Bir ailenin en büyük görevi nedir?

FİL, balina, köpekbalığı, albatros ve kaplumbağa.

Haberin Devamı

Birbirinden çok bağımsız türler. Ama ortak bir özellikleri var. Hepsi uzun yıllar yaşıyor.

Diğer tarafta da istiridye, fare ve sivrisinek var.

Onların da bir ortak özelliği var. Ömürleri kısa.

Acaba bu fark, türlerin ebeveynliğini nasıl etkiliyor?

SAVUNMA MEKANİZMASI

Doğal olarak bazı türler uzun, bazı türler kısa yaşıyor. Bunu belirleyen en büyük etkenlerden bir tanesi savunma mekanizmaları (ortamın istikrarsız olması da büyük bir etken).

Fil, balina veya kaplumbağa gibi güçlü savunma mekanizmasına sahip olan canlılar uzun yaşayabiliyor. İstiridye gibi savunma mekanizması zayıf olanlar, daha kısa yaşıyor.

Peki, yaşam sürelerindeki bu farklılık, türlerin üremesini nasıl etkiliyor?

YAŞAM TARİHİ KURAMI

Yale Üniversitesi’nden biyolog Prof. Stephen Stearns türler arasındaki farklı yaşam sürelerini incelerken bir şey fark ediyor (“Yaşam Tarihi Kuramı” yıllardır bilindiği halde, Stearns kuramı bir bütün halinde sunuyor).

Haberin Devamı

Uzun yaşayan canlılar yılda 1 ile 3 arası yavru doğuruyor. Örneğin, çoğu kuşun aksine, uzun süre yaşayabilen albatros, yılda sadece bir tane yumurtluyor.

Diğer taraftan, ömrü kısa olan canlılar onlarca veya yüzlerce yavru doğuruyor. Bir istiridye yılda 100 milyon yumurta bırakabiliyor.

Peki, yaşam süresiyle
üreme arasında neden böyle bir ilişki var?

ERKEN ÜREME

Uzun yaşayan türler, savunma mekanizmaları güçlü olduğu için acele etmeye gerek duymuyor. Bir kaplumbağa 40 yaşına kadar üremeden ve endişe duymadan bekleyebiliyor.

Ama kısa yaşayanlar, mümkün olduğunca erken yavruluyor. Aksi takdirde her an av olup ölebilir ve türünün devamını sağlayamaz.

ERKEN OLGUNLAŞMA

Dahası bir tür ne kadar az doğuruyorsa yavruların üreme yaşına gelmesi o kadar geç oluyor.

Bir köpekbalığı yavrusunun üreme yaşına gelmesi 10 yıl alıyor. Ömrü kısa olan türlerin yavruları kısa sürede üremeye başlıyor. Örneğin fare 5 haftalıkken üremeye başlıyor.

Peki bütün bu anlattıklarım, türlerin ebeveynliğini nasıl şekillendiriyor?

EBEVEYNLİK ŞEKİLLERİ

Aslında ebeveynlik büyük oranda bu sistem üzerine kurulu.

Kısa yaşayan türler çok doğuruyor ama yavrularına bakmıyor (ya da çok kısa süre bakıyor).

Haberin Devamı

Zaten bir istiridye 100 milyon yavruya bakamaz. Çokça doğuruyor ve yavruların yaşamda kalmasını şansa bırakıyor.

Öte yandan uzun yaşayan türler az yavru doğuruyor ama onlara uzun süre bakıyor. Az doğurduğu için şansa bırakmıyor. Örneğin fil, yavrusuna en az iki yıl bakıyor.

Neden?

Çünkü uzun yaşayan türlerde yavru büyük oranda güçsüz doğuyor. Kendisine bakması mümkün değil. Yavrular uzun süre ebeveyn bakımına ihtiyaç duyuyor.

İNSANOĞLU

Peki, insanoğlunda durum ne?

Bebeğin aileye bağımlılığı açısından en uç noktadayız. Hatta çocuk o kadar yoğun bakım istiyor ki menopozdan sonra çoğu canlı ölürken, insanoğlu hem anne-baba hem de büyükanne-büyükbaba olarak bakımı devam ettirmek için hâlâ yaşıyor.

Haberin Devamı

Yani üreme yetisini kaybeden türler, yaşamak için bir sebep bulmazken, insanoğlu çok sebep buluyor.

Bu çerçevede ebeveynliğin tanımı da ortaya çıkıyor:

“Kendine bağımlı doğan yavrunun bağımlılığını, en sağlıklı şekilde azaltmak”. Bir ailenin de en önemli görevi bu.

Bir aile bu konuda ne kadar başarılı olursa çocuk da o kadar sağlıklı büyüyor.

SAĞLIKSIZ BAĞIMSIZLIK NEDİR?

Çocuğun birey olarak yetişmesi, ailenin çocuğun kendisine olan bağımlılığını azaltmasına bağlı. Buna özerklik de diyebiliriz. Maalesef toplumumuzda birçok aile, bağımlılığı azaltmaktansa, tam tersi arttırıyor. Örneğin sorumluluk vermiyor, onun adına karar veriyor, sürekli kontrol ve müdahale ediyor, sürekli uyarıyor, suçluluk uyandırıyor veya övgü gibi mekanizmalarla onay ihtiyacı oluşturuyor. Ona görünmez kancalar takıyor. Kısacası, aile rehber olarak değil, gizli karar verici olarak her zaman çocuğunun hayatına müdahil oluyor.

Haberin Devamı

Bazı aileler de bağımlılığı azaltıyor ama bunu ‘sağlıksız’ bir şekilde yapıyor. Çocuğa kaldıramayacağı sorumlulukları çok erken yaşta veriyor, onlara ebeveynlik değil arkadaşlık yapıyor, sınır koymuyor veya çocuğun duygularına karşılık vermiyor. Çocuk ailesinin rehberliğinden yararlanamıyor, kendi kendine yetmeye çalışıyor. Bağımlı olmuyor ama duygularını açmadan, reddedilme korkusuyla gerçek ilişki kuramıyor. Örneğin, ‘ıssız adam’ sendromu sağlıksız bağımsızlığının bir ürünüdür. Onun için önemli olan ne bağımlılığı arttırmaktır ne de bağımlılığı ‘sağlıksız’ şekilde azaltmaktır.

BAĞIMLILIK SAĞLIKLI ŞEKİLDE NASIL AZALTILIR?

Hem bağımlılık hem de sağlıksız bağımsızlık birey için bir kaygı veya utanç sebebidir. Ailenin en büyük görevi bağımlılığı en sağlıklı şekilde azaltmaktır. Sağlıklı bağımsızlık kazandırmanın en iyi yolu da şudur: İlk olarak çocuk için sınırları çizmek ve ‘değer odaklı’ kuralları belirlemek. Kurallar ve sınırlar belli olunca, çocuk kendini güvende hisseder ve rahatlar. Çünkü hayat nereye kadar tehlikeli nereye kadar değil anlar. İkinci olarak, bu sınırlar içinde çocuğa seçme hakkı (özerklik) ve sorumluluk vermek gerekir. Sınırlar eksik olursa çocuk endişeli olur ve keşfetmeye geçemez. Özerklik verilmezse o zaman da aileden bağımsız bir kimlik geliştiremez. Ailenin bir uzantısı olur. Çocuk ailesinin üst sınırının ötesine geçemez. Yani aile geliştirici değil, tam tersi gizli kısıtlayıcı olur. ‘Beni Ödülle Cezalandırma’ kitabımda detaylı anlattığım gibi bu ikisi (sınır koyma ve özerklik verme) yapılırsa, çocuk karar verebilen ve hayatının sorumluluğunu alan mutlu bir birey olarak yetişir.

Yazarın Tüm Yazıları