AĞZIM açık, boğazımda alet, sesli harfleri sıralıyorum. Sevgili doktorun Celal Ünver'in gözü ekranda. ‘‘Bunu beğenmedim’’ diyor, ‘‘Bakalım bir de Mehmet Hocam'a gösterelim.’’
O anda ne hale geldiğimi tahmin edersiniz. Hele Mehmet Ömür de ‘‘Evet, ameliyat’’ deyince...
Ben yine antibiyotik, boğaz spreyi, söktürücü üçlüsüyle eve döneceğimi düşünürken...
Hemen kardeşimi çağırıyorum. Güya bana moral verecek. Sanki huyunu bilmezmişim gibi. O dakikadan itibaren yüzlerce defa ‘‘Vallahi iyi olacağım’’ demek durumunda kalıyorum. Aslında isabet oluyor, kendi söylediğime kendim inanıyor ve rahatlıyorum.
* * *
Sahneden, televizyondan falan sesimi bilen okurlar, ‘‘E, sana ameliyat şarttı’’ diyorlardır şimdi. Haklılar.
En iyi gününde bile ‘‘Geçmiş olsun’’ dedirtiyordu sesim. Çatallar, çatlaklar, hırıltılar gırla gidiyordu. Son zamanlardaysa kısık olmadığı günler sayılırdı adeta.
Ve hayatımı her türlü etkiliyordu.
Misal bu sesle haza hanımefendi biri olmam mümkün değildi.
Ne bileyim işte, sevgilime romantik laflar etmek, ona buna nezaket dolu cümleler sarf etmek sesimle bağdaşmaz diye hiç kalkışmıyordum mesela.
* * *
Uzatmayayım, ses tellerimden ameliyat oldum.
Yıllar içerisinde mahvetmişim kendilerini. Sigaralar, tekniksiz şarkı söylemeler... Ödemler, iltihaplar, tahrişler... Neyse ki ve çok şükür ki daha ötesini becerememişim.
Pazar günkü yazımı narkoz sarhoşu olduğumdan yazamadım. Yazamadım ama yine de elimden káğıt kalem düşmedi. Zira konuşmam yasak.
Bilenler bilir, bu bana verilecek en büyük cezadır. Denemişliğim yok ama hapis cezası bunun yanında bana vız gelebilir. Yanımda kitabım, radyom, birkaç da lak lak edebileceğim insan olduktan sonra müebbet bile koymaz bana. Sokaklarda fazla gözüm olmadığından... Ama konuşamamak... Neyse ki üç gün. Ondan sonraki üç gün fısıltı halinde, sonra da bağırmadan, yavaş sesle konuşabileceğim. Bir ay sonraysa bülbülüm, bülbül. Gerçi şimdi de bülbülüm ama dut yemiş olanından.
* * *
Netice olarak, ben de kadınlığımı keşfedeceğim galiba.
Tamamen iyileştiğimde sesim cinsiyetime yakışır hale gelecek. Belki artık telefonda ‘‘Kimi aradınız beyefendi’’ demezler. Bakarsınız şuh kahkahalar bile atarım.
Bilmem farkında mısınız, sesimle sedamla kadınlığa geçişimde de erkek parmağı olmuş olacak. Hem de bir değil iki.
Son olarak, kardeşimin sizlere bir diyeceği var. ‘‘Bunu yaz lütfen’’ dedi, aynen iletiyorum.
‘‘Yakınlarınızın hoşlanmadığınız huyları olabilir ancak asla şikáyet etmeyiniz, bir gün o beğenmediğin yanlarını arar hale gelebilirsiniz.’’
Kendisi çok konuşmamdan şikáyetçiydi de. Tekrar konuşmaya başlayınca sabahlara kadar ‘‘gık’’ demeden dinleyecekmiş beni. Bunda dizimin dibinde oturup yazdıklarımı okumaktan bunalmış olmasının payı büyük tabii. Kız haklı. İnsan böyle bir durumda gerektiği zaman, kısa ve öz olarak derdini anlatmak için kullanır káğıt kalemi değil mi? Hayır. İllaki uzun uzun sohbet edeceğim. İki günde iki tane beş ortalı defter bitirdim.
Neyse şimdi ben bu yazıyı yazarken epey dinlenmiş oldu. Eminim dört gözle (!) ıslık çalıp sohbete çağırmamı bekliyordur.
MIŞ-MUŞ
Tansu Çiller çamurdan saksı yapmış.
Çamur çamur olalı böyle zulüm görmemiştir herhalde.
*
Erkek çocuk, annenin ömrünü kısaltıyormuş.
Kocaların genellikle önden gittiğine bakılacak olursa kadın kısmı eş olarak rövanşı alıyor.
*
Ecevit, ‘‘Koşullar uygun olursa siyaseti bırakırım’’ demiş.