Kirlenmiş (!) kızlar

‘‘Ben kirlendim; senin tanıdığın, saçları örgülü masum kız değilim artık’’ dedi Fatma Girik Kartal Tibet'e.

Kartal Tibet de bunun üzerine ‘‘Nayır’’ diye diye, isyanlar içerisinde kıçına neft yağı sürülmüşçesine kaçtı gitti olay mahallinden.

Oysa kızcağız sırf ona ameliyat parası bulmak için kirlenmişti.

Gerçi Kartal Tibet'in ailesi çok zengindi ama, o sırada Avrupa'ya seyahate gitmişlerdi. O yıllarda Avrupa'ya gitmek öteki aleme göç etmekle aynı şeydi. Bul bulabilirsen.

Bir de cep telefonuna laf edersiniz. Bakın nelere mál oluyor yokluğu. ‘‘Normal telefon da mı yoktu?’’ diyeceksiniz. Vardı. Lakin Avrupa'yla telefon bağlantısı kurulana kadar Kartal Tibet çoktan ahiretle bağlantı kurardı.

Yine de kızcağız zart diye kirlenmedi. Kirlenmekle kirlenmemek arasında epey bir bocaladı. Sonunda bütün kapılar yüzüne kapanıp bir tek kirleticinin kapısı açık kalınca, n'apsın kızcağız...

Böyle kir pasla bitse iyi.

Olay mahallinden uzaklaşan Kartal Tibet intiharımsı bir kazaya kurban gitti. Bunu duyan Fatma Girik, onun mezarı başında önce kirleticiyi sonra da kendini öldürdü.

Şimdi sorarım size...

Çocuklarına filmlerdeki kahramanların isimlerini koyan, rolleri sahi sanıp sokakta rastladığı aktörden hesap soran bir millete yapılacak şey mi bu?

Tabii kızlar sevgilisi var diye aile meclisi kararıyla öldürülür, tabii kızlar ‘‘kızlığımı kaybettim’’ diye evden kaçar ya da ölümü seçer.

Oysa orada ‘‘Olsun, ne önemi var’’ dese Kartal Tibet...

Tamam, biliyorum film yeterince ağlatmaz o zaman. Hem belki de bunu duyan genç kızlar acilen kirlenmeye (!) koşarlar; onlara ‘‘Apış aranıza mukayyet olmazsanız bakın başınıza neler gelir’’ demek lazım.

Akşama kadar biri bitiyor, biri başlıyor bu filmlerin.

Diyeceksiniz ki, ‘‘Artık bunlara kulak asan kalmadı, öyle seyrettiğinden etkilenen falan...’’

Sizin Reklam Özdenetim Kurulu'na gelen izleyici şikáyetlerinden, isteklerinden haberiniz yok galiba.

Hálá toplanmaya devam eden aile meclislerinden...

‘‘Benim de canım taksici öldürmek istedi’’ diyen canavarlardan...

Sahi, içki reklamı neden yasak bu ülkede?


Disiplinsiz Almanlar


Takdir edersiniz ki askerlik yapma şansım olmadı.

Asker yakınım da yok. Dedem deniz subayıymış ama ben göremedim.

‘‘Gel gayrı’’ dediğim, ibibikler öter ötmez yanımda olacak asker sevgilim, nişanlım falan da olmadı.

En fazla paşalara şarkı söylemişliğim vardır.

Bir de askere laf edersem başımın belaya gireceğinden korkmuşluğum...

Öyle büyüdük, içimize işlemiş.

Askerlik nedir, subaylar savaş olmadığı zamanlarda ne iş yaparlar, bilmem.

Askere gidip gelenlerden ne duydumsa o.

‘‘Mantığın bittiği yerde askerlik başlar’’ gibi mesela. Çok duymuşumdur ama ne anlama geldiğini bilmem. Anlatırlar, anlamam. Anlamak için de mantığın bitmesi gerektiğinden belki de.

E, nedir bu asker mevzuu o zaman?

Geçtiğimiz salı günü Vatan'da bir fotoğraf gördüm. ‘‘Günün Fotoğrafı’’ başlığı altında...

Afganistan'da Kabil Havaalanı'nın Alman askerlerine devir töreni sırasında çekilmiş. Askerlerimiz esas duruştalar ancak içlerinden biri bayılmış yerde yatıyor. Kural gereği hiçbiri duruşunu bozmuyor, yardıma koşmuyor.

İyice inceledim fotoğrafı, göz ucuyla bile bakmıyorlar yerde yatan arkadaşlarına.

Kural gereği.

Bu kuralın vardır elbet benim kuş beynimin almayacağı bir koyuluş nedeni.

Mesela,

Ya o yerde yatan, içimize sızmış düşman askeriyse... Amaç askerimizin dikkatini dağıtıp, gafil avlanmasını sağlamaksa...

Böyle kapkaç hadiseleri oluyor biliyorsunuz. İki çocuktan biri ötekini döverken, siz araya giriyorsunuz, o sırada üçüncüsü çantanızı alıp kaçıyor.

Bu durumda ‘‘Mantıkla beraber duygu da mı bitiyor askerliğin başladığı yerde?’’ diye sormama gerek kalmıyor tabii.

Askerimizin yardımına koşan Alman askerlerinin disiplinsizliğine ise söyleyecek söz bulamıyorum!


Gezelim Görelim


Bizim dizi kalktı yayından.

Kalkar kalkar... Zaten diziler ikiye ayrılıyor: Ekrana şöyle bir uğrayıp gidenlerle kabak tadı verenler.

Son günlerde habire imza günlerine gidiyorum ya... Bakıyorum, okurum seyircimmiş de aynı zamanda. Aman bir seyrediliyor, bir beğeniliyormuş meğer bizim dizi... Fakat ne yazık ki hiçbirinin evinde reyting ölçüm cihazı yok.

Diyeceğim, kendimizi seyrettirdik lakin cihaza denk getiremedik. Haliyle kalktı dizi.

Neyse... Bu reyting işleri karışık işler. Bir gün bir kurcalayan çıkar elbet.

Benim söz etmek istediğim başka bir program var.

Yıllardır sessiz sedasız sürmekte olan bir program.

Gezelim Görelim.

‘‘Şu televizyon aleminde en çok kimi beğeniyorsunuz?’’ diye sorsalar hiç tereddütsüz ‘‘Nuray Yılmaz’’ derim.

Sesini çatlatarak konuşmasına,

kahkahalarına,

kocasınınkini giymiş gibi duran kazaklarına...

Reha Muhtarvari sorularına,

Nereden nasıl görünürüm diye hiçbir endişe taşımamasına...

Hayranım, hayranım, hayranım.

Gözümü, ruhumu dinlendiriyor Nuray Yılmaz. Kutu bebeklerinden bezdik artık.

Bu hengámenin dışında, kendilerini reyting telaşına falan kaptırmadan, iddiasız, koca koca bütçeler, kadrolar olmadan, neredeyse bir karı bir koca götürüyorlar işi. Başarılarının sırrı da budur belki.

Biraz önce TRT-Int'te bir programlarının tekrarını seyrederken, dayanamadım aldım kalemi elime.

Nuray Yılmaz ve Kadir Yılmaz'ı, bütün ekibi ve TRT'yi tebrik ediyorum. Biraz geç oldu ama...

Aman lütfen kalkmasın bu program. Gözünü seveyim TRT.


MIŞ-MUŞ


Bayram ücretinde Sibel Can, Hülya Avşar'a fark atmış.

E, kilo başına fiyat biçildiyse...

Baykal, ‘‘Biz hükümet olsak ABD'ye 'Hayır' derdik’’ demiş.

Ben de Gül'ün yerinde olsam Baykal'a, ‘‘Bekára karı boşamak kolay’’ derdim.

Erdoğan, ‘‘Ya tarihe seyirci ya da metin yazarı olursunuz’’ demiş.

Biz oyuncu olacağız Sayın Erdoğan, metin yazarı ABD.

ABD Türkiye'ye rest çekmiş. Irak halkı Türklere kızgınmış.

İki tarafa da yaranamadık, ona yanıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları