VARLIK Dergisi "Türkçe edebiyat"lı sorusunu bütün Türk edebiyatçılarına sorsaydı kaçı sorunun içerdiği bilinçli/bilinçsiz ayrımcılığı fark edebilirdi?
Bu sorunun yanıtlarından emin olmadığım için Varlık Dergisi’nde yanıtları yayınlanan yazarların adını vermek istemiyorum. "Türkçe edebiyat" deyimine karşı çıkmadıkları için onları suçlamam belki haksızlık olur.
Ama bir sorum var; ’Türk edebiyatı" ne zamandan bu yana "Türkçe edebiyat" oldu, "Türkçe edebiyat" ne zaman başladı, daha doğrusu "Türkiyelilerin Türkçe edebiyat"ı ne zaman başladı? "Türklerin Türk edebiyatı"ndan farkı ne bu edebiyatın?
Dünkü yazımı bitirdiğim zaman, bu soruyu bütün Türk edebiyatçılarıyla birlikte kendime de sordum.
* * *
"Sombahar" adlı edebiyat dergisi "Kıbrıs Şiiri Özel Sayısı"nda (Mayıs-Haziran 1996) yayınlamak üzere bir soruşturma açmıştı: "Türkiye içinde ve dışında Türkçe yazıldığı haldefarklı etnik kimliklere ait şairlerin yazdığı şiir nasıl tanımlanmalı?" diye bir soru soruluyor ve "Türkçe şiir", "Türkiye şiiri" gibi kavramlar ileri sürülüyordu.
Dergiye verdiğim yanıtta bu türden arayışların saçma olduğunu, etnik ayrımcılığa yol açacağını açıklamıştım. (Bakınız: Özdemir İnce, "Mahşerin Üç Kitabı", Doğan Kitap, S. 234)
Yanıtımda etnik kökeni ile edebiyat dili aynı olmayan birçok yazar bulunduğunu, ancak ulusal edebiyat söz konusu olunca etnik kökenlerinin dikkate alınmadığını, yazdıkları dilin kimliklerini belirlediğini yazmıştım. Ve birçok örnek vermiştim: Tristan Tzara, EugeneIonesco, Cioran Rumen; Alain Bosquet Rus Yahudisi, Lorand Gaspard Macar-Rumen, Guillaume Appolinaire Polonya asıllıydılar ama Fransızca yazdıkları için Fransız edebiyatında yer alıyorlardı. Joseph Conrad, Arthur Koestler İngiliz değillerdi ama İngiliz yazarı sayılıyorlardı.
Eski Fransız ve İngiliz sömürgelerinden olup İngilizce yazan yazarlara "Anglofon", Fransızca yazanlara ise "Frankofon" yazar deniliyordu.
Türk edebiyatçıları bu tartışma başlangıcının büyük önemini ne yazık ki kavrayamadılar.
* * *
Aradan 5 yıl geçti. Bu kez "Yasakmeyve" dergisinin 6. sayısında (Ocak-Şubat 2004) konu tekrar masaya geldi. Kürt kökenli olup Türkçe yazan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı şairler kendilerini "Türk şairi" saymıyorlar; üstelik sömürgecinin (Türk’ün) dilinde yazdıklarını ileri sürüyorlardı. Onlara göre "Türkçe", "Efendinin dili" idi.
Bu savları "Türkçe yazan Kürt şairler" (Hürriyet, 26.03. 2004) başlıklı yazımda irdeledim:
Türkçe yazan Kürt kökenli şairlerin kendilerini Türk şairlerden ayırmak için "Türkçe şiir" kavramını seçmeleri etnikçi ve ırkçı bir davranış idi. Ve ayrılıkçı idi. Öyle değil mi?
Etnik kökenleri kendileri için bu kadar önemliyse neden kendi dilleri saydıkları Kürtçe’de şiir yazmıyorlardı? Şiirlerinde, romanlarında "Kürt duyarlığı"nın olması kuşkusuz kendilerini ayırmak için inandırıcı bir etken olamazdı. Üstelik dünya kendilerini ancak "Türkçe yazan Kürt kökenli Türk şairi" olarak kabul ederdi. Edebilirdi. Bu tartışmayı da Türk edebiyatı umursamadı. Ama bunun bedelini çok ağır ödeyecek. Ödemeye başladı bile!...
* * *
"Türkçe edebiyat" da "Anadilde öğretim" gibi siyasal bir tercihtir. Ama nasıl bir tercih? Türk edebiyatı uyumayı bırakıp bu işlere kafa yormalı artık!