Paylaş
Şiir severler ise, sağcılar hır çıkarmasın diye bu saçma eşleştirmeye karşı ses çıkarmazlar. Oysa Necip Fazıl sıradan bir şairden daha fazla bir şair değildir. Çünkü ne çağının çağdaşıdır, ne de bir simyacıdır. Uyguladığı ölçü (vezin) ve uyak (kafiye) zevkiyle takır-tukur bir şiir esnafı.
Ben 1930’larda yazılan dünya şiirinin mihenk taşına vurmadan o yılların hiçbir Türk şairini değerlendiremem. Aynı şeyi 2010’lar için yaparım, yapacağım.
* * *
Bütün zamanların en büyük dünya şairlerinden biri olan Nâzım’ın hiç kötü şiiri yok mu? Olmaz olur mu? Genel şiir muhasebesinde, kötü şiir yüzde on, miadı ve kullanım süresi dolmuş şiir yüzde on, zamandan kaynaklanan hasar yüzde beş pay sahibidir. Kimileri bu toplamı yüzde elliye çıkartır ama ben yüzde 25’ten yukarı çıkmam.
Ama Nâzım Hikmet muhasebesinde fire oranı yüzde 10’u bile bulmaz. Yüzde 90 üretim yepyeni, gıcır gıcır, ayakta! Köhneme, çatlama, tıknefeslik arama!
Nâzım Hikmet 15 Ocak 1902’de doğmuştu. Demek ki bugün 108 yaşında.
Babam da 1902 doğumluydu. Nâzım 1963 yılında öldü, babam 1978’de. Oğlum Tanbey, Nâzım’ın öldüğü yıl doğdu. Babam Nâzım’ın yattığının üçte biri kadar yattı damda!
Görüldüğü gibi, zorlama da olsa, bizim ailenin simya ve kimya ilişkisi var Nâzım’la!
* * *
Cumhuriyet’i ve tek parti CHP’sini yere vurmak için ikisinin Nâzım’ı haksız yere hapsettiğini ileri sürerler. Doğrudur! Nâzım haksız yere mahkûm edilmiş ve 15 küsur yıl mahpus damında yatırılmış.
Cumhuriyet ve CHP iktidarının Nâzım’a zulmetmesinin önemsiz olduğunu söyleyecek değilim elbette! Ama Nâzım, kendisine düşman muamelesi yapan düzen ve hükümet ile “devlet”, “ülke” ve “millet”i birbirine karıştırmadı. Hayır!
Nâzım kurulu düzeni değiştirmek istiyordu. Düzen Nâzım’a karşı kendini korudu ve bu koruma işlemi içinde türlü fesat çevirerek onu alt etti, yendi. Ama bu bir güreş gibi, boks maçı gibi düşünülmeli. Nâzım o maçta sadece yenildi ve yenilgisini centilmence kabul etti. Soylu bir şövalye gibi kabul etti ama sapmadan, dönüşmeden, dönmeden yoluna devam etti.
Nâzım’ı Türkiye Cumhuriyeti devletine, Türkiye toplumuna düşman etmeyen, onlardan nefret ettirmeyen ve öç alma serüvenine sürüklemeyen işte bu soylu iç dengedir; ruhsal ve zihinsel olgunluktur. Nâzım bu denge ve olgunluk sayesinde zihinsel ve ruhsal sağlığını, insanlık ve vatandaşlık onurunu korumuş ve büyük yapıtını mahpus damında bile yaratmayı sürdürmüştür.
Nâzım’ın yurtiçi hayatında olduğu gibi yurtdışı hayatında da ülke aleyhine tek bir eyleme, tek bir yapıta, tek bir söz ve yazıya rastlanmaz. O, düzeni, düzenin iktidarını ve düzenin bekçi köpeklerini eleştirmiştir! Günümüzde onu örnek alanlara, alacak olanlara ne mutlu!
* * *
Nâzım ile, 12 Mart ve 12 Eylül “zede” ve “zade”lerinin arasındaki kapanmaz uçurum işte buradadır. Nâzım, geçmişi, günceli ve geleceği değerlendirecek sanatsal, kültürel ve siyasal zekâ ve dehaya sahip olduğu için savrulmamış, aksine bilenerek yoluna devam etmiştir.
12 Mart ve 12 Eylül’ün yeteneksiz mağdurları(!) ise yenilgilerinin nedenini ilahileştirerek cumhuriyet, devlet ve halk düşmanı olmuşlar; kimlik ve kişiliklerini yitirmişler, iktidar kervanının peşinde sindirilmemiş arpa arayan farelere dönüşmüşlerdir.
Paylaş