DİL bilinci olmayan, politik söylem ile mahalle kahvesi konuşma tarzını birbirine karıştıran politikacıların ne denli tehlikeli olabileceklerine iki örnek vermek istiyorum.
Olayın kahramanları dünkü yazımda olduğu gibi gene Başbakan R.T. Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül.
Fransa Başbakanı Dominique de Villepin’in ardından Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı Rene Van Der Linden de, Fransa’daki şiddet olaylarının nedenleri arasında türban yasağının bulunduğunu ileri süren Recep Tayyip Erdoğan’ı uyarıyor.
ANALİZ EDİN
Ankara’daki resmi görüşmeleri sonrası basın toplantısı düzenleyen Linden, şunları söylüyor: ‘Fransa’daki olayların ardında dışlanmışlık, yoksulluk ve eğitimsizlik yatıyor. Bu olaylarda türbanın önemli bir rolü olduğunu düşünmüyorum, problemin din bağlantılı olduğu izlenimine sahip değilim. Hepimiz de sorunun dini temelleri olduğu fikrini gündeme getirmekten kaçınmalıyız. Belli grupları inanan, inanmayan diye kategorize etmemeli, esas sorunun kaynağını analiz etmeye çalışmalıyız’ (Milliyet, 11 Kasım 2005).
CİDDİYE ALMADILAR
Başbakan başlangıçta, ‘Ayaklanmanın nedenleri arasında türban yasağı da var’ dememişti. Türban yasağının ayaklanmanın başlıca nedeni olduğunu ileri sürmüştü. Rene Van Der Linden bu türden yorumların başka toplumlar için kışkırtıcı olabileceğinin altını kibarca çiziyor. Başbakan’ın yorumu üzerine bir tarikat şeyhi ‘Kalkın ey ehli müslim!’ diyerek evinin önündeki otomobili ateşe verseydi, ne olurdu? Bereket versin, ülkemizin türban sever Müslümanları başbakandan çok daha dikkatli. Başbakan’ın sözünü ciddiye almadılar!
Fransa’daki Müslümanların lideri, Paris Camii Rektörü Dalil Boubakeur’ün varoş isyanının İslam’la ilişkisi olmadığını, bu olayların laik gençlerin isyanı olduğunu (bana) söylediğini anımsayalım (Hürriyet, 10 Kasım 2005).
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün dünkü yazımda da değindiğim cümlesini bir kez daha okuyalım birlikte: ‘Kimse de çıkıp yasaklarla övünmesin. Yasakları savunmak, yasaklarla övünmek kimseye şeref getirmez, kimseye onur da kazandırmaz. O açıdan hep beraber günü gelecektir ki, bunların hepsi kendi inisiyatifimizle temizlenecektir.’ (Milliyet, 11 Kasım 2005)
AMACI AŞIYOR
Abdullah Gül amacını aşacak (!) şekilde konuşuyor. Hiç kimse (yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Danıştay, Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve cumhuriyetçi vatandaşlar) yasakları savunmuyor, yasaklarla övünmüyor. Bakan Gül’ün sözünü ettiği yasak Cumhuriyet’in temel ilkeleriyle, Cumhuriyet’in laiklik ilkesiyle ilgili. Bakan tarafından kınanan kurum, kuruluş ve kişiler Türkiye Cumhuriyeti’ni savunuyorlar. Aynı duyarlılığı Bay Bakan’ın da göstermesi herhangi bir tercih değil, cumhuriyetçi zorunluluk olmak gerekir.
EV TEMİZLEMİYOR!
‘Temizlemek’ fiiline gelince, siyasal söylemdeki anlamı ev temizliğiyle eşanlamlı değil elbette. Anlamı şiddete yönelik. Örneğin ‘Nazilerin Yahudi temizliği’ gibi bir cümlenin içeriğini mesaj olarak taşıyabilir. Avrupa Birliği’ne girmek için akla gelen her türlü ödünü vermekten geri durmayan bir hükümet üyesinin ağzında hayra alamet olmayan bir sözcük.