POLİTİKACILARDAN şikáyet ediyoruz ya durmadan... Özellikle lider konumunda olanlardan.
‘Beceriksiz.’
‘Partiyi bir türlü iktidara taşıyamadı.’
‘Muhalefeti bile kıvıramadı’ diyoruz hani...
İktidara gelseler bu sefer icraatını beğenmiyoruz ya...
İyi hoş da sürpriz midir olanlar?
Beceriksiz ve kifayetsiz çıkma ya da ne bileyim görevi kötüye kullanma ihtimalleri her zaman mevcut değil midir?
Onları o konuma getirmeden önce test etmiyoruz ki. Hiç sormuyor, hiç merak etmiyor, hiç araştırmıyor, hiç sınırlarını öğrenmek istemiyoruz ki. Kiminin endamını beğeniyoruz, kiminin hitabetini, kiminin karısını. Kimini sırf ötekine inat alıyoruz omuzlarımıza. Bunun iyi olduğuna inandığımız için değil, ötekinin kötü olduğunu düşündüğümüz için.
***
Rüzgárlara kaptırıyoruz kendimizi. Şarkılarla, türkülerle, sloganlarla, konvoylarla, kestiğimiz hayvanların kanını alnına süre süre, lakaplar taka taka hem kendimizi hem karşıdakini gaza getirirken arada durup ‘Hele bi anlat bakalım, ne yapacaksın, ne edeceksin?’ diye soran çıkmıyor. Sormak bir yana, adam kendiliğinden anlatmaya kalksa dinleyen olmuyor. Kimse ciddiyet istemiyor. Hiçbir konuda. Herkesin talebi gülmek, eğlenmek, oyalanmak.
Meydanları dolduranlar neden orada olduklarını bilmiyorlar. Koyu renk takım elbiseli kurmaylar da... Yok, pardon onlar biliyorlar. Şimdi rüzgár bu taraftan esiyor diye orada olabilirler mesela. Kimi, arkadaşları orada diye oradadır, kimi, ötekine gördüremediği birtakım işleri buna gördürme umudundadır.
Kalabalıkları görünce ‘çak’ derler birbirlerine, ‘Oldu bu iş!’
Sizin için oldu da Türkiye için durum nedir?
‘Sırtına vurduğunuz adamı gerdeğe değil Türkiye’nin başına uğurluyorsunuz’ deseniz, aval aval bakarlar yüzünüze.
***
Tam da Mustafa Sarıgül meydanlara çıkmışken onu kastettiğim zannedilebilir. Katiyen değil. Onun arkasında hiç olmazsa düşmanlarının bile inkár edemeyeceği başarılı bir belediyecilik var. Zaten benim lafım ‘onlara’, yani liderlere değil, ‘biz’e. Bütün zamanlardaki ‘biz’e. ‘Onlar’ hoş ama boş laflar duymak istediğimizi biliyorlar, teamüle uygun davranıyorlar. Kabahatli olan, bu teamülü yaratan ‘biz’iz.
Esas lafımsa yukarıda sözünü ettiğim koyu renk takım elbiseli ‘kasaba politikacıları’na. Aslında liderler için de hiç güvenilir olmamalı bu tip adamlar. Birinin peşine takılmaları ne kadar kolaysa, ayrılmaları da o kadar kolay oluyor zira. Bir bakmışsınız başkasının konvoyuna girivermişler. Keşke ‘Eksik olsun sizin desteğiniz’ diyebilen biri çıksa. Ama ah işte, maalesef bu ‘konvoy çocukları’na ihtiyaç duyuluyor bu sistemde.
MIŞ-MUŞ
Asyalılık yeniden tanımlanacakmış.
Esas AB arifesinde bize bakıp Avrupalılığı yeniden tanımlasalar iyi olacak.
*
Sarıgül, Baykal’a Mersin’den meydan okumuş.
E, Baykal da Mersin’deki ‘Meydanı okumuştur’ herhalde.
*
Türkiye’ye konsere gelen dünyaca ünlü Fransız soprano, ‘Yemekleriniz nefis, trafiğiniz korkunç’ demiş.