Názım Hikmet 1963’te bugün ölmüştü

İZMİR’deydi. Günlerden 3 Haziran değildi ama yıl 1963. Bornova’daki 57. Topçu Eğitim Tugayı’nın servis aracını uygun bir yerde durdurdum. Talim üniformalı bir teğmen olarak araçtan indim. Gazi Mustafa Kemal Bulvarı’nda epeyce yürüdükten sonra Fransız Hachette Kitabevi’ne girdim. Amacım gazete, dergi, kitap almaktı.

Baktığım gazetelerden birinin birinci sayfasında 3-4 sütuna "Grand poete turc Názım Hikmet est mort en exil" ("Büyük Türk şairi Názım Hikmet sürgünde öldü") yazıyordu.

O gazeteyi de aldım! 26 yaşında, eylül ayında terhis olacak bir yedek teğmendim.

İlk kitabını o yıl yayınlamış ya da yayınlayacak bir şairdim.

Sivil hayatta bir yıllık Fransızca öğretmeniydim.

Şansımı gazetecilikte denemek istiyorum, deneyebilirdim, ama eşim hamileydi, bu nedenle öğretmenliği sürdürmek zorundaydım.

Ve kuşaktaşlarımın çoğu gibi Názım’ın şiirlerinin sadece birkaçını okuyabilmiştim.

Okullarda okutulmuyordu.

Kendisinin de şiirinde yazdığı gibi kitapları bütün dünya dillerinde yayınlanıyor ama kendi dilinde, kendi ülkesinde yasaktı.

Büyük Türk şairin sürgünde öldüğünü yazan gazeteyi öteki gazetelerin arasına gizleyip Hachette Kitabevi’nden çıktım.

ÜNLENMEDEN ÖLENLER

19. ve 20. yüzyıllar şairlerin kendilerini büyük davalara adadıkları bir çağdır.

Biz sadece sonradan ünlenenlerin adlarını biliyoruz.

Ya ünlenmeden hapishanelerde, işkencelerde ölenler, idam edilenler, iktidarlar ya da düşmanlar tarafından kurşuna dizilenler...

Onları bilmiyoruz. Kuşkusuz sayıları ünlenenlerden çok daha fazlaydı.

Hapishanelerden, toplama kamplarından, sürgünlerden geçen ünlü şairlerin, idam edilenlerin, intihar edenlerin adlarını sayalım:
Attila Jozef, Geo Milev, Vapzarov, Yannis Ritsos, Pablo Neruda, Nicolas Guillen, Federico Garcia Lorca, Rafael Alberti, Názım Hikmet ve daha niceleri. Bunlardan sadece Yannis Ritsos’u tanıdım, arkadaşı oldum, hocam oldu, şiirlerinin küçük bir bölümünü Türkçe’ye çevirdim.

ŞAİR, ÖZGÜRLÜKTÜR

Öyle bir çağdı.

Taa 1960’larda bile Paris’i, Londra’yı, Roma’yı sürgün şairler doldurmuştu.

1990’lara kadar.

60’larda Yunanlar, 1975’e kadar, 90’lara kadar başta Şilililer olmak üzere Güney Amerikalılar.

1965’in aralık ayında, Paris’in Globe Kitabevi’nde tanıştığım Elsa Triolet de sormuştu:
"Paris’te normal şartlarda mı bulunuyorsunuz?" Fransız hükümetinin burslusu olduğumu söylemiştim.

"Hele şükür!" demişti.

İkinci Dünya Savaşı’nı unutmayalım.

Alman işgali altındaki ülkelerin şairleri direnme örgütlerinin içinde yer almış, önderlik yapmışlardı.

Rene Char Fransız direnme örgütünde yüzbaşı idi.

Başta Námık Kemal olmak üzere II. Abdülhamid dönemi şairleri.

Daha sonra tek parti 40’larının, Demokrat Parti 50’lilerinin şairleri, 12 Mart ve 12 Eylül şairleri, Madımak’ta diri diri yakılan şairler.

Şair demek özgürlük demektir.

Şair özgürlüğün, adaletin, eşitliğin, kardeşliğin yalvacıdır.

Hapislerden, idamlardan, sürgünlerden, zulüm altında intiharlardan sonra her zaman şairler haklı çıkar.

Tıpkı Názım Hikmet gibi! Ne dersiniz, Názım hálá vatan hainliğine devam ediyor mu?

Türkiye’nin ve Türkçe’nin iyilik ve hayrına vatan hainliğine devam etmeli; devam etmeliyiz!
Yazarın Tüm Yazıları