Paylaş
On gün önce gazetemizin dizi ve araştırmadan sorumlu editörü sevgili Neyyire Özkan'dan bir telefon aldım. Benden bayramda yayımlanmak üzere iki ünlüyle röportaj yapmam isteniyordu. Bugüne kadar yüzlerce soruya muhatap olmuş ancak kimseye tek bir soru sormamış olan ben, röportaj yapacaktım. Benim bir huyum vardır, bana bir şey teklif edildiğinde hiç düşünmeden kabul ederim, sonra düşünmeye başlarım. Bu teklifte de öyle yaptım, hemen kabul ettim. Telefonu kapattıktan sonra aldı mı beni bir telaş? Kiminle yaparım, ne sorarım? Öyle her aklıma geleni sorsam olmaz; röportajın da bir adabı vardır.
Allah'tan eskisi kadar zor değil bu işler. Benim sahneye ilk çıktığım yıllarda çok zordu röportajcıların işi, yaratıcılık isterdi. Yanlarında bir fotoğrafçıyla gelirler, birkaç resim çekerler, hiç soru sormadan giderlerdi. Sonra masa başında hayali bir söyleşi yaparlardı. Ertesi gün okuyunca kendi hakkımızda bilmediğimiz şeyleri öğrenirdik. Düşünebiliyor musunuz yaratıcılığı? Hatta yalnız kendi yaratıcılıklarıyla yetinmez, okuyucunun da hayal gücünü zorlamasına yardımcı olurlardı. Bir keresinde resmimi çekerken benden renk renk kazaklar giymemi istediler. Birini çıkarıyor, birini giyiyorum kazakların. Ertesi gün bir baktım benim SİYAH-BEYAZ bir resmim, altında ‘‘Bu yıl renkli kazaklar moda’’ yazıyor. Yaa, işte böyle.
Şimdi her şey kolay tabii, al eline teybi, karşındaki anlatsın dursun. Hal böyle olunca bana bir cesaret geldi. Bir-iki günlük temas ve hazırlık sonunda ilk röportajımı gerçekleştirdim. Hepinizin çok sevdiği ünlü bir sanatçıyla.
Sıra geldi ikinciye; ikinci ünlüyü siyaset dünyasından seçtim. ‘‘Siyaset’’ deyince bana Ankara yolu göründü tabii. Zaten nicedir fırsat kolluyordum, Ankara'ya bir inceleme gezisi yapmak için. O günlerde hükümet kuruldu, kurulacak idi. Bugüne kadar hiç yakından hükümet görmemiş olmanın eksikliğini hep hissetmişimdir, ‘‘Bu vesileyle onu da görürüm’’ dedim. Sonra meclis salonunun yeni düzenlenmiş halini de merak ediyorum. (Sanki eskisini biliyormuşum gibi) Bir yandan da endişeliyim; bugüne kadar arkalarından rahatça atıp tutuyordum, şimdi tanışır, yüzyüze gelirsem bir daha yüzüm tutmaz, yazamam diye korkuyorum.
Uzatmayayım bavulumla meclisin ciddiyetine uygun bir kıyafet, aklımda kardeşimin tembihleri, bir akşam vakti Ankara'ya vasıl oldum. Kardeşimin tembihlerini sorarsanız, meclise giderken çok boyanmayacağım, en önemlisi katiyen dudağıma çerçeve çekmeyeceğim ve de otel odasından ayrılırken bir şey unutmadığımdan emin olmak için her yeri gözden geçireceğim.
Havaalanında Hürriyet'in bir görevlisi karşıladı ve doğruca otele gittik. Yerleşme ve yemek faslından sonra Ankara'da yaşayan bir arkadaşımı ziyarete gittim ve güzel bir uyku hayaliyle otele döndüm. Uyku gerçekten hayal olarak kaldı, çünkü yatağın içine girmek kısmet olmadı. Battaniyeyi yatağın altına öyle bir sıkıştırmışlar ki, çıkarmak mümkün değil. Bu yandan çekiyorum olmuyor, öteki taraftan çekiyorum olmuyor. Yatağın üzerine çıktım, battaniyeyi baş tarafından yakaladım, bir yandan çekiyorum, bir yandan yatağın üstünde geri geri yürümeye çalışıyorum. Yok! Olmuyor. Bir ara mantığı falan bir yana bırakıp battaniyenin kenarlarını yatağın altına çivilediklerini bile düşündüm. Bu arada tırnağım kırıldı, ter içindeyim. En sonunda yapamayacağımı anladım, çeke çeke esnettiğim baş taraftan torbaya girer gibi yatağın içine girdim. Girdim ama uyuyamıyorum ki. Battaniye üzerimde tef gibi gerili, kıpırdayamıyorum, ayağımı dışarı çıkaracağım, ne mümkün. Debelene debelene sabahı ettim. Ertesi gece yine aynı şey; telaştan tembih etmeyi unutmuşum. Hani iki gece daha kalsam mücadeleden vücudum kas yapacak.
Neyse geceleri bırakıp gündüzlere, benim inceleme gezime gelelim. Sayın Ecevit Çankaya Köşkü'nde kabineyi Sayın Demirel'e sunarken bendeniz Köşk'ün kapısındaydım. Bir ara bir kaynaşma oldu, kapıda bekleyen medya mensupları arasında. Ellerinde kameralar, makineler bir tarafa hücum ettiler. Ben tabii kalabalığı yarıp öne geçme konusunda acemi olduğum için, şoförden rica ettim, ‘‘Bak bakalım ne oluyor’’ dedim. Gitti baktı, ‘‘Kel kafalı biri konuşuyor’’ dedi. ‘‘Oğlum, Ecevit'in konuşuyor olması lazım’’ dedim. ‘‘Yok Pakize Hanım, değil’’ dedi. O sırada bir televizyon kanalının naklen yayın aracındaki monitörden gördüm ki Ecevit konuşuyor. Şoförün kel kafalı dediği hiç tanımadığım biri öyle Ecevit'in yanında duruyor. Monitörden seyretmeye devam ettim. Sen kalk taaa İstanbul'dan buralara gel, olan biteni yine televizyondan seyret.
O gün öyle geçti, ertesi gün röportaj yapacağım siyasinin davetlisi olarak Meclis'e gittim, misafir locasından Ecevit'in hükümet programını sunuşunu izledim. Hepsi koyu renk elbiseli, boyalı saçlı vekillerimizi kuşbakışı seyretme, meşhur şaibeli koltuklarla yakın temasta bulunma imkánına kavuştum. Yüzlerce siyah elbiseli adamın içinde krem rengi tayyörüyle Tansu Çiller, kırmızı ceketiyle İmren Aykut, ayrık otu gibi duruyorlardı.
Meclisten sonra röportajı gerçekleştirmek üzere ünlü siyasinin ORAN-Meclis lojmanlarındaki evine gittik. Kendisi, bir zamanlar girenin sağ çıkmadığı uğursuz sokakta oturuyor. Orada oturduğunu bilsem gitmezdim ama oldu bir kere, ‘‘korkup kaçtı’’ demelerini de kendime yediremedim. Nihayet röportaj tamamlandı ve İstanbul'a döndüm.
Ankara'da kaldığım üç gün boyunca Ankara-Hürriyet ailesinin gösterdiği yakınlığın o kadar etkisinde kaldım ki, her an Ankara'ya yerleşebilirim. Çaycı kadrosuna bile razıyım.
Yalnız şunu üzülerek belirteyim ki, kardeşimin hiçbir talimatını yerine getiremedim. Meclis'e giderken dayanamadım dudağıma çerçeve çektim, cep telefonumun şarj cihazını da otelde unutup geldim. Ben adam olmam.
mış muş köşesi
İki yeni gezegen keşfedilmiş.
Ayol, nerede geziyordunuz bunca yıldır? Oturamadınız mı ekseninizin üzerine? Bakın Uranus, Neptün, Plüton şöhret oldular, sizin hálá adınızı bilen yok.
Bürokraside vekiller dönemi başlamış.
Biz millet olarak vekillere alışkınız; hayırsız, uğursuz demeden 550'sini besliyoruz zaten, yenileri de bağrımıza basarız.
Havaya ateş açana 2 yıldan başlayan hapis ve ağır para cezası verilecekmiş.
Yanlış anlamayın, bu ceza ‘‘neden kurşunu birine denk getiremedin de boşa harcadın’’ cezası.
Her dört otobüsten biri kaza yapıyormuş.
Bir iyilik yaptınız, tam yapın bari; o birinin hangisi olduğunu da söyleyiverin.
Çekirdek transferi yöntemiyle kadınlar erkeksiz üreyebileceklermiş.
Erkekler! Gözünüz aydın! ‘‘Damızlık’’ olmaktan çıktınız, artık sadece ‘‘aşk’’ için varsınız.
Kadınlar takside etek bile unutuyorlarmış.
Kızlar! Hadi bir fantezi yaşadınız, takside eteğinizi çıkarmanız icap etti, bari inerken giyin şunu. Bakın sonra unutkan (!) diye adınız çıkıyor.
Mecliste oda kavgası başlamış.
Ne diyeyim? Allah müstahakınızı versin. Ayol, şunun şurasında 3 ay oturacaksınız, gece uykusu, makam arabası, davet, ziyafet, ziyaret, açılış, seçmene yakarış derken odaya girmeye vaktiniz bile olmayacak.
Paylaş