DAHA önce de bahsetmişim, bizler eklerde çıkan yazılarımızı gazeteye iki gün önceden teslim etmek durumundayız.
Bugün Hürriyet-Ege’de yayımlanan yazımda, böyle önceden yazılan yazıların, Türkiye’de gündemin çok hızlı değişmesi nedeniyle, bazen manasız kalıverdiğinden söz ettim. Şu son üzücü hadise mesela...
Okur, dün, Hürriyet Cumartesi’deki yazılara bakınca bizim uzayda yaşadığımızı düşünmüş olabilir. Ya da "bir elinde cımbız bir elinde ayna" durumunda olduğumuzu.
Gerçi bizden "olayın arkasındaki güçler"le ilgili yorum beklemiyor kimse...
Hatta zaten "enseyi karartmış" olan okuru iyice karamsarlığa sürüklememek, yangına körükle gitmemek için hayatın devam ettiğini hatırlatacak yazılar kaleme alınması daha iyi belki de bugünlerde. Çoğumuzun yapmadığı şey değil zaten.
İşte Hürriyet-Ege için bu mealde bir yazıyı tam bitirmiştim ki yine aynı şey oldu, bu sefer Ecevit’in haberi geldi.
Şu anda Danıştay hadisesinin yanına Ecevit’in verdiği yaşam savaşı geldi oturdu. Siz bu satırları okuduğunuz sırada neyin gelip öne geçeceğini ise Allah bilir.
Ne diyeyim... Ne kadar hızlanırsa hızlansın teknoloji hálá "hayatın hızı"na yetişemiyor.
"Hayatın hızı"na ayak uydurabilen bir tek şey var, o da hafızamız mı desem, vicdanımız mı, gönlümüz mü?.. İki güne kadar bir eser kalmaz bugünkü halimizden, merak etmeyin! Öyle öne geçecek çok önemli olaylara ihtiyaç da yok, günlük işlerimiz yeter bize!
* * *
Evet, bugün pazar...
Evet, zaten çok üzüldünüz, biraz "hava değişimine" ihtiyacınız var.
Evet, yukarıda dediğim gibi yangına körükle gitmemek lazım.
Ama benim her şeye rağmen diyecek iki lafım var, kusura bakmayın!
Ecevit için meselá...
Hani bir "ülkeyi sevme" meselesi vardır...
Herkes "daha çok" sevdiğini iddia eder... Bu yüzden birbirini öldürdüğü oldu gençlerin hani... En çok Ecevit severmiş meğer. Olanlara dayanamadı.
Şimdi tam tersine, bugünlere gelinmesinde dolaylı da olsa dahil olduğunu iddia edenler çıkacaktır. Ayrıca biz hálá sapasağlam olduğumuz için daha az seviyoruz demek değil elbet ama beyin kanaması geçirdiğini duyduğum anda aklıma ilk gelen şey bu oldu, ne yapayım!
* * *
Gelelim Danıştay’a yapılan saldırıya...
Öyle klişe cümlelerle öfkenizi, üzüntünüzü kaşıyacak değilim, merak etmeyin!
Sadece Ertuğrul Özkök’ün 19.05.06 tarihli "Miadı Dolmuş Komplo Teorileri" başlıklı yazısından kısacık bir bölümü tekrar okumanız için buraya alacağım. Hatta keşke büyütüp Başbakan’ın evinin karşısına asma imkánım olsa.
Erdoğan’dan şu soruyu kendi kendisine sormasını istiyor Özkök:
"Biz türbanın samimi bir inanç meselesi olduğunu iddia ediyoruz. Ne gibi bir hata yaptık da türban bugün cinayet işlemenin gerekçesi haline geldi?"
Ve ben de bir şey eklemek istiyorum:
Çoğunluğun sizi seçerken düşündüğü gibi, bu ülkenin tüm meselelerinin halli için oradaysanız başımızın üstünde yeriniz var. Ama bizim bilmediğimiz özel bir misyonunuz varsa...
Çekilebilirsiniz!
MIŞ-MUŞ
Türkan Şoray, yapmayı düşündüğü albümle ilgili "Her türlü şarkıyı söylerim" demiş.
Fakat ben bildim bileli "aynı nakarat".
ABD’de bıyık modası hızla yayılıyormuş.
Biz yıllarca "Küçük Amerika" olmaya çalıştık, demek sıra onların "Büyük Türkiye" olmasına geldi.