyorum doğrusu.
Benim tespitime göre erkeklerin tamamı ‘‘Gel yatalım, bitti gidelim’’ modunda. Hele parası pulu bol olanlar, değil evlenmek, günübirlik ilişki için bile korumalarını gönderecekler yerlerine neredeyse. Hal böyleyken kadınlar nasıl bir strateji uyguluyorlar da, erkekleri ters yüz ediyorlar?
Ne yapmak lazım?
Yapışıp kalmak mı yoksa kendini ağırdan satmak mı?
Ağızdan dirhemle mi laf çıkmalı, yoksa adam tepe sersemi mi edilmeli?
Genel kültür seviyesi hangi seviyede olmalı? Misal, Özal'ın rahmetli olduğundan haberdar olunmalı mı, olunmamalı mı?