ERTUĞRUL Özkök’ün yazılarında her zaman iyi bir romancının güçlü dilini görür ve kendisine roman yazması gerektiğini söylerdim.
Anlatacak çok şeyi olduğundan ve o şeyleri çok iyi anlatacağından emindim. O bakımdan kitabı (“Tuhaf”, Doğan Kitap) benim için bir gazetecinin değil, bir romancının kitabıdır. Tahminimde yanılmamışım. Yazılarındaki o metaforlu, benzetmeli dili kitabında dörtnala at koşturuyor. Sırası gelmişken söyleyeyim, “üslup” denince insanların aklına genellikle karmakarışık, uzun ve iç içe, çoğu kez de kolay anlaşılmaz cümleler geliyor ya da hatta cümlelere takla attırmak. Üslubun bununla bir ilgisi yok, anlatmak istediği içeriğe uygun özel dili bulan ve kullanan bir yazarın üslup sahibi olduğu söylenebilir ancak. Ertuğrul Özkök’ten alıntılayacağım şu satırlara bakın: “O küçük koyun üstünde kendimi nilüfer çiçekleri gibi hissediyordum. Hiçbir yere bağlı olmadığı halde kendi arzusuyla hiçbir yere gitmeyen bir insandım.” Dili iyi kullanmak işte budur. Hayli karmaşık ve hayli bileşik bir duyguyu böylesine eksiksiz ve sade bir biçimde, bütün doluluğuyla dile getirebilmek. GİZEMLERİN PEŞİNDE Ertuğrul Özkök’ün kurmaca (fiction) yazacağını hep biliyordum da, tabii “ne” yazacağını bilemezdim, merak ederek okudum. Gündelik hayatta, apaçık gördüğümüzü sandığımız somut nesneler, olaylar, yapıp etmeler, ilişkiler dünyasındaki gizemlerin peşine düştüğünü görüyorum. Hepimizin açıkça gördüğü dünyayı bambaşka türlü okumak. Gündelik hayatın boşluğuna ve anlamsızlığına karşı gizem? Bu bütün yazarları, farklı biçimlerde de olsa, hep ilgilendirmiştir. Ben buna “Gündelik hayatın mucizesi” derim, demişim. Ben de şiirlerimde en sıradan gündelik hayatın, en sıradan ayrıntısında gizli iletiyi okumaya çalışmadım mı? Ertuğrul Özkök, kitabın 15. sayfasında edebiyatın ebedi ve ezeli kaygısına parmak basıyor: “Hakikat beni ilgilendirmez. Hakikatin kurgusu kendinden çok cazip gelir bana.” Yannis Ritsos da “Gerçek sadece duyduğumuz, gördüğümüz şeyler değildir. Aynı zamanda düşleyebileceğimiz şeylerdir, fantastik duygulardır” der. “Tuhaf”ı okurken, kitabın arka sayfasına “gizem, mucize, fantastik” sözcüklerini yazmışım bir gözlem olarak. Bir de “Dan Brown ve ‘Da Vinci Şifresi’ saplantısı! Kurtulmalı!” diye. 9 ROMANIN KATİLİ! Okuma eylemimde ikimizin (yazarın ve benim) işimiz çok zordu. Ben onda beklediğim hayallerimi bulmak istiyordum. Bir roman bekliyordum ondan. Kitabın beni ilgilendiren yazınsal bölümünde (136 sayfalık “İçerden” bölümü) tamı tamına 9 roman cenini var. Ertuğrul Özkök 9 romanı ‘sinopsis’, ‘özet’ haline getirmiş. Kendisi “Kastrato semender” olmayı seçebilir ama romanlarının ve kendisinin alın yazısına karşı çıkmamalı. Aslına bakarsanız bu yazının adı “Seri katil” olmalıydı. Dokuz romanın katili. Elimde olsa, öldürdüğü 9 romanı yazmaya mahkûm ederdim Ertuğrul Özkök’ü. “Tuhaf”ın yazarını bu kadar yakından tanımasam nereye koyacağımı bilemezdim onu, yere göğe sığdıramazdım. Bir başka dünyanın mümkün olduğunu sezdiren bir yazar her türlü övgüyü hak etmiştir!