BİR tiyatro oyunundan söz edeceğim bugün. Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde gördüm. Oyunun yazarı: Romanya doğumlu Matei Visniec. Fransızca yazıyor. Çevirmen: Zeynep Avcı. Yöneten: Şair Orhan Alkaya. Oyuncular: Aslı İçözü, Gülen Karaman, Muzaffer Berişa.
Orhan Alkaya’nın yorumu son derece başarılı, oyuncuların teatral yorumları da... Tipik bir ‘söz’ tiyatro oyunu.
Galiba 1989 yılıydı. Makedonya radyosu benimle bir röportaj yapmıştı. Her şey tıkır tıkır yürüdüğü için Yugoslavya’nın devlet ve toplum düzenini 21. yüzyılın demokrasi ve özgürlük geleceği için örnek göstermiştim. Çünkü 5 federal cumhuriyet, Yugoslavya adı altında uyum ve barış içinde, birbirlerinin varlığına ve hukukuna saygılı bir anlayış içinde yaşamaktaydı. Konuşmamda, yıllar önce gördüğüm bir filmi de anımsamış, anımsatmıştım. Filmde Müslüman Boşnak, Sırp, Sloven, Makedon, Hırvat, Karadağlı, Arnavut, Çingene, bütün halklardan oluşan direniş çeteleri Alman ordularına karşı kahramanca savaşıyorlardı. Film aynı zamanda Yugoslavya’nın kuruluş öyküsüydü.
BİRBİRLERİNİ BOĞAZLADILAR
Yugoslavya 45 yıl barış içinde yaşadı. 1950 dolaylarında SSCB’den ayrı bir komünizm yorumu uygulamaya başladı ve Üçüncü Dünya’nın lideri oldu. Kalkınmış bir ülkeydi. Gittiğim zamanlar ya da bir baştan bir başa arabayla geçerken imrenerek bakardım.
Berlin Duvarı yıkıldı. İlkin Sırplarla Hırvatlar kapıştı. Sonra Bosna’nın üzerine birlikte saldırdılar. Görülmemiş bir acımasızlıkla birbirlerini kestiler, Bosnalı Müslümanları yok etmek istediler. Yıllardır kapalı ve zincirli milliyetçilik köpekleri kurtulmuştu. İnanılır gibi değildi. Yugoslavya’yı kuran direnişçiler ve onların çocukları, birbirini boğazlıyordu. İşte o zaman bir yazı yazdım ve adını ‘İnsanın Adam Olma Olanağı Yoktur!’ koydum.Aynı şeyi yılbaşı gecesi TRT 2 Televizyonu’nda da söyledim.
ETNİK SAVAŞIN UTANÇ VEREN YANI
Matei Visniec’in, özgün adı ‘Bir Savaş Alanı Olarak Kadının Cinsel Organı Hakkında’ olan ‘Savaş ve Kadın’ adlı oyunu, iki kadının kimlik ve kişiliğinde bu iğrenç savaşı özetliyor. Biri eski komşusu erkeklerin saldırısına uğramış, ırzına geçilmiş bir Bosnalı kadın. Hamile kalmış, neredeyse aklını yitirmiş. İkincisi, Yugoslavya’yı bölen, savaş kışkırtıcısı kapitalist dünyanın temsilcisi ABD’li, Boston’lu bir psikolog kadın. O da kendince ezilmiş ve yaralı.
Boston’lu kadın doktor hastasını iyileştirmeye çalışırken kendi yaralarını da deşmeye başlıyor. İkisi birden benim yukarıda söylediğim özlü sözü soru cümlesi haline getiriyorlar: ‘İnsanın adam olma ihtimali var mı?’ Yazar, bu ihtimale inanmış olmalı ki Bosnalı kadının babası belirsiz çocuğunu doğurmasına ve gelecek için bir ilmik olmasına karar veriyor. Etnik savaşların gerçek savaş alanı olan kadının vajinası, insanlığın geleceğinin de kaynağı oluyor.
Yazarın ve yönetmen Orhan Alkaya’nın didaktizme düşmeden altını çizdiği kıssa şu: Etnik savaş hiçbir savaşa benzemez. Etnik savaşın en utanç verici yanı, kışkırtıcılarının aynı zamanda uzlaştırıcı rolünü de kapmaları. Etnik savaşta kışkırtıcı/uzlaştırıcıdan başka kazanan yoktur!