MEVLÁNÁ, edebiyat memuru Türkler ile İranlılar arasında paylaşılamaz.
Türkler onun Horasan doğumlu Türk olduğunu ve Konya’ya yerleştiğini ileri sürerek Türk edebiyatı defterine yazarlar. İranlılar ise Mevláná’nın yazı dilinin Farsça olduğunu savunarak onu kendi edebiyatlarının taht salonuna buyur ederler.
Mevláná, Türkiye’nin resmi (sağ) kültür politikasının da gözdesidir. Devlet kadrosu içinde yer alır. Ancak "bu Mevláná", "Şeb-i arûs" (Gelin gecesi, Mevláná’nın öldüğü gece) törenlerinde bir şair ve düşünürden çok bir tarikat şeyhi muamelesi görür. Ve bu törenlere katılan batılı yabancıların gözünde o bir tarikat şeyhinden de ötedir, peygamber mertebesindedir. Yapıtları ABD’de her zaman en çok satan kitaplar listesinde duran Mevláná bu ülkede yeni bir dinin kurucusu (gibi) sayılmaktadır.
BAŞTAN ÇIKARLARMIŞ
Ancak İran’da yaşayan bir yakın dostumun gönderdiği haberler, ayetullahlar İranı’nın Mevláná’ya hiç de iyi gözle bakmadığını gösteriyor. Bu benim için çok yeni bir bakış açısı.
31 Ekim 2007 tarihli Cumhuri İslami Gazetesi’nde yayınlanan habere göre, Ayetullah Safa Gulpayigani, Mevláná Uzmanları Kongresi’nin düzenlenmesini ve "sema ve müzik gösterileri"nin bu kongreye sokuşturulmasını kınamaktadır.
Ayetullah Nuri Hemedani ise "Mevláná’nın şiir kitaplarından sadece edebiyat açısından ve dersler çıkartılması bakımından yararlanılabilir. Ama bu kitaplarda bizim usul ve inançlarımızla bağdaşmayan çok fazla sapmalar vardır ve bunlar toplumun baştan çıkmasına yol açabilir" demekte ve onu adından dolayı mürtet saymaktadır. Ayrıca Mesnevi’de Hallacı Mansur’un övülmesi de mürtetlik kanıtı sayılmaktadır.
Arkadaşımın en son gönderdiği habere göre İran Cumhuriyeti’nin yarı resmi organı konumundaki Cumhuri İslami Gazetesi’nin2 Aralık 2007 sayısında, dervişlere ve tasavvuf ehline gene şiddetle saldırılmış, "Sufi eğilimler, İslam’la savaş ve Peygamber düşmanlığı demektir" şeklinde suçlamada bulunulmuş: "Sufi eğilimler, hastalıklı fikir ve inanç cereyanları olup din kisvesi altında İslam’a ihanet etmekte ve bu ilahi dinin kanun ve kurallarına ters düşmekte, Peygamber-i Ekrem’in soyundan gelen seyitlerin ve 12 İmam’ın yöntemlerine zıt hareket etmektedir."
Arkadaşımın yazdığına göre Cumhuri İslami adlı gazetenin dervişlere yönelttiği suçlamanın cezası ölüm imiş.
TEKKEYİ YIKMIŞLAR
Kasım ayının ikinci haftasında İran güvenlik güçleri ile Nimetullahi Günabadi sufi tarikatı müritleri arasında çıkan çalışmalarda tarikat tekkesinin bir bölümü buldozerle yerle bir edilmiş. Arkadaşımın verdiği bilgiler on sayfa kadar. İlginç olaylar. Bir İslam Cumhuriyeti’nde bir tarikatın tekkesi yerle bir ediliyor. İran’daki durum Türkiye ve dünyadaki Mevláná dostlarının ve tasavvuf ehlinin dikkatine sunulur.
Buna karşılık, AKP kadrosu ve İslamcı fesadın sözcüleri Devrim Yasaları’nı hiçe sayarak tarikatların, tekke ve zaviyelerin açılmasını istemekteler. Bu trajik durumu kimin dikkatine sunacağımı bilememekteyim artık! Belki, laiklere akıl hocalığı yapmayı seven Mehmet Ali Birand bilir ama o da işi AB’ye havale eder!