‘Deprem’den ‘hayat’a...

Pakize SUDA
Haberin Devamı

Artık hayata dönmenin zamanı geldi. Ben kendi hesabıma artık depremle ilgili yazmamaya karar verdim.

Mesela,

Ekranda 2532'nci kez aynı soru. ‘‘Sayın falanca, izleyicilerimizden çok sayıda telefon alıyoruz, hepsi de aynı şeyi merak ediyorlar. İstanbul'da deprem olacak mı?’’ ‘‘Sayın falanca 2532'nci kez haritalar eşliğinde uzun açıklamasını yapıyor. Ve 2532'nci kez durum aydınlığa kavuşamıyor. Umudumuz 2533'üncüde’’ demeyeceğim.

***

Mesela,

6 yaşındaki depremzede Damla. ‘‘Havuç kız.’’ Anasız babasız kalmış. Ekranda akrabaları tarafından hastaneden alınıp götürülüşünü izliyoruz. Yüreğimize su serpiliyor. Ertesi gün ve daha sonraki gün iki ayrı gazetede Damla'nın hiçbir yakınının çıkmadığını, hastanede kalakaldığını okuyoruz. Peki o gördüğümüz neydi?’’ de demeyeceğim.

***

Kararlıyım ‘‘deprem’’den hiç söz etmeyeceğim.

Mesela,

Evde, sokakta, çarşıda, vapurda... Katıldığım ya da kulak misafiri olduğum bütün sohbetlerin ana konusu ‘‘deprem.’’ Deprem anındaki paniğimizden başlıyoruz, artık çok iyi bildiğimizi zannettiğimiz teknik konularda ahkam keserek devam ediyoruz ve ordan burdan duyduğumuz ‘‘deprem hikayeleri’’ni birbirimize aktararak sohbeti nihayetlendiriyoruz. Tabii ‘‘Devlet’’i, ‘‘Kızılay’’ı ve ‘‘Sağlık Bakanı’’nı da aralara serpiştirmeyi ihmal etmiyoruz.’’ Bunu da anlatacak değilim.

***

AKUT'tan Nasuh Mahruki deprem bölgesinde ‘‘can’’ kurtarmaya çalışırken annesi vefat etmiş. Babası, işine ara vermemesi için oğluna haber vermemiş. Geçen hafta beni en çok duygulandıran haber buydu. Konu ‘‘Bir insanın duyarlılığı’’ da olsa ‘‘Deprem’’le bağlantılı olduğu için bunu da yazmayacağım.

Dedim ya, depremden söz etmek yok. Onun için, ‘‘Kardeşimin enkazdan çarçabuk kurtarılabilmek amacıyla koridorun derinliklerindeki odasından yol kenarındaki salona taşındığından’’ da bahsetmeyeceğim.

***

Mesela, geçen hafta beni şaşırtan iki kişiden söz edebilirim size.

HEP BÖYLE KAL

Geçen hafta bir resmi daireye işim düştü. Bütün günümü masadan masaya seğirterek geçirmeye kendimi hazırlamışken, bir ofisboy -resmi dairelerde ‘‘odacı’’ demek daha mı doğru?- yardımıma koştu. Sayesinde kendimi yarım saat sonra işimi halletmiş olarak kapıda bulunca eski tecrübelerimden ve ‘‘Her şeyin bir bedeli vardır’’ düşüncesinden hareketle çantamdan delikanlının cebine bir miktar aktarma yaptım. Tam vedalaşıp ayrılmak üzereyken delikanlı durdurdu. Baktım, gözlerinde bir damla yaş, cebine koyduğumu bana uzatıyor. Benim de gözüm yaşardı. Gelip geçenlerden utanmasam boynuna sarılacaktım.

Yaptığıma üzüldüm, onun yaptığına sevindim. Şaşırdım. Sonra da şaşırdığıma şaşırdım ve ‘‘Olması gerekeni olağandışı hale getirenler’’in kulaklarını çınlattım.

Yavuz'a seslenmek istiyorum buradan. HEP BÖYLE KAL VE TEK KALMA.

***

BUZ GİBİ LİMONATA

Beni şaşırtan ikinci kişi Refiye Teyze. 76 yaşında. Oğlu ve geliniyle oturduğu evinin önüne her perşembe ‘‘pazar’’ kuruluyor. Yıllarca pazarcılara, su, çay, kurabiye ikram etmiş. Sonra bir gün evdeki muşamba kaplı tahta masayla iki de tabureyi indirmiş evin önüne. Demliği büyütmüş, kurabiyeleri de 2 tepsiye çıkarmış. Yanına kakaolu kekle peynirli böreği de katmış.

Elinizde torbalarla diliniz dışarda yürürken tezgahların arasında Refiye teyzeninkini görüverince çölde su bulmuş gibi oluyorsunuz. Ha bir de limonatası var. Buz gibi. Gerçek limondan yapılmış. Çocukluğumuzdakinin aynısı.

Evin 1 haftalık sebze-meyve parasını çıkarıyormuş. 76 yaşında hálá evladına bir şeyler verebilme telaşında. Elinde örgüsüyle camın kenarında oturup geleni geçeni seyretseydi kim ne derdi ona? Ama o çalışıyor.

***

‘‘Hayat’’a geçiş yazısında başka neler yazabilirim? Mesela annemi... Çarşı pazarda yolumu çevirip ‘‘Annenizin tiryakisi olduk, başka neler yapıyor?’’ diyenler var. Anlatayım.

‘‘O ERKEK’’

Daha önce bahsetmiştim, annem yazı yazmamdan hiç hoşnut değil. Haftada 2 gün ne bulup yazacağımdan tutun da kimleri kendime düşman edeceğime kadar bir dolu sıkıntısı var. Her yazı günümde hiç usanmadan şu lafı tekrarlıyor: ‘‘Vah vah! Hiç olmazsa haftada 2 gün yerine 1 gün olsaydı şu iş.’’

Geçen gün kendisine cevaben ‘‘Anneciğim Serdar Turgut’un canı yok mu? Her gün yazdığı yetmezmiş gibi neredeyse gazetenin her sayfası için birer yazı yazacak. Üstelik hiçbir yazısı da eften püften değil’’ dedim. Ne dese beğenirsiniz?

‘‘O erkek’’ dedi.

- Yani?

- Yanisi şu: Onun bütün işi yazmak. Seninse evkadını olarak da sorumlulukların var.

Bu cevap da pek yenilir yutulur gibi değil, ama ‘‘Erkek olduğu için daha akıllı, daha yetenekli’’ demediğine şükür.

Anlaşıldı. Haftada en az iki kere evdeki dolap nevinden her şeyi boşaltıp yeniden düzeltmezsem anneme kendimi beğendirmem mümkün değil.

***

KOZAKÇIOĞLU

Geçtiğimiz hafta Hayri Kozakçıoğlu’nun kızına yaptığı düğünle ilgili bir Mış-Muş yazmıştım. Yazıyı faksladıktan sonra bazı gazetelerde düğün değil sade bir nikah töreni yapıldığına dair yeni haberler çıktı. Annemin tepkisini görseydiniz, Kozakçıoğlu ailesi ile bir yakınlığı var zannederdiniz. Mış-Muş’un yayımlandığı gün bir de Hayri Kozakçıoğlu aramaz mı... Avantaj tamamen anneme geçti. ‘‘Kızım, sen sen ol bundan böyle üstünden zaman geçip de doğruluğu teyit edilmemiş haberlerden Mış-Muş falan yapma’’ dedi. Annem bu defa haklı.

Mış muş...

- Stresli kadınlar kız çocuk doğuruyormuş.

Kocası erkek çocuk isteyen kadınların uydurmasıdır bu. Adamı ‘‘Beni üzersen kız doğururum’’ diye korkutacaklar.

***

- Ecevit ‘‘Affı içime sindiremedim’’ demiş.

Siz de mi?

***

- Depremde yaptığı yüzlerce ev çöken Veli Göçer, ‘‘Vicdan azabı çekmiyorum’’ demiş.

‘‘Vicdan’’ı yok ki ‘‘azabı’’ olsun.

***

- Kleopatra aslında ‘‘Kozmetik güzeli’’ymiş.

O günden bugüne kadın kısmında bir değişiklik yok.

***

- British Airways’in 2000’de çocuk doğurmak için hamile kalan 600 hostesi ‘‘Büyük tesadüf’’ demişler.

600 kadını aynı gün dölleyen ‘‘tesadüf’’ hakikaten büyük olmalı.



Yazarın Tüm Yazıları