2 ŞUBAT tarihli yazımda Cumhurbaşkanımıza bir kitap tavsiye etmiş idim, bugün işte o kitaptan söz edeceğim.
Kitabın yazarı: Prof. Dr. İrfan Erdoğan. İstanbul Üniversitesi, Hasan Â. Yücel Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Başkanı. 2006-2008 yılları arasında 21 ay Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı görevinde bulunmuş. Kitabın tam adı: Türk Eğitim Sistemi, Eğitim Tarihi, Eğitim Politikası, Eğitim Felsefesi (bağlamında) “MİLLİ EĞİTİME DAİR” (Nobel Yayın Dağıtım). “Bağlamında” sözcüğü bana ait.
PROF. ERDOĞAN YAZIYOR
Ben bir eğitimciye, bir öğretmene, bir aydına, bir yazara, bir politikacıya, bir başbakana, bir cumhurbaşkanına, Devrim Yasaları’na, özellikle de Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na (Öğrenim Birliği Yasası’na) karşı aldığı tavırla orantılı olarak not veririm. Sadece benim değil, aklı başında bütün Cumhuriyetçilerin, Cumhuriyet vatandaşlarının böyle yapması gerekir. Prof. Dr. İrfan Erdoğan, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na gelmeden önce, Osmanlı Devleti’nde eğitimden sorumlu bir bakanlığın ancak 1850 yılında kurulduğunu yazıyor. “1850’li yıllara kadar uzanan eğitim sistemi çok başlılığa dayalı bir görünüm sergilemekteydi. Eğitimin her ne kadar devletin eliyle ve gözetimiyle yapılması düşüncesi bu dönemde hayata geçmeye başlasa da eğitim, farklı idari işleyişle, felsefe ve içerikle sürdürülmüştür.” (S.4) İrfan Erdoğan daha sonra, bu gözlemi destekleyen alıntılar yapıyor. Biz de yapalım:
DE SALVE 1874’TE YAZIYOR
“Galatasaray Lisesinin ilk yıllarında yöneticilik yapan De Salve 1874 yılında yazıyor: ‘Avrupa’nın hiçbir başkentinde, aynı şehir halkını oluşturan çeşitli gruplar, İstanbul’daki kadar birbirinden bıçakla kesilmiş gibi zıt özellikler taşımaz. Eğitim, her ülkede çocukları ve gençleri ortak kurumlarda toplayıp, onların fikir ufuklarını genişleterek, aralarında yavaş yavaş birlik ve kardeşlik bağları kurarken, burada eğitim şimdiye kadar, daha ziyade her türlü yaklaşımlardan uzaklaşmaya yönelmiştir; çünkü her toplum, parası ile kendi okullarını kuruyor ve eğitim kendi anadilleri ile veriliyor, dini gelenekler ile siyasi art niyetlerin sürüp gitmesine çalışılıyor.” (s. 4-5) 2011 yılında bu memlekette, okulların cemaat ve tarikatlara devredilmesini isteyen sivri akıllılar ile her etnisitenin kendi okulunu açıp yönetmesini isteyen aklıevveller var.
ALİ SÜAVİ, NAMIK KEMAL
Ali Süavi 1870’te şöyle yazıyor: “Yazık ki İstanbul’da eğitim alanında toplumlar arasında birlik yok. Her toplum kendi dilini ve kendi yolunu tutmuş ilerliyor.” (s. 5) Namık Kemal 1872’de şöyle söylemektedir: “Her cins ve mezhepten çocukların bir arada bulunduğu okullar yapmalıyız. Vatan çocukları bu tür okullardan çıkınca aralarına bölücülük sokmak mümkün olmaz.” (s. 5) “Cumhuriyetin fikir önderlerinden biri olan Ziya Gökalp de Medreseler, Tanzimat okulları ve yabancı okullar şeklinde ayrışan okulların üç farklı insan tipi yetiştirdiğine işaret ederek bu problemin toplumdaki ayrışmaya yol açtığını ileri sürmüştür.” (s. 5) Bu nedenle, Cumhuriyet’in cumhurbaşkanları, başbakanları, bakanları, milletvekilleri, bütün memurları, bütün aydınları Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu korumak ve savunmak zorundadır.
Ama ne yazık ki, bu ülkede imam hatipleri egemen kılmak isteyenler, barış(!) için anadilde eğitimi savunanlar var. Oysa 1870’li yıllarda bunların sakıncalarını söyleyenler vardı.