Nedir özlediğimiz

Eskiyi özlemeyen var mı? Çocukluğunu, ilk gençlik yıllarını? Büyük felaketler, sefaletler yoksa eğer, çoğumuz özlemle anarız o yılları. Kimimiz kaleme de alırız. Ben de yazmıştım bir şeyler. ‘‘Bir Dinozorun Özlemleri’’ miydi neydi.

Ama bazen abartıyoruz galiba. ‘‘Her şey bozuldu’’ diyoruz. Evet, bozulan çok şey var. Ama düzelenler daha çok o günden bugüne. Tamam okulun kapısındaki macuncu, akordeonlu düğünler, limonata, dostluklar falan iyiydi de şu anlatacaklarım da iyi miydi?

* * *

Telefonları hatırlıyor musunuz?

Nerede şimdiki gibi 8 tuşa basıp ‘‘Alo’’ demek.

Sabahtan arardı babam ‘‘şehirlerarası’’nı. Konuşmak istediği numarayı kaydettirir, sonra beklemeye başlardı. Saatlerce. Arada açar sorardı, ‘‘Ne oldu bizim Ankara?’’

Ta ertesi gün bağlandığını hatırlarım. Tabii bu arada dışarı çıkmak gerektiği için iptal ettirilmediyse. ‘‘Lanet olsun, mektup yazarım daha çabuk gider’’ deyip pes edildiği de olurdu.

Mektubun acele gitmesi de hikáye. Neredeee? En az 20 gün. O da yollarda kayıplara karışmazsa.

* * *

Çocukluğum, çocukluğum...

İyi hoş da, iki çeşit sakız, iki çeşit çikolata. Hepsi buydu.

Hele defterler, kalemler, falan... Nerede şimdiki gibi renkler, çeşitler, pırıltılar, kokular...

Bir mavi bir kırmızı kaplama káğıdı vardı. Tabakayla satılırdı. Defterlerimizi kitaplarımızı onunla kaplardık. Sonra hazır plastik kaplar çıktı. Ama öğretmenlerin çoğu illa öteki eziyetli olanı isterlerdi. Nedenini şimdiki aklımla bile anlayamıyorum. El becerimiz gelişsin diye olabilir mi acaba? Eğer ondansa hakikaten gelişti ama bizimki deği annelerimizinki.

Okuldan laf açılmışken...

Bakıyorum da etekler mini, saçlar fora, çoraplar rengárenk. Hiç de kötü durmuyor.

Saçlarımız en az üç boğum olmak üzere sımsıkı iki örgü ya da kulak memesi hizasında kesik olmazsa görürdük günümüzü.

Etekler dizden dört parmak aşağıda olacaktı. Ne daha uzun ne daha kısa.

Kaş almak mı? Orospu olmak mı istiyorduk yoksa?

Efendim?

* * *

Meyveyi ağaçtan topluyordunuz, ilaç hormon yoktu. Tamam ama o zaman da kiraz demek kurt demekti. Domates yemek için yazı bekliyordunuz. Elma gibi yenebilen ayva bulmak mümkün müydü?

Nedir burnumuzda tüten?

Yayına akşam başlayıp üç saat sonra bayrağı çeken siyah-beyaz televizyon mu?

Bulaşık kabı mı? Tabaktaki yağları çözmek için kaynar suda elleri haşlamak, durularken soğuktan morartmak mı?

Çamaşırların merdaneye sıkışıp kalması mı? Daha geriye gidersek leğende çitilenmesi mi?

Kaynana görümce aynı evde oturulan özgürlükten uzak günler mi?

Nedir özlediğimiz?

Aslında ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama mümkün değil işte, ne yapacaksınız.


mış-muş

Yaşar Okuyan ‘‘Derviş seçimden ne anlar’’ demiş.Anlamasın. Sırf seçimden anlayan 550 kişi var zaten.

Ayseli Göksoy ‘‘Türkiye'de sözünü geçirmek için bıyığın olacak’’ demiş.Hiç bile değil, Rahşan Hanım'ın bıyığı mı var?

Ecevit ‘‘Hastaneden çıkınca Konut'a değil, kendi evime gideceğim’’ demiş.Haklı. Konut görevli kaynıyor. İnsan kendi evinde gözlerden uzak rahat rahat düşüp şaşmak ister.
Yazarın Tüm Yazıları